BIST 10.219
DOLAR 32,23
EURO 34,75
ALTIN 2.455,95
HABER /  GÜNCEL

Bayramlar eğlencelik değil

Bayramların dayanışma günü belirten Prof. Ahmet Yüksel Özemre eski bayramların tadının eğlenceden değil, sıcak aile ve cemiyet ilişkilerinden geldiğini söylüyor.

Abone ol

Konukseverlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi değerleri hatırlatan bayram, olması gereken yapısını gün geçtikçe kaybediyor. Prof. Ahmed Yüksel Özemre eski bayramların tadının eğlenceden değil, sıcak aile ve cemiyet ilişkilerinden geldiğini söylüyor.

Ramazan ayını geride bıraktığımız bugün Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden bu yana kutlanan bir bayram; Ramazan Bayramı. Konukseverlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi değerleri bize hatırlatması gereken bayram ve nefsimizi terbiye etmemiz için bize sunulan Ramazan ayı İstanbul'da ve bazı büyük şehirlerde olması gereken yapısını gün geçtikçe kaybediyor. Bayramlar kuşaktan kuşağa aktarılırken ister istemez kimi değişimler geçiriyor ve o yüzden hep "o eski bayramlar" hatırlanıyor.

Bayramın kendisi 'istisnai'

En eski İstanbullulardan olan Prof. Ahmed Yüksel Özemre, kendi çocukluğunun bayramlarında yani "o eski bayramlar"da ziyaretler ve bayramlaşma dışında istisnai birşey yapmadıklarını, bayramın onlar için zaten kendisinin istisnai birşey olduğunu söylüyor. Özemre'ye göre bunu sağlayan en önemli etkenler de, dönemin aile ve cemiyet yapısıyla şekerlerinin yapısı.

Prof. Ahmed Yüksel Özemre, değişen Ramazanları ve bayramaları anlatmaya "Ramazan'ın güzel olup olmaması yaşayanın elindedir" diyerek başlıyor. Ramazan'ın güzel ya da çirkin olamayacağını belirten Özemre, insanlar eğer Ramazan'ı vesile ederek güzellikler ihdas ederlerse Ramazan'ın güzel olacağını, Ramazan'ı bahane ederek bir sürü çirkinlikler ihdas ederlerse de Ramazan'ın güzel geçmeyeceğini söylüyor. Ramazan ayının bir eğlence ayı olmadığına da değinen Özemre, Allah'ın, kullarının kendi derununa dönebilmesi için verdiği bu fırsatı değerlendiremediklerini belirtiyor:

Ramazan eğlence ayı değil

"Ramazan kendinden geçme, direklererası eğlencelere gitme ayı değildir. Bunlar bir nevi garptan 'faşing' havası içinde alınmış şeylerdir. Ben bunları tasvip etmiyorum. Ramazan, ciddi, aklı başında ve idrak ile yaşanacak bir aydır. İnsan onbir ay, çoğu kere nefsinin esiri olarak dünya hayatına bağlı kalır. Ramazan Allah'ın kullarına kendi derununa dönebilmesi için verdiği bir fırsattıdır. Ramazan ayının akabinde bayram Allah'ın bize bir lütfudur."

Özemre bayramın neden bir lütuf olduğunu da "Allah, bir ay boyunca kendi derununa dönen, O'nun azametini düşünen, sosyal hayatta da aç kalmanın nasıl olacağını idrak eden, nefislerine de dirayet ve iradeyle hakim olan kullarına bayram yapma hakkını veriyor" sözleriyle açıklıyor.

Bayramın Cenab-ı Hakk'a hamd ve senanın ifade edileceği, dostlarla kutlanacağı bir gün olması gerektiğinin de altını çiziyor. Özemre, insanların bayramda tatile gitmelerini Allah'ın verdiği fırsatı kaçırmak olarak değerlendiriyor. Hiçbir bayram hiçbir yere gitmediğini söyleyen Özemre, insanların bayramı tatil olarak görmesinin insani münasebetleri zaafa düşürdüğünü düşünüyor.

Bayramı bayram yapan şekerlerdi

Eski İstanbul bayramlarının sırrını sorduğumuz Özemre bakın o günleri nasıl anlatıyor: "Bizim çocukluğumuzda birbirini tekrar eden bayramlar olurdu. Bayramlarda çok istisnai şeyler olmazdı, bizim için bayramın kendisi istisnai birşeydi. Her Ramazan Bayramı'nda bize baştan aşağı esvap, her Kurban Bayramı'nda da bir çift ayakkabı alınırdı. Biz bayramı severdik ama bayram gelecek ayakkabılarımız olacak diye değil. Bayramın havasını severdik. Her bayramın havası başkaydı. Bu havayı sağlayan da o zamanın aile ve cemiyet yapısı ile o zamanın şekerlerinin yapısıydı. Ben elli senedir doğru dürüst bir lokum yemedim."


'Bayramlarda herkes birbirini randevu almaksızın ziyaret ederdi'

En eski İstanbullulardan Prof. Ahmed Yüksel Özemre İstanbul'da bundan altmış yıl önce yaşanan bayramları şöyle anlatıyor: "Bayramlaşma evden başlardı. Evin en yaşlısının kapısında yaş sırasına göre sıraya giririlir, izin alınarak içeri girilirdi. Bayramlaşma yapılır, icab ediyorsa yanaktan öpülür, harçlıklar verilirdi. Bana da bir çeyrek bayram harçlığı verirlerdi. Sonra eşin dostun ve akrabaların birbirlerini tebrik etmesi ziyareti gelirdi. O zamanlarda telefonlar yoktu. Herkes randevu almaksızın birbirine gidebilirdi."

Röportaj: Hande Kaplan Öz
Kaynak: Yenişafak