BIST 9.814
DOLAR 32,58
EURO 35,05
ALTIN 2.457,77
HABER /  GÜNCEL

Nokta-Gülen ilişkisi var mı?

Önce darbe günlükleri, ardından şok baskın. Olay derginin Genel Yayın Yönetmeni, İnternethaber'e konuştu:

Abone ol

Türkiye uzun yıllar sonra haftalık bir haber dergisinin yarattığı gündem üzerinden büyük bir tartışmanın içine girdi. Nokta Dergisi, Deniz Kuvvetleri eski komutanı Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlüklerin bir bölümünü yayınladı. Günlüklere göre Türkiye 2004 yılında bir “askeri darbe”nin kıyısından geçmişti!

Örnek Paşa, bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada “bu günlükler benim değil” dedi. Başbakan Tayyip Erdoğan Suriye’ye giderken uçakta gazetecilere Nokta’nın haberini değerlendirdi. Erdoğan “iddialar çok ciddi, araştırılmalı” dedi. Arkasından, üzerine projektörler çevrili hale gelen emekli amiral dururken, Nokta dergisi için soruşturma açıldı.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, “basını bilgilendirme” toplantısı yaptı. Nokta’nın iddialarına da yanıt verdi. Bu önemli toplantıdan bir gün sonra da “Nokta Baskını” olarak basın tarihine geçecek olan operasyon yapıldı. Çalışanlar dışarı çıkartıldı. Derginin bilgisayarlarına el konuldu.

Nokta dergisi bir anda sadece ülkemizde değil dünya medyasında da ilgi odağı haline geldi. Derginin Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş, en fazla aranılan gazeteci oldu. İnternet Haber’in pazartesi söyleşileri için Görmüş’ü seçtiğimizde, dergi henüz baskın yememişti. Büyükanıt basın toplantısı yapacağı gün ben Alper Görmüş’ün Nokta’daki odasında teybimi onun önüne koymuş, kamuoyunun aklına gelen, onun hakkında ortaya atılan iddiaları içeren ne kadar soru varsa hepsini sıralıyordum. Alper de büyük bir açık yüreklilikle yanıtlıyordu.

Söyleşimiz bittikten sonra birlikte televizyon bulunan odaya geçtik, Nokta çalışanlarıyla birlikte Büyükanıt’ın basın toplantısını izledi

           ALPER GÖRMÜŞ KİMDİR?
1952 Kars doğumluyum. 3 yaşında Kars’tan ayrıldım. 40 yaşında Yeni Demokrasi Hareketi’nin gezisiyle gidebildim Kars’a… Ankara’ya sonra da 5 yaşımdayken İstanbul’a Esenyurt’a gelmişiz. O zaman 60 haneli küçük bir köydü. Babam okulun tek müdürü ve öğretmeniydi. Ağabeyim, ablam ve ben aynı okulda okuduk. Sonra Alibeyköy’e geldik. Benim hayatımı esas belirleyen şey Alibeyköy oldu. 1961’de taşındık. Çocukluğumun büyük bir kısmı orada geçti. Orada herkes gibi siyasetin içine gömüldük.

Ortaokul’da Haydarpaşa Lisesi’ne girdim, parasız yatılı olarak okudum. 6 yıl orada okudum. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde okudum üniversiteyi. Neden işletme okudum hala bilmiyorum. En çok doktor olmak istiyorum; fakat puanım tutmadı ve İşletme Fakültesi’ne girdim. Bir gün bile işletmecilik yapmadım. İşin mali boyutuyla da ilgilenmem, patronla onu da konuştum. Sonuçta makro iktisat konusunda bilgim var. 1984 yılında evlendim. İlk evliliğim bu. Kısa sürdü. İkinci evliliğimden bir kızım oldu şimdi 20 yaşında. Herkes gibi 12 Eylül’de 1 – 2 günlük nezaretlerim oldu. Anabritanica’nın çıktığı dönemlerde redaktör olarak çalıştım. Hemen hemen hiç gazetede çalışmadım. Tek istisnası Ahmet Altan’lı Güneş… O da kısa sürdü.”
k.
Bu arada Nokta’nın fiziki koşulları hakkında da bilgi aktarmam gerekiyor. Yeni Nokta’da tamamen eski Babıali tarzında bir yayın organı ortamı oluşturulmuş. Herkes çayını-kahvesini kendi bardağına koyarak “self servis” yapıyor. Derginin bir ulaştırma servisi yok. Alper Görmüş dahil, bütün çalışanlar kent-içi toplu taşıma araçlarını kullanıyorlar. Amatör ruh ve motivasyon çok yüksek… Nokta’nın son derece genç bir kadrosu var. Bütün maddi olanaksızlıklara karşın tartışılmayan tek şey, birinci sınıf gazetecilik yaptıkları!..

Alper Görmüş ve arkadaşları basınımızın yüzünü ağartıyorlar.
Derginin önünde uzanan belalı yargılanma sürecinde onları üç avukat savunacak: İletişim hukuku alanında uzmanlığı herkes tarafından kabul edilen İstanbul Barosu avukatlarından Fikret İlkiz, avukat Filiz Keresteci ve avukat Ümit Kardaş. Son isim olan emekli albay, askeri yargıç Ümit Kardaş, 12 Eylül sonrasında Diyarbakır’da ilk işkence davasını açan askeri savcı olarak biliniyor. Demokrasi, insan hakları ve barış hakkındaki özgürlükçü düşünceleriyle tanınan Kardaş’ın, bu davanın Görmüş’ten sonraki ikinci ilgi çekici kişisi olacağını tahmin etmek zor değil.
Giriş yazısına burada bir nokta koyarak sözü Alper Görmüş’e yönelen sorulara ve onun verdiği yanıtlara bırakalım:

-Son Nokta nasıl başladı? Epey uzun bir geçmişi olan dergi için bir milat yarattınız, yıl 1, sayı 1 diye çıktınız. Yeni Nokta’nın başlanma hikâyesini anlatır mısınız?

“Ben aslında geçtiğimiz yılın 1 Eylül’ünde Kalkan’daki köyüme yerleşmek üzere Bilgi Üniversitesi’nden istifa ettim. Niyetim uzun yıllar planladığım gibi gidip oraya yerleşmekti.
Kalkanlı değilim, sadece toprak aldım. İki ortaokul arkadaşım ve ben, 40 yıldır beraberiz, ihtiyarlık dönemimizi birlikte geçirmek istiyoruz. Bu bizim üniversite yıllarından beri süregelen hayalimiz. Aslında niyetimiz Ayvalık’tı. 95 – 98 arasında Ayvalık’ta da yaşadım. Biz beş yıl önce dört dönüm toprak aldım. Ben de son birkaç yıldır o hayalle yaşıyordum. 1 Eylül günü, çünkü 1 Eylül’de Ayvalık’a taşınmıştım. 1 Eylül 2006’da gitmeye karar vermiştim. Tam oldu bu iş diyorken, Temmuz ayında Nokta Dergisi’nin satın alındığını öğrendim. Nisan ayında alınmıştı. Derginin sahibi, yeni bir bakışla, anlayışla, bu dergiyi yeniden piyasaya sürmek istediklerini söyleyerek benimle görüşmek istedi. Haziran’da görüşme yaptık. Benim yayın yönetmenliğimi düşündüklerini söylediler. Tamamen yeni bir yayın anlayışıyla, eski patronlarla hiçbir bağlantısı kalmamış şekilde yeniden yayın hayatına başlayacaktı. Ne dersiniz dediler bana? Ben gidiyorum artık kusura bakmayın dedim. İki hafta sonra ısrarcı oldular, bir daha görüştük.”

-Ne söylediler size de vazgeçtiniz?

“Beni ikna eden en önemli şey şuydu; Nokta benim çocukluğumun, gençliğimin dergisiydi. Çok hevesliydi. O yıllarda ben de çalışmıştım. İkincisi Nokta olması, mesleğe Nokta ile son vermek bana cazip geldi. Üçüncüsü ve en önemlisi ise, güzel şeyler yapabiliriz, memlekette önemli siyasi gelişmeler oluyor, tanıklık yapalım diye düşündüm. Ben dedim ki, şöyle bir formülle olur; dergiye başlarız, dergi oturur ve ben şu düzene geçerim; evi oraya taşırım, haftanın yarısını burada, yarısını orada geçiririm. Bu mümkündü. Pazartesi sabahı uçakla buraya gelmek, saat 10’da toplantıya başlarız. Çarşamba da buradayım. Ondan sonrası kolay, server kurarak iletişim sağlanabiliyor. Ha bu odadayız, ha Kalkan’daki odadayız, fark etmiyor. Bunları da öğrenince benim aklıma yattı. O da olur dedi. Çok net bir konuşma oldu aramızda…”

PATRON DERGİYİ OKURLARLA BİRLİKTE GÖRÜYOR

-Derginin yayın politikası için patron ile yönetici ilişkilerini konuşmadınız mı?

“Sahiplerin editoryal sürece müdahalesi sadece bizde değil dünyada da tartışılan, sıkıntı yaratan bir mesele… Bana dergiyi verirseniz, editoryal hiçbir şeye karışamazsınız! Unutursunuz. Dergiyi okurlarla birlikte Perşembe piyasaya çıktığında görebilirsiniz. Ben size itibarlı iyi bir dergi sözü verebilirim. Ama dergiyle oynarım, şuraya şöyle bir haber koyalım dersiniz, kabul etmem, teklif bile edemezsiniz dedim. Kabul ederseniz ben de varım dedim.
Patron da kabul dedi. Bugüne kadar da en küçük bir müdahale olmadı.

-Sürekli medya eleştirileri yazan birisiniz, sahaya çıkınca o eleştirilerin hepsi sizi kapsar hale geliyordu. Bunları da paylaştınız mı patronla?

“O biliyormuş zaten… Benim daha önce neler yaptığımdan haberi varmış. Hiçbir şaibeli işleri olmadığını söyledi. Dergiyi istediğiniz gibi çıkarın dedi.”

TİRAJ HEDEFLERİNE VARDIK

-Tiraj durumunuz nedir? Düşündüğünüz yere vardınız mı?

“Patronla konuştuk önceleri, kaç satar bu dergi dedi. İlk çıktığında 8 – 10 bin civarında satarız. Altı ay sonra 14 – 15 bin olur dedim; fakat bu, dergiyi nasıl tanıtabileceğimize bağlı. Üzerine ölü toprağı serpilmiş vaziyetteydi. Orta karar bir tanıtım bile yapamadık başlangıçta. Tanıtımımız derginin kendisiyle oldu. İlk sayısından itibaren bir pırıltısının olduğu yönünde yazılar çıktı.”

-Nokta köklü bir dergi, eski okur kitlesinden hiç mi miras kalmamıştı?

“Şöyle bir şey doğdu; dergi almayı bırakmış bir kitle vardı. Eski okurlar önemli ölçüde döndü. Genç bir okur kitlemiz fazla yok. Dünyada ne oluyor diyen üniversite öğrencileri okurumuz ama sayısı şimdilik az… Eski okurlar kendilerine görev kabul ettiler Nokta’yı tanıtmayı. Bana mailler geliyordu, nasıl tanıtabiliriz diye. O yapamadığımız tanıtım, eski usulle çok daha kalıcı bir yöntemle tanıtıldı. Bazı kapaklarımızı etki yarattı.”

-Birkaç örnek verir misiniz iz bıraktığını düşündüklerinizden.

Sivas kampı, 27 Mayıs’tan sonra, 1915’te Kürtlerin rölü meselesi, Nazım Hikmet’in yazdığı şiirler, yankı uyandırdı. “Ezber bozan dergi” gibi hoşuma giden tepkiler aldım. Bu dergi artık kafamızdaki klişeleri zorlayan, sınırı olmayan bir dergi olmaya başladı. 8 Mart tarihli Andıç sayımızla Ahmet Şık Metin Göktepe Ödülü’nü aldı. Ondan sonraki Darbe Günlükleri haberi de öyle. Bir yayın organında yayınlandıktan sonra, başka yayın organları tarafından en fazla alıntı yapılan ve konuşulan ilk iki haber nedir dersen, bunlardır.”

FETHULLAH GÜLEN’E ‘YAKINLIK’ MESELESİ

-Cumhuriyet’ten Hikmet Çetinkaya, ‘Fethullah Hoca’ya yakınlığıyla dikkat çeken Nokta Dergisi’ dedi. Cumhuriyet Gazetesi de, ‘Ordu karşıtlığıyla bilinen Nokta Dergisi’ diye yazdı. Siz veya patronunuz Fethullah Gülen’a yakın mısınız?

“Hoşlanılmayan şeylere kara çalmak millet olarak bilinen bir alışkanlığımız… Meseleyi özünden uzaklaştırmaya çalışmak eskiden beri gelen bir taktik. Ben çeşitli dönemlerde komünist olmakla, PKK’lı olmakla ki, -Yeniçağ Gazetesi hala öğle yazıyor- suçlandım. Aktüel Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürü’yken yargılandım ve terör örgütünün propagandasını yapmaktan 3 ay yattım da… 1995’de gitmiştim Ayvalık’a. Davayı unutmuştum. Sonra bir gün geldiler, mahkûm oldunuz dediler ve Ayvalık’ta 3 ay yattım. Ceza 5,5 ay falandı. Terörle Mücadele Yayası’ndan hüküm giyince infaz biraz daha yüksek tutuluyor. Aktüel Yayın Yönetmenliği döneminde Refah Partili olmakla suçlandım.”

-Nasıl?

“27 Mart 1994’te Yerel Seçimler yapılmıştı. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı oldu, Melih Gökçek’in Ankara’da seçildi. RP yüzde 21’lik bir oy almıştı. Biz Aktüel’de bir ek verdik. Herkes merak ediyordu bu patlama nasıl oldu diye. Sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla Aktüel Dergisi olarak bunun cevabını bulmaya çalıştık. O sırada Tempo Dergisi, bu ilaveyi gerekçe göstererek ‘Alper Görmüş Refah’lı oldu’ diye bir haber yazdı.

-Kim yaptı bunu?

“O zaman dergiler grubunun başında Mehmet Yılmaz, Tempo’nun Yayın Yönetmeni de Kürşad Başar’dı. Daha kötüsü de, 3 – 5 ay önce Aktüel Dergisi’nden oraya gitmiş olmaları, yani bizim arkadaşımız olmaları… Doğrudan patrona hitap ederek, ‘Dinç Bilgin bu kişiye nasıl tahammül ediyor’ diye yazdılar. Ertesi hafta bu sefer, ‘Dinç Bilgin tahammül ediyor da, Mehmet Emin Karamehmet nasıl tahammül ediyor’ dediler. Karamehmet. o sıra Sabah grubuna ortak olmuştu. Doğrudan doğruya patrona şikâyet ederek ‘atın’ diyorlardı.”


ORDU’YA KARŞI DEĞİLİM

-Peki, Ordu’ya karşı mısınız?

“Bu da yazıldı. Cumhuriyet’in haberinde ‘Ordu karşıtı haberleriyle dikkat çeken Nokta Dergisi’ diye verdiler. Orduyu yıpratmak için haberler yaptığımız söylendi. Biz orduya karşı değiliz. Ben anti militarist, barışçı bir insanım. Hayatımda hiçbir insana karşı şiddet kullanmadım. En çok övündüğüm şey budur. Kullanmam da…”

-Askerliğinizi hangi pozisyonda yaptınız? Kısa dönem, uzun dönem..?

Askerde levazımcıydım, depo sorunlusuydum. Eğitimimi Halacıoğlu Levazım Okulu’nda yaptım. Oradan kura çektim Tuzla Piyade Okulu’nun giyecek deposu sorumlusu oldum. Şunu da söylemek istiyorum: Orada bir Binbaşı ile tanıştım. Gürbüz Borluk’tu ismi. Biz iki Asteğmen, biri yiyecek deposu, öbürü giyecek deposu sorumlusuyduk. Bize aldı karşısına dedi ki, “Çocuklar sizi tanımıyorum; ama burada denetleyemediğim bir sürü şey oluyor. Yiyeceklerde de giyeceklerde de kaçak oluyor” dedi. Bana yardım edin, şu yolsuzluğun önünü keselim demek istiyordu. Adamcağız bundan çok büyük rahatsızlık duyuyordu. Emir kipiyle konuştuğunu hiç görmedim. Yazıcıdan bile bir şey isterken rica ederdi. Meyve çıktığında, çantasına koyar çocuklarına götürürdü. Kendi hakkını tabii… O insanı hiç unutamıyorum. Sonra Kıbrıs’a tayin oldu. Her yerde olduğu gibi Ordu’da da farklı insanlar olduğunu biliyorum. Dolaysıyla külliyen bir ordu karşıtlığım yok!..

           ASKER DEĞİL DARBE KARŞITIYIM

“Ordu içinde yer alıp, asli görevlerinin dışında, yurt savunması dışında, bambaşka meselelerle uğraşıp, darbe yapmak, cuntalar oluşturmak gibi şeylere girildiğinde, onların karşıtıyım ve karşısındayım! Karşı olmaya da devam edeceğim! Darbecilerin yıpranmaları ordu için de iyidir..! Çünkü bu orduyu yıpratmaz, tam tersine sağlamlaştırır. Bu sayede ordu işini yapar duruma gelir. Beni üzen en yaygın eleştiri gazetecilerin ‘ordu yıpranıyor’ diye tavır almaları. Niye ordu yıpransın? Cuntacılık yıpranıyor! Bu güzel bir şey değil mi? Ordu yıpranıyor argümanını öne süren gazeteciler, şu anda bir darbeyi öğrenseler, demek ki ordu yıpranır diye yayınlamayacaklar. Ben bu iddiayı öne süren gazetecilerin gazeteciliklerinin sorgulanması gerektiğini savunuyorum. Sen inandığın değerlere aykırı bir sır öğreniyorsun ve bunu yayınlamıyorsun. O zaman senin gazetecilik sıfatın tartışmalı hale gelir!” 

-Bu meseleler uçakta konuşuluyor. Başbakan Nokta’nın iddialarının ciddiye alınmasını istedi. Yargı da Nokta Dergisi’ne dava açtı. Mahkemeye gidildiğinde o zaman belgelerinizle açıklayacak mısınız?

“Ahmet Altan’ın yazdığı gibi, biz bu sayıyı piyasaya verdiğimiz andan itibaren, bu ihbar kabul edilmeli ve bununla ilgili bir dava açılmalı diye düşünüyoruz. Ciddi bir cezası olan bir suç girişimi. Bizim haberimiz yalansa bu da ortaya çıkar. Her şey ortaya çıksın. Ben bu dava açılsın diyordum zaten. Dergi 29 Mart Perşembe günü piyasaya çıktı. Aradan geçen beş gün boyunca derin bir sessizlik oldu. Bu sessizliği bozar gibi gördüğümüz tek şey, Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı Oramiral Özden Örnek’in bir televizyon kanalına yaptığı “ben hiç günlük tutmadım, bunlar doğru değil” açıklamasıydı. Gazeteler yazdı, bazı meslektaşlarımız bunların özel imalat olduğunu yazdılar. Haber yayınlandıktan sonra defalarca yazdım. Bu günlüğün doğruluğunu sorgulamanın hak olduğunu düşünüyorum. Biz inanıyoruz bu doğru. Biz bu dokümanın %2’sini yayınladık. Doğruluğu konusunda yorum yapılabilir; ama bunlar uydurma denmez. Bu kadar açık mahcup olma ihtimalin var. Bir insan nasıl ‘kesin yalan’ diyebilir. Bir ihtimal de olsa doğru olamaz mı? Türkiye’nin iki büyük gazetesinin yayın yönetmeni böyle yaptı. Bu ne kadar problemli bir durum. Niye böyle bir şeyi göze alıyorsun diye sorulur!”

-Sizce bu yönetmenler neden böyle yapmış olabilirler, bir şeyler tahmin ediyor musunuz?

“Gazeteci arkadaşım Ragıp Duran’ın yazdığı “Apoletli Medya” kitabında bunun çözümlemesini yapıyor. Aynı neden olduğunu düşünüyorum:Apoletlilik meselesi!..”

GÜRÜLTÜ KOPARACAK AYRINTILAR

-O günlükler size nasıl geldi? Dijital ortamda mı yoksa elle mi yazılmış?
“Avukatlarımızla da konuştuk, mahkeme sürecinde de izleyeceğimiz bir hat var. Bir darbe soruşturması açıldığında bunların tamamını vermeye kararımız kesin. Ama şimdi bize açılmış bir dava var. O yüzden içerik hakkında konuşmak istemiyoruz şimdilik. Süreç ilerledikçe biz de belli aşamalarda belli kanıtlar sunacağız. Çok fazla gürültü kopartacak ayrıntılar var ama biz, oradan sağlayacağımız habercilik getirisini, meslek ahlakı sorumluluklarımız nedeniyle kullanmıyoruz.”

-Mahkemeye verdiğinizde kamuya da açılacak?

“Artık o bizim sorumluluğumuzun dışında… Türkiye’de yaşayan herkesin hayatını etkileyebilecek bölümlerle ilgilendik. Basının kötü alışkanlıkları var. Mahkemenin dikkatli olması lazım.”

-Örnek Paşa’yla da röportaj yapmayı da düşünüyor musunuz?

“Hayır; ama isteriz!.. Bunun mümkün olmadığını bildiğimiz için girişimde bulunmadık. Cevap ve düzeltme metni gönderdi bize. Onu aynen yayınlayacağız. Avukatı kanalıyla gönderdiği bir metin var. O konudaki teklifleri reddettiğini de biliyoruz. Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’nın Nokta Dergisi aleyhine açtığı bir suçlama var. TCK madde 318. Halkı askerlikten soğutma. O yürüyecek. Ben bir savunma vereceğim. Savcı davayı açacak ve o yürüyecek. Başbakan’ın çağrısı doğrultusunda herhangi bir girişim şu anda yok. Bir savcının harekete geçmesi yok. Mesela Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda Mazlumder’in yaptığı bir suç duyurusu var. İstanbul’da Şişli’de Tuna Bekleriç’in partisinin bir suç duyurusu var. O savcılar en fazla Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gönderebiliyorlar; ama onu bile yapmadılar şu anda. Hukuki durum bu. Mesele günlükler faslından da çıktı.”

-Nasıl?
“Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Milliyet’ten Hasan Cemal’e bir açıklama yaptı, ‘biz bunları biliyorduk’ dedi. İkinci gün bir düzeltme yaparak, ‘günlüğü bilmediklerini; ama darbe girişimcilerinden haberdar oldukları’ şeklinde düzeltti. Dışişleri Bakanı’nın böyle bir açıklama yapması ihbar kabul edilmeli. Gazeteci arkadaşlarımızın çeşitli değerlendirmeleri, yazıları var. Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi Aslı Aydıntaçbaş’ın bir değerlendirmesi var mesela… Aslı ‘Üst düzey komutanlara sorduğumda, hiçbiri bunlar zırva demiyorlar’ diye yazdı. ‘Sessizlikle karşılıyorlar. Ben bunu çok anlamlı buluyorum’ dedi. Bugün ise, günlüğün tam versiyonunun hükümetin elinde olduğunu yazdı. Bizim de böyle bir bilgimiz vardı. O anlamda teyit edilmiş oldu. Enis Berberoğlu’da günler önce yazısında, “Ben hükümetin çok önemli bir bakanına sordum, bunların hepsi doğru” dedi. Nihayet genelkurmay eski başkanı Hilmi Özkök de yalanlamadı!”

-Bu haberleri yayınlarken korkmuyor musunuz?

“Çeşitli yerlerden baskı gelebilir diye düşündük. Bunları göze almadan da yapılamıyor bazı şeyler. Nokta olmasaydı belki yayınlanamazdı belki. Ben en büyük ikilinin (İki büyük gazete) dışındaki büyüklerden önemli bir temsilcisine sordum: Size gelseydi yayınlar mıydınız?”

-Ne dedi?

“Hayır dedi. Başka hiçbir yerde de yayınlanmazdı… Meslek bunu gerektiriyor insanın kendisiyle barışık yaşaması için. Vicdanla ilgili bir şey. Gençler cesaret kelimesini kullanmayı seviyorlar. Normal bir iş yapan bir dergi gibi değerlendirilebilseydik keşke.

-Peki, bu yönde yeni belgeler gelirse yayınlar mısınız?

“Tabii… Bizim geçen haftaki derginin kapağı da ilginçtir. İşbirliği yapılacak Sivil Toplum Örgütleri anlatılıyor. Silahlı Kuvvetler ile Sivil Toplum Örgütleri’nin işbirliği. Ama biz bunu yayınlamadık. Bundan rahatsız olabilecek örgütler vardı. Bir kısmı tabii ki yaparız diyenler var. Bu nedenle o listeyi vermedik. Çok sansasyonel olabilirdi.”

-Siz şimdiye kadar alışık olduğumuz basın jargonlarını kullanmıyorsunuz. Üstüne basa basa da söylüyorsunuz, ele geçirmedik, güvenilir olduğumuz için bize ulaştı diyorsunuz. Niçin böyle yapıyorsunuz?

“Ben 6 – 7 senedir böyle bir iş yapan (medyakronik gibi) bu jargonu da eleştirerek, o dili eleştirerek buralara geldim. Şimdi aynı jargonu nasıl kullanayım? Ele geçirdik denenler ise, bir kaynak tarafından o yayın organına sunulmuştur. O kaynak da kendince bir şekilde fayda sunarak iletiyor o haberi. Okurların bir bölümü de muazzam bir çaba gösteriyorlar sanıyorlar. Öyle değil bu. Ben bundan sonra “ele geçirdik” lafının kullanılmayacağını düşünüyorum.


ESKİ NOKTA DERGİSİ’NDE GAZETECİLİK

-Eski noktaya gidelim. Nasıl gazetecilik yapıyordunuz? Senin konumun neydi?

1978 – 1979 yıllarında Aydınlık Gazetesi’nde çalıştım. Aydınlık’ı bir gazete sayarsak ki ben sayıyorum ilk tecrübem odur. 12 Eylül’de gazete kapatıldı. 1986’ya kadar çiçekçilik, halıcılık, muhasebecilik, kitapçılık, elektrik malzemesi satıcılığı gibi garip işlerde çalıştım. 1986’da artık benim de bir mesleğim olsun diyerek Nokta’ya girdim. İşletme Fakültesi mezunuyum ama hiç işletmecilik yapmadım. İçinde tuvaleti olmayan iş yerlerinde çalışıyordum. Nokta’ya başladığım sırada Genel Yayın Yönetmeni Arda Uzkan’dı. İpek Çalışlar, Nadire Mater, Güler Göktürk, Güldal Kızıldemir, ‘cadılar cuntası’ denirdi onlara… Engin Ardıç, Haşmet Babaoğlu, Ali Boratav, Mahmut Övür vardı. Ben redaksiyon gibi bir şeyle başladım. Hem haber yazıp, hem de muhabirlik yapıyordum. Nokta üslubu vardı, yazılar redakte edilirdi. Engin Ardıç o zaman çok hızlı çalışıyordu. En parlak dönemiydi. Ben girdikten bir hafta önce bir işkenceci polisin Sedat Caner kapak olmuş ve sayı 150 bin satmıştı. Ortalama da 60 – 70 bin satan bir dergiydi. Magazin kapakları da vardı. Bugüne göre bayağı naif kalıyor. Nokta çok ilginç bir dönemde yayınlanmaya başlandı. 12 Eylül döneminde yoğun bir siyasi ortam vardı; fakat bence siyaset olmayan bir siyasetti. Bir yere varamayacak bir şeydi. Hayatın öbür alanlarını hiç görmeyen, çok dar bir dönemdi. O siyasetin içinde yer alan insanlar bir anlamda bunalmıştı. 12 Eylül kılıcını atıp o süreci kestiğinde, başka şeyler de varmış hayatta diye bir duygu ortaya çıktı. O dönemin çok siyasete gömülmüş insanları aşk, cinsellik, sinema, tiyatro, müzik, sanat, edebiyatın farkına vardı. 1980’den sonra toplumda başka şeylerden de konuşmak, rehabilite olmak için o dar ilgi alanı kırıldıktan sonra insanlar bunları konuşmaya başladılar. Nokta tam o dönemde bu dili sahiplenen dergi oldu. Hayatta siyaset diye bir şey var. Bunu inkâr etmeyelim. Siyaset sonuçta hepimizin hayatında önemli bir yer tutuyor. Onu inkâr etmeyen ama sanatı, edebiyatı, sinemayı da önemseyen, bu da siyasettir diyen bir dergi olarak ortaya çıktı. İnsanlarda büyük bir sahiplenme duygusu yarattı. Tabu kurma lafı vardı. Neden tabu kurma? İnsanlar arkadaş ortamlarında bile kafasında konuşmadan önce “Ben bunu söylemesem mi acaba?” dediği şeyleri, Nokta kapak konusu yapmaya başladı. Aşk, cinsellik, eşcinsellik vs… Anadolu’daki hayvanlarla cinselliği bile kapak yaptı “Eşogelin” diye. Herkesin kendi zihninde taşıdığı bir sürü şey Nokta’da kamusallaştı. Bu arada Alevilik gibi hiç konuşulamayan şeyler de Nokta’da yer aldı. Hayatın aynası oldu ve büyük bir etki yarattı. Nokta 3 – 4 yıl böyle gitti. 90’lardan itibaren giderek sönmeye başladı. Mesela Aktüel, Nokta’nın görmediği bir şeyi gördü. Özal dönemi, kentleşme, dışarıya açılma, tüketim gibi şeylerin de dergisi Aktüel oldu. Ercan Arıklı’nın deyişiyle ‘O dalganın üzerinde sörf yapmaya başladı’ ve o da bir anlamda başarılı oldu. 60 – 70 binlik satışa oldu. Yeni bir şey yakalamış duygusunu verme anlamında başarılı oldu. Giderek sönen ve kadrosunu kaybeden bir Nokta haline geldi. Sonra Ercan Arıklı’nın dergiyi Gelişim Yayınları’nı satıp daha başka yerlere yelken açmaya karar vermesi nihai darbe oldu. Artık son yıllarında 2000 – 3000 satan bir dergi oldu.”

-Daha sonraki hedefleriniz var mı? 50 bin 100 bin gibi?

“Biraz da yatırımla olacak. Biz sonuçta küçük basınız. İmkânlarımız da sınırlı. Bizim arabamız yok işe gitmek için. Mecbur olunca taksiye onu dışında otobüsle gidip geliyoruz. Gazeteciler yurttaşlıktan koptu deniyor. Ben öyle olmamaya gayret ediyorum. Otobüse binmeyi çok severim. Yürürken bir tabela görürsün, insanların vücut dillerine bakarsın. Ben çok önemli bir gazetecinin bana “Metromuz güzel mi?” diye sorduğunu biliyorum. Gazetecilik merak mesleğidir, ama en basit merak bile kendi başına giderilemiyor.”

-Okurlar artık sizden iyi şeyler bekleyecek. Patrondan özel haberler yapmak için para isteyecek misin?

“Evet, başka türlü olmaz zaten. Gazeteciler maalesef bir tembellik içinde. Yaratıcılıkları köreldi. Bir sürü şey otomatiğe başlanmış olarak gidiyor. Biz pazartesi günleri 8 saat gündem toplantısı yapıyoruz. Her şeyden buradan çıkıyor.

GAZETELERİN YAZIİŞLERİ PROBLEMLİ MÜESSESE
Dört aylık bir Güneş gazetesi faslım var. Yazı işlerinde çalıştım. Gazete yazı işlerin konusunda kötü bir deneyiyim oldu. Anladım ki bizim günlük gazetelerde yazı işleri müessesi problemli bir müessese. Garip bir ruh hali var orada. Muhabirler küçümseyen, haberi asıl kendilerinin damga vurduğu zanneden bir grup. Onlara saygı duymaları gerektiği halde, küçümseyen bir müessese. Orada çalışmaktan hiç hoşlanmadım. Haberine başlık atan bir muhabirin azarlandığını gördüm. ‘Başlık atmasını biliyorsa gelsin de burada çalışsın’ dendiğini duydum. Çok sakat bir ilişki! Ben o zaman Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ataberk’e dedim ki, Türkiye gazeteciliğinde Güneş bir şeyi kıracaksa, muhabire hakkı verilsin. Hayatında hiç haber yazmadan gelip yazı işlerinde çalışanlar var, inanılır gibi değil. Zaten muhabirlik de yapamazlar. O insanlardan biri Aktüel Dergisi’nde çalışmaya geldi. Dergide herkesin muhabir olduğunu bilmediği için, ilk gün geliyor ona, “Hoş geldin muhabir misin?” diye soran arkadaşımıza, “Ben hiç muhabirlik yapmadım” cevabını veriyor. Orada muhabirlik yapacağını öğrendi. Bir haber peşinde 1,5 ay koştuktan sonra, yapamayacağını anladı ve istifa etti. İyi bir muhabire editörden daha fazla maaş veren bir gazete hayal ediyorum. Bu kırılamıyor maalesef. Güneş Gazetesi’nden sonra Ercan Arıklı’yla Aktüel dönemi. 9 – 10 aylık yayın yönetmenliğinden sonra bırakıyorum deyip Ayvalık’a taşınmam var. Dönmemek niyetiyle gittim. Ev müsaitti, ekip biçmekle meşguldüm.”  

AYVALIK GÜNLERİM
-Ayvalık’ta yazılarına devam ediyor muydunuz?
“Tamamen gazetecilikten kopmuştum ve halimden çok memnundum. Hiç de öyle bir ihtiyaç duymuyordum. Basit ve yavaş bir hayat yaşıyordum. Bunun benim ruhuma çok uyduğunu düşünüyorum. Gazeteciliğin bana hiç uygun olmadığı kanaatindeyim. Hala öyle… Hiç sosyal biri değilim. Gazetecilik temas isteyen bir şey. Ben her temas öncesinde ‘Eyvah’ diyen ve bunun sıkıntısını çeken biriyim. Kalkan’a gidip yerleşmek hayaliyle yaşadım. Yakın bir zamanda da buna başlayacağım. Yazmakta çizmekte çok gönlüm yok! Bahçeyle uğraşayım, reçel, turşu yapayım. Sade, yavaş, çok az parayla bir hayat istiyorum. Hep öyle yaşadım. Eski eşim “Herkes senin gibi olsa kapitalizm bir gecede çöker” diyordu. Hızlı yaşamayı sevmiyorum. Ben akşam eve gittim mi ‘Oh’ diyorum. Evde bir kadeh rakı koyarım, içerim.

-Futbolla aranız nasıl?
Koyu bir Galatasaraylıyım. Reha Mağden’in Burgazada’daki evinde Beşiktaş posteri gördüm. Futbolla ilgisi yoktur. Bu, Çarşı onu çok etkilemişti, özellikle de o slogan ‘Çarşı, kendine de karşı’ Oradan hasta oldum demişti. Ermeni sorununun çözüldüğü tek yer İnönü Stadı diye haberi çıkmıştı bizde.”

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

“Nokta’nın çok güzel okurları var. Bilinçli bir okur kitlesi var. Bu okurlara layık olmaya çalışıyoruz. Tembellik etmeyeceğiz, çok çalışacağız, Nokta önümüzdeki günlerde daha iyi olacak inşallah!..”