BIST 10.046
DOLAR 32,29
EURO 34,67
ALTIN 2.410,50
HABER /  GÜNCEL

Küresel ekonomide geçen yıl: 2012

2012 küresel ekonomide krizin devam ettiği ve değişim işaretlerinin ise pek alınmadığı bir yıldı. Bankalarda patlak veren skandallar, sektörün itibarını iyiden iyiye zedeledi.

Abone ol

2012, dünya ekonomisinde kriz sözcüğünün yerini koruduğu, hatta şok edici gelişmelerin artık alışageldiğinden eskisi kadar şok yaratmadığı bir yıl oldu.

Belli başlı sorunlardan hiç biri düze çıkmadı. Avrupa ve ABD'deki borç dağı, yerli yerinde. Batı'nın büyük bankaları skandallarla sarsılmaya devam etti. Çin, ekonomisindeki dengesizliklerle başa çıkmakta yetersiz kaldı.

ABD'de yapılan seçimler ve Çin'de komünist yönetimin lider kadrosunda her on yılda bir yaşanan koltuk değişimi, 2012'yi dünyanın iki büyük ekonomisinin kabuk değiştirdiği bir yıl olarak tarihe geçirebilirdi, ama hiç böyle olmadı.

Amerikalı seçmenler Barack Obama'ya Beyaz Saray'da bir dönem daha bahşetti; fakat Kongre'nin koltuk dağılımı Obama'nın önünü kesmeyi sürdürecek. Çin'in yeni lideri seçilen 59 yaşındaki Xi Jinping de ülke ekonomisinin gidişatında kayda değer hiç bir yön değişikliğinin işaretini vermedi.

Çin bilmecesi

Ekonomi çevrelerinde Çin'in muazzam ticaret fazlasından duyulan kaygılar 10 yıldan beri dile getiriliyor.

Çin'in neredeyse her türlü ürünü eskisine nazaran daha da ucuza ve dayanıklı imal edebilme yeteneği dünya çapında on milyonlarca tüketicinin alışveriş yapmasını ucuza getiriyor.

Fakat Çin'in imalat gücünün aşırılaştığını düşünenler giderek artıyor.

Artık hemen hemen herkes, Çin ekonomisinin ihracata dayanan yapısının değişmesi gerektiğinde hemfikir. Bu değişimin tercümesi, Çinli tüketicinin cebine daha fazla para girmesi ve iç tüketimin kamçılanması demek.

Ekonomi gözlemcileri, bu şekilde Çin yönetiminin sürekli yeni fabrikalara yatırım yapma ihtiyacının da azalacağını söylüyor.

Pekin Üniversitesi öğretim görevlisi ekonomist Michael Pettis, Çin ekonomisindeki dengesizliğin aşırı boyutlara ulaştığını ve hükümetin para musluğunu sonuna kadar açtığı dev yatırım projelerinin gelecekteki ekonomik getirisinin aslında çok belirsiz olduğunu dile getiriyor.

Çin'in orta bölgesinde çok sayıda yeni havaalanı inşa edildiğini örnek olarak gösteren Michael Pettis, yolcu trafiğinin bu kadar çok tesisi hiç haketmediği halde Pekin hükümetinin halihazırdaki havaaalanı sayısını daha da artırdığını söylüyor.

Prof. Pettis, Çin'in küresel talebin üzerinde mal imal etmeye -örneğin gemi ve çelik gibi- devam ettiğini de belirtiyor.

Michael Pettis gibi düşünen ekonomistler, Çin'in büyüme modelinin temelde Japonya'yı örnek aldığını düşünüyor. Çin'e yapılan uyarı, Japonya'nın yolundan gitmemesi.

1970'lerde göz kamaştıran bir büyüme kaydeden Japonya'nın ekonomisinin 80'lerde aşırı biçimde yatırıma bağımlı bir hal aldığı ve son 20 yıldır Japonya'nın bunun bedelini sürüncemedeki büyüme hızı ve borç yüküyle ödediği kaydediliyor.

Ekonomist dergisi, 2018 yılında Çin'in dünyanın en büyük ekonomisi olacağı tahmininde bulunmuş olsa da, iktisatçılar bu konuda bölünmüş durumda. Michael Pettis ve onun gibi düşünen diğer gözlemciler Çin'in bu konuma erişmesinin 2030 ya da 2040 gibi çok daha ileri bir tarihte mümkün olacağı kanaatinde.

Tarih tekerrür ediyor

Çin ve ABD, finans sistemi ve ekonomileri açısından aralarında derin farkların olduğu iki ülke.

Fakat birisi pazar ekonomisi diğeri komünist olduğunu öne süren bu iki ekonomi kimi yönlerden aynı çizgide buluşuyorlar. Çin'de hükümetin etkisi altındaki bankalar, büyümeyi rayında tutmak için piyasalara siyasi nedenlere dayalı büyük miktarlarda borç veriyor. Verdikleri kredinin geri ödemesinden kar edeceklerinin hiçbir garantisi yok. Amerika'da da bankalar, verdikleri kredilerin batması ardından, kamu bütçesiyle kurtarılmış durumdalar.

Michael Pettis'in ifadesiyle, ''Dünya tarihi boyunca her mali sistemde spekülasyon ve aşırı yatırımı takip eden kriz ve daralma döngüsüne tanık olunmuştur.''

Pettis, halihazırdaki küresel krizin şaşırtıcı olan tek yanının, tarih boyunca defalarca tekrar etmiş bu duruma insanların şaşırması olduğunu söylüyor. Geride bıraktığımız son üç yılın çok daha büyük bir felaket olabilecekken, Çin'in verdiği tepki ile daha hafif atlatıldığını düşünen ekonomist Michael Pettis, şöyle diyor:

''Çin'in devasa yatırımları, dünya piyasalarında demir ve bakır gibi emtiaya olan talebi keskin biçimde tırmandırdı. Bu sayede Peru, Avustralya ve Brezilya gibi ülkeler ihracat artışını yatırıma çevirebildiler. Fakat şimdi önümüzdeki dört-beş yıl boyunca tüketimin çok az hızda ilerlediği sorunlu bir dönem var. Küresel ekonominin kısa sürede rayına oturacağına hiç ihtimal vermiyorum.''

Afrika uzantısı

Çin ekonomisinin Afrika üzerindeki ağırlıklı etkisi 2012'de de sürdü. Çin'in Afrika politikasının can damarında hammadde arayışı var. Fakat Pekin yönetiminin Afrika'yı artan biçimde bir imalat merkezi olarak da gördüğüne tanık oluyoruz.

Çin şirketleri, Çinli işçinin maaşı artarken Batılı tüketicilerin ise gelecekte harcayacak daha az parası olacağını hesaba katarak, maliyet düşürücü yeni stratejiler belirliyor.

Öte yandan Avrupalı siyasetçileri şu an en çok meşgul eden konu ise, dev borç yükünün altından nasıl kalkılacağı. 2012'de borç krizi olduğu gibi dursa da, piyasaları saran panik havasının biraz daha yatıştığı görüldü.

Artan sayıda gözlemci, güney Avrupa'nın batan ekonomilerini kurtarmak için Alman vergi mükelleflerinin cüzdanlarını daha da açmaya hazır olduğu inancında.

Avrupa Merkez Bankası'nın yeni başkanı Mario Draghi'nin de piyasaların yatışmasını sağlamakta önemli rolü oldu.

Euro bölgesinin büyük bankalarına Frankurt'taki merkez bankası kasasından daha çok yardımda bulunmayı kabul eden Draghi, 2012'yi gazetecilerin endişe dolu sorularına euro'nun geri dönülmez bir proje olduğunu tekrar ederek geçirdi.

Bankacılıkta skandallar yılı

Batılı ülkelerin bankacılık sektörü, 2012'de ortaya çıkan yeni skandallarla sarsıldı, sektörün zedelenen itibarı daha da yara aldı.

İngiltere'nin HSBC bankası, uyuşturucu kartelleri için karapara aklamaktan suçlu bulunurak yüklü bir cezaya çarptırıldı.

Standard Chartered Amerika'nın yaptırım politikasını çiğnediğini itiraf ederken, JP Morgan ise girdiği çok riskli para ticaretinden 6 milyar dolar zararla çıktı.

İsviçre bankası UBS, Londra'da mahkemeye çıkarılan Kweku Adebole adlı simsarın spekülatif yatırımlarda bulunarak 2 milyar dolar kaybetmesine göz yumduğu için ceza aldı.

Yolsuzluk suçlamasıyla yedi yıl hapse mahkum edilen Kweku Adebole, savunmasında bankanın diğer çalışanlarının da yıllardır çiğnediği kuralları çiğnemekten başka bir şey yapmadığını ve şayet UBS'e para kazandırmış olsaydı, sanık sandalyesine oturtulmayacağını söyledi.

Sektörün, Libor olarak bilinen ve mali sistemin önemli göstergelerinden biri olan bankalar arası borçlanma faizini yasadışı yollarla manipüle ettiğinin anlaşılması, skandallara tuz biber ekti.

Sessiz öfke

Bankacılık konusunda uzman ekonomist Michael Lafferty, ''Yatırım bankalarının yaptığı işin büyük kısmına aslında bankacılık bile denemez.'' diyor.

Lafferty'ye göre, halkın mevduat hesaplarının bulunduğu ticari bankaların mali piyasalarda para spekülasyonu yapan şirketler gibi hareket etmesine izin vermenin büyük bir hata olduğu artık bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış durumda.

Ancak, bankacılık sektöründen yükselen pis kokular 2012'nin üzerine kara bir bulut gibi çökmüş olsa da, kamuoyunun tepkisi finans krizinin ilk yıllarına kıyasla daha dingindi.

2012'de kamuoyu, bankacılık skandalları karşısında -en azından şimdilik- şaşkınlık içinde sessiz bir öfke beslemeyi yeğledi.