BIST 10.503
DOLAR 32,29
EURO 35,04
ALTIN 2.474,27
HABER /  GÜNCEL

Son tüküren iyi tükürecek!

Yüzde 70’lere varan bir oranla sandıktan anayasanın şerefli değişikliklerinin çıkması hiç de zor değildir.

Abone ol

Türkiye Anayasa Mahkemesi tarafından şayet iptal edilmezse 12 Eylül'de Anayasa referandumuna gidecek. Aylık siyaset, strateji ve toplum dergisi www.haberajanda.com.tr de gündeme ilişkin kuşatıcı tespitler yapan Muhteşem Tıraş, referandum öncesi Türkiye'de olan-biteni masaya yatırdı.

100 yıllık tarihi süreçte siyasi aktörlerin şekilden şekile girerek sahneye çıktığını anlatan Muhteşem Tıraş, "son tüküren iyi tükürecek" başlıklı yazısına ilginç bir fıkrayla başladı:

İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra Sovyetler Birliği’nden İsrail’e göç eden Yahudi’nin valizinde bir insan heykeli bulan polis sorar: “Bu ne?” Yahudi cevap verir: “Bu ne diye sorma, bu kim diye sor! Bu, yaptığı devrimle eşitliği getiren, bizleri açlıktan kurtaran büyük insan Lenin! Onu İsrail’deki evimin başköşesine koyup, her gördüğümde kendisine dua edeceğim!”

Yahudi’nin sözleri Rus polisin hoşuna gitmiştir. “Peki, sana iyi yolculuklar” der.

Yahudi Tel-Aviv Havaalanı’na iner. Bu kez İsrail polisi görür heykeli. Sorar: “Bu ne?” Yahudi cevaplar: “Bu ne diye sorma, bu kim diye sor! Bu, dünyanın baş belası pislik Lenin! Onu evimin giriş kapısına koyacağım, her sabah ve her akşam yüzüne tüküreceğim.”

Bu sözler de İsrail polisinin hoşuna gider ve “Tamam, ülkene hoş geldin” der.

Yahudi nihayet ikâmet edeceği evine ulaşır. Daha önceden göç etmiş bir arkadaşı bizim Yahudi’nin ziyaretine gelir. Heykeli gören arkadaşı soruyu daha farklı sorar: “Bu kim?” Yahudi sırıtarak cevap verir: “Bu kim diye sorma, bu ne diye sor! Bu, 5 kiloluk bir som altın!”

1923'TEN 1938'E

Tıraş, 1923'ten 1938'e kadar zaptolunan ancak fırsat bulur bulmaz yeniden sahneye çıkan siyaset aktörlerini şöyle tasvir ediyor:

Bu fıkrayı neden anlattım?

Ülkemizin yüz yıllık belası olan, 1923’te zaptı rapt altına alınan, 11 Kasım 1938’de yeniden sahneye çıkan ve 1960’tan sonra da aleni ya da gizli, resmi ya da gayrı resmi olarak iktidarı ele almış azgın azınlığın tüm kuralları kendi çıkarı, ahlâk anlayışı ve kendi yaşam biçimine göre algılayıp uyarlamasına vurgu yapmak için…

Hangi değere, hangi kavrama, hangi kişiliğe, hangi sisteme ne zaman tükürüp, ne zaman dua edecekleri belli değildir. Önemli olan, tükürüklerinin ve dualarının erklerinin devamına ve çıkarlarına tahvil olup olmayacağıdır. Kimi zaman Marksist, kimi zaman Kemalist, kimi zaman liberal, kimi zaman da Türkçü makyajlarıyla çıktılar karşımıza. Kimi zaman uyuttular, kimi zaman korkuttular. Ve hiçbir zaman utanmadılar, sıkılmadılar. Dünyada her milletin, her insanın utanacağı işlerden, değil utanmak, gurur bile duydular. Zira kendilerine utanma duygusu aşılayacak manevi değerlerden hep uzaktılar.

Gerektiğinde çıplaklığı ayıpladılar, gerektiğinde parklara çıplak heykel diktiler. Gerektiğinde fuhşa karşı çıktılar, gerektiğinde genelev açılışlarında kurban bile kestiler. Gerektiğinde Batı’nın değerlerine sövdüler, gerektiğinde Alman’a, Fransız’a benzetilmekle övündüler. Gerektiğinde zinaya günah dediler, gerektiğinde kendileri yaptılar, meşru gördüler. Gerektiğinde Atatürk’e faşist dediler, gerektiğinde devrimci… Dün dua ettiklerine bugün tükürdüler, dün tükürdüklerine de bugün dua etmekteler. Yarın kime sövüp tükürecekleri, kime dua edecekleri ise meçhul… Bu arada hatırlatalım, dua dedi isek, mecazi anlamda… Zaten dualarının muhatapları da belli değildir. Ayrıca musalla taşında yatan mevtanın namazında okudukları sureler ve dualar da Christoph Daum’un İstiklâl Marşı okumasından farklı değildir. 

12 EYLÜL REFERANDUMUN ANLAMI

Tıraş sözü 12 Eylül'de yapılacak Anayasa referandumuna getiriyor ve yazısını şöyle bağlıyor:

Her neyse… Şimdi bu gayrı resmi, gizli ve ahlâksız iktidardan kurtulabilmek için bir fırsat yaratıldı çok şükür. Ancak YSK, sandık tarihini 12 Eylül’e erteleyerek ofsayt pozisyonundaki azgın azınlığa attığı derin pasla yoktan bir pozisyon yarattı. Bugüne kadar skoru önceden belli maçlar haline dönüşen iptal davaları gibi bu dava da aynı şekilde sonuçlanmamalıdır. Hükümet, anayasanın kendisine verdiği yetkileri kullanıp bu oyunu bozmalıdır. Referandum sandığının halkın önüne kazasız belasız gelebileceğini umuyor ve diliyorum.

Eğer sandığın halkın önüne getirileceği kesinleşirse, AK Parti bu referandumu asla ve kat’a güven oylamasına dönüştürmemelidir. Bakınız, yüzde 70’lere varan bir oranla sandıktan anayasanın şerefli değişikliklerinin çıkması hiç de zor değildir. Referanduma neden evet denilmesi gerektiği doğru biçimde anlatılmalıdır; özellikle de 28 Şubat’tan bugüne kadar dönen dolaplar… Oylamanın menfi çıkması halinde ülkenin başına geçirilecek çoraplar, özellikle de CHP’nin ve tabanından kopuk MHP yönetiminin, vesayet rejimine neden hayran oldukları ve anayasa değişikliğine neden “hayır” oyu istedikleri anlatılmalıdır. Referandumun AK Parti iktidarının perçinlenmesi amacına matuf olmadığı ve başımızdaki bu 100 yıllık belanın neden öncelikle bertaraf edilmesi gerektiğinin anlatılması; getirilecek değişikliklerle bundan sonra gelecek iktidarların da milletin verdiği yetkiyi, falanca kurumun icazeti, filanca derneğin/örgütün engellemesi olmadan kullanabileceği gerçeği de özenle vurgulanmalıdır.