BIST 9.916
DOLAR 32,44
EURO 34,76
ALTIN 2.439,91
HABER /  MEDYA

İslami hareket kan kaybediyor!

Ruşen Çakır, tüm bu yaşananların islami harekete kaybettirdiğini yazdı.

Abone ol

Vatan Gazetesi yazarı Ruşen Çakır, cemaatin yükselişe geçtiğinde düşman sayısının arttığını yazdı.

Buna karşılık 12 yıldır iktidarda olan Erdoğan'ın da düşman sayısının arttığını yazan Çakır, "Ancak düşmanlardan hiçbiri ona Gülen cemaati kadar sert, öldürücü darbeler indirmedi. dedi.

Bu savaşın nedeni olarak iki tarafın da amaç değişikliğini gösteren yazar, "Savaşın nedenini, basitleştirecek olursak, siyasi olanın gözünü toplumsala, toplumsal olanın da siyasiye dikmiş olması şeklinde özetleyebiliriz." diye yazdı.

17 Aralık’tan bu yana yaşananların, hükümet ve cemaatin, sadece kendilerinin değil genel olarak İslami hareketin ciddi bir şekilde kaybetmesine yol açtıklarını gösterdiğini söyleyen yazar, ölümlere tepki vermeyen Başbakan ve etrafındakilerin vicdani refleklerinin de köreldiğini yazdı.

CEMAAT YÜKSELİŞE GEÇTİĞİNDE EPEY DÜŞMAN EDİNDİ

Fethullah Gülen, Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı’ya verdiği mülakatta “Burada ifadeden kaçınacağım o galiz tabirleri, atf-ı cürümleri, mü’minlere karşı ehl-i küfrün bile tarih boyunca kullandığını hatırlamıyorum” demiş.

Galiba haklı. Çok eskilere gitmeye gerek yok; biliyoruz ki Gülen cemaati yükselişe geçtiği andan itibaren epey düşman edindi. Cemaat de düşmanlarının sayısını artırmak için elinden geleni yaptı. Arşivler ortada. Bu düşmanların hiçbiri Gülen’e ve onun takipçilerine karşı Başbakan Erdoğan ve destekçileri kadar sert olmadılar.

AMA BAŞBAKAN'IN DA DÜŞMAN SAYISI ARTTI 

Ama madalyonun bir de öbür yüzü var: 12 seneye yaklaşan iktidarı boyunca AKP ve Başbakan Erdoğan’ın düşmanlarının sayısı da iyice arttı. Ancak düşmanlardan hiçbiri ona Gülen cemaati kadar sert, öldürücü darbeler indirmedi.

SİYASİ İLE TOPLUMSALIN SAVAŞI

Şu soru hayati: Vardığı aşamayı, varabileceği noktayı, kimin ne kadar yara alacağını vb. tartışmayı şimdilik bir kenara koyup hükümet-cemaat savaşının genel olarak Türkiye’deki İslami harekete etkileri üzerine kafa yorduğumuzda ne görüyoruz?

SAVAŞIN NEDENİ

İlk göze çarpan herhâlde şu: Savaş İslami hareketin “siyasi” alanını büyük ölçüde tekeline almış AKP ile aynı hareketin “toplumsal” alanında uzun süredir hegemonyasını ilan etmiş olan cemaat arasında cereyan ediyor. Savaşın nedenini, basitleştirecek olursak, siyasi olanın gözünü toplumsala, toplumsal olanın da siyasiye dikmiş olması şeklinde özetleyebiliriz.

İkinci gözlem: İslami harekette siyasi olanla toplumsal olanı ayırt etmek o kadar kolay olmadığı için, taraflardan herhangi birinin kaybı, birebir olmasa da karşı tarafın hanesine de yazılıyor. Başka bir deyişle, hükümete darbe indiren her yeni ses kaydı cemaatten de bir şeyler götürüyor. Aynı şekilde, örneğin hükümet yanlısı medyanın cemaat aleyhine her gürültülü manşeti AKP’nin itibarının daha da aşınmasına neden oluyor.

İSLAMİ HAREKET KAYBEDİYOR

Durumu daha önceki bir yazımızda “birlikte kazanmışlardı, birlikte kaybediyorlar” (http://www.rusencakir.com/Gulen-cemaati-ve-hukumet-Birlikte-kazanmislardi-birlikte-kaybediyorlar/2147) diye özetlemiştim. 17 Aralık’tan bu yana yaşananlar, hükümet ve cemaatin, sadece kendilerinin değil genel olarak İslami hareketin ciddi bir şekilde kaybetmesine yol açtıklarını gösteriyor. Cemaatin hükümeti yolsuzluk ve yalancılıkla, hükümetin de cemaati komploculuk, çetecilik ve casuslukla suçlamalarının sonuçlarını belki çok kısa süre içinde göremeyebiliriz, ancak bu karşılıklı yaftalardan sadece suçlanan taraflar değil bütün bir camianın olumsuz anlamda etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır.

Dolayısıyla, cumhuriyet tarihi boyunca sistemin merkezine gelmek için onca çaba sarf eden, bu uğurda mağduriyetler yaşayan, bedeller ödeyen dindarların merkezde baş başa kalınca birbirlerini mağdur etmelerinin travmatik etkileri kuşaklar boyu sürebilir.

İNSANİ VE VİCDANİ REFLEKSLER KÖRELDİ

İslami hareketin birikimlerinin sadece cemaat-hükümet savaşıyla heder edildiği söylenemez. Örneğin Başbakan Erdoğan’ın (ve onu destekleyenlerin) devletin sorumluluğundaki ölümlere (Roboski, Hopa, Gezi...) karşı kayıtsızlığına son olarak ve çarpıcı bir biçimde Berkin Elvan’ın hayatını kaybetmesinden sonra tanık olduk. İktidarı muhafaza adına dindar insanların en tabii özelliklerinden olan insani ve vicdani reflekslerin bu derece köreltilmiş olmasının İslami camiada ciddi rahatsızlıklar yaşattığını tahmin ediyorum. 

Bu konuyu bir örnekle, Cihan Aktaş’ın “Berkin için üzülmenin soruları” başlıklı yazısından (http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/19580/berkin-icin-uzulmenin-sorulari) uzun bir alıntıyla şimdilik noktalayalım: “İslami kesimin, paradigmatik zaafları ve sorunlarını sahiplenmelerine hiç de gerek duymamaları beklenilecek bir devlet diliyle konuşacak yerde, bu dilin zaaflarını sorgulayıp değiştirecek Müslümanca bir duyarlık ve yaklaşımla konuşması zaruridir, her şeyden önce. Bunun güncel anlamı şöyle açılabilir: İslami kesim sanki sadece kendi dava gündeminde yer bulmuş Müslümanların başına gelenler için üzülür, özür diler, acı duyar. Roboski, ardından Gezi ölümleri karşısında devlet refleksiyle oluşturulan söylemle hemhal olma manzarası, bu kanaati güçlendiriyor. O zaman da İslamcı, sağın üç halinden biri olarak, ancak kendinden bildiğinin acısıyla ilgilenen, siyaset yorumlarında kusur bulmamak için teknolojik hamleleri ve teknolojinin ışıltısını öne süren bir ‘kendici’ tipe dönüşüyor.”