BIST 10.172
DOLAR 32,23
EURO 35,12
ALTIN 2.473,78
HABER /  POLİTİKA

Medya düğmeye mi bastı?

Medya, Ak Parti için düğmeye mi bastı? Hangi bakan ve vekiller namlunun ucunda? Önemli bir analiz...

Abone ol

Dr. Murat Yılmaz'ın medya değerlendirmesi.

Medya, AK Parti için düğmeye mi bastı ?

Maliye Bakanı ve Milli Eğitim Bakanı’yla uğraşan medya çevrelerinin AK Parti’ye ve hükümete karşı salvo ateşine yöneldikleri ve cepheyi genişlettikleri görüldü. Öyle ki, kendilerine cemile yapan Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener ve Mehmet Ali Şahin bile bu ateşten nasiplerini aldılar. Peki medyanın amacı ne?

Medyada AK Parti aleyhtarı yayınların artması, Türkiye’nin darbe ve krizler tarihi düşünüldüğünde, ‘Acaba AK Parti’yi iktidardan etmek üzere yeni bir kriz veya darbe mi tezgahlanıyor?’, sorusunu kamuoyu gündemine taşıdı. 28 Şubat askerî müdahalesinde askerin, medyanın ve yargının hükümet aleyhtarı kampanyasını simgeleyen “andıç”lar hakkında son günlerde artan yayınlar, bu endişeyi tazeledi. Bazı yayın organlarının artık gayretkeşlikten öte tanımlanamayacak AK Parti karşıtı tefrikaları dikkat çekici. Medyanın sermayedar ve 28 Şubat’ta tahrikçi rolü üstlenen bazı kesimlerinde ortaya çıkan AK Parti husumeti neye yorulmalı?

Karalama kampanyası devrede..

Önce neler olup bittiğini hatırlayalım. 28 Şubat’ın izlerini ve partilerini silen 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra, 28 Şubatçı askerler emekli oldu, siyasetçiler tasfiye oldu; ama gazeteciler işlerine devam ettiler. Bunların büyük kısmı, 3 Kasım seçimleri öncesinde de AK Parti ve Tayyip Erdoğan aleyhine neşriyata şevkle devam etmişlerdi. Ancak, 3 Kasım’daki seçim sonuçları ve halkın bu kampanyaya rağmen AK Parti’yi tek başına iktidara getirmesi, bu kesimin sesini uzun süre kesti. Nedamet duymayanların yeminliler grubu, AK Parti ve Erdoğan’a 3 Kasım’dan sonra da kin, husumet ve hakaret dolu saldırılara devam ettiler. Diğer bir kısım ise sessizliğe bürünerek, fırsat beklemeyi ve hatta terfi etmeyi beklediler. İçlerinden genel yayın yönetmeni olanlar bile çıktı. 17 Aralık 2005 tarihinde, AB’nin Türkiye ile müzakere tarihine karar vermesine kadar “gayriihtiyari sükunet” döneminin sona ermesini takiben taarruz için fırsat aranmaya başlandı. Önce AB’nin bekleneni vermediği iddiasıyla yapılan hamle boşa çıkınca, AK Parti’nin ABD ile arasının bozulduğu, hatta ABD’nin AK Parti’den kurtulmak için düğmeye bastığı iddiası ortaya atıldı. Bu da gerçekleşmeyince PKK’nın yeniden şiddete başvurması dolayısıyla AK Parti’nin orduyla veya Güneydoğulu vatandaşla arasının bozulması temin edilmeye çalışıldı. Şemdinli olaylarından sonra, kontrgerilla aleyhine şiddetli, “radikal” yayın yapan çevreler Şemdinli iddianamesi ortaya çıkınca yine hükümeti suçlama yoluna gittiler. İddianameyle hükümet arasında bir ilişki kurulamasa da, ordunun gereksiz ve sert çıkışıyla siyasi istikrara ilişkin bir şüphe işareti yaratmayı başardılar. Bu noktadan sonra da, o zamana kadar Maliye Bakanı ve Milli Eğitim Bakanı’yla uğraşan bu çevrelerin, AK Parti’ye ve hükümete karşı salvo ateşine yöneldikleri görüldü. Öyle ki, kendilerine cemile yapan Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener ve Mehmet Ali Şahin bile bu ateşten nasiplerini aldılar. AK Partili belediyelerde olduğu iddia edilen yolsuzluk haberleri, AK Parti kongrelerinde ortaya çıkan Anadolu’nun her yerinde gördüğümüz haremlik-selamlık uygulamaları sekiz sütuna manşet olmaya başladı.

İrtica haberlerinde artış...

Bu arada bu gazetecilerin geçtiği irtica haberleri artarken, irtica korkusu giderek marjinalleşen Cumhuriyet gazetesinin bir tür reklam logosuna dönüştü. Bu ortamı gerginlik stratejisine oturtmaya çalışan Cumhuriyet gazetesi sahibi ve başyazarı İlhan Selçuk’un tam da bu sıralarda Cumhurbaşkanı Sezer ile görüştüğünü açıklayarak, Cumhurbaşkanının hattı hareketini kamuoyuna ilan etmesi şaşkınlık vericiydi. Cumhurbaşkanı Sezer’in bu yazıları tekzip etmemesi, İlhan Selçuk’un 9 Martçı eğilimlerini bilen çevrelerde Sezer adına kaygı yarattı. Yine bugünlerde İlhan Selçuk’un kendi ifadesiyle “dinci” Tayyip Erdoğan’ın karşısında “dindar” Süleyman Demirel etrafında birleşme planı, partisine “Cumhuriyet’in dediği olur” sloganını yazan Baykal’da endişe yaratmış olacak ki, ben Abdüllatif Şener’in cumhurbaşkanlığına da razıyım demek zorunda kaldı. Baykal, yine de İlhan Selçuk’un rol çalmasına kızgınlığından olsa gerek Cumhurbaşkanı’na ne yapması gerektiğine ilişkin skandal niteliğinde bir açıklama yapmaktan kendini alamadı. İlhan Selçuk’un bundan sonraki hamlesini merak edenler Cumhuriyet’in tirajını artırır mı bilinmez; ama Sezer ve Demirel’in Cumhuriyet Gazetesi’nde İlhan Selçuk varken bir şansları olmadığını, Cumhuriyet’in değişmez şefinin “İlhan Abi” olduğunu öğrenmeleri fazla vakitlerini almaz. Selçuk’un ezelden bu işlerin içinde olduğunu biliyoruz da, diğer gazeteleri İlhan Selçuk yönetmediğine göre onların durumu nedir? Yeni bir 28 Şubat havası mı söz konusu?

Buna net bir şekilde hayır diyebiliriz. Bir defa büyük medya 28 Şubat’taki gibi blok halinde hareket etmiyor. Sadece bazı gazetecilerin bu istikamette gayretleri var. Fakat bu gayretler de gazetelerin ana gövdesi adına ve merkezî bir şekilde yapılmıyor? Ancak bu istikamette yayın yapılmasına kontrollü bir şekilde izin veriliyor. Bildiğimiz şey, bu yayın kampanyasına katılanların büyük kısmının 28 Şubat’ta çok kötü bir sicillerinin olduğudur. Gün geçtikçe de bu kötü sicilin yeni örneklerini görüyoruz. Medyanın darbe ve kriz tellallarından kendini temizleyebilmesi için, en yakın zamanda bir temiz medya kampanyasına ihtiyaç var. Dinç Bilgin’in hali ortadayken, hiçbir patronun bu başıbozuk 28 Şubatçılara sonsuza kadar tahammül etmesi beklenemez. Bunların kimler olduğunu, vaktiyle 28 Şubatçıların Andıç’ına inanan, ama şimdi onların yargılanmasını isteyen Basın Şeref Konseyi Başkanı Oktay Ekşi’nin kaleminden “Kim bu alçaklar?” başlığıyla okumak isteriz.

AK Parti ne yapmalı?

Hal bu kadar açıkken AK Partililerin tansiyonu yükseltecek tartışmalara girmeleri anlaşılmazdır. Keza bu kampanya havası, haklı eleştiriler karşısında içe kapanmayı ve parti taassubuyla bizden olanı koruruz inadına yol açmamalıdır. Çünkü AK Parti karşısında mono blok bir 28 Şubat basını yok. Bu itibarla mümkün olan diyalog yollarının tamamını kullanarak tansiyonu düşürmek ve siyasi iklimi yumuşatmak her şeyden önce iktidar partisinin görevi. Çünkü siyasi istikrarın bozulması dolayısıyla seçmen, Cumhurbaşkanı Sezer, 9. Cumhurbaşkanı Demirel ve Cumhuriyet gazetesinin komitacı şefi İlhan Selçuk’u cezalandır(a)mayacak. AK Parti kendisine yapıldığını düşündüğü haksızlıkları, bu isimlerle ve gazetecilerle gireceği sert tartışmalarla değil, halkın teveccühünü yeniden kazanarak telafi edilebilir. Bu sadece AK Parti için değil, demokrasiyi seçen bütün siyasi partilerin yolu olmalıdır. Dünyadaki ve Türkiye’deki değişimi gör(e)meyen bu çevrelerin taassup gölüklerini çıkararak ne olduğunu anlamaya çalışmaları gerekiyor. Basının ve Türkiye’nin büyük kesimi bu değişime uyum sağlarken, direnmekte ısrar edenler bulundukları her yerde zor durumda kalacaklardır. 13 yıldır Türkiye’de The Economist ve The Los Angeles Time muhabirliği yapan Amberin Zaman, Aktüel dergisine verdiği mülakatta şöyle diyor: “Haberleri kıyasladığımızda Türkiye’nin normalleştiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Gazeteciler için Türkiye eskiden olduğu gibi sadece siyahların ve beyazların olduğu bir ülke değil. Türkiye artık gri bir ülke ve bu nedenle gazetecilerin çok daha fazla çalışması lazım. Türkiye’de gazeteciler otobüse bile binmiyorlar...” Evet gazetecilerin otobüse binmesi, değişime uyum sağlayanlarla diyalog kurması ve önyargılarından kurtulması gerekiyor. (muratyilmaz67@yahoo.com)

Zaman