BIST 10.471
DOLAR 32,78
EURO 35,08
ALTIN 2.450,77
HABER /  GÜNCEL

Türk gazetelerin içerik analizi

Türkiye gazeteleri, Avrupa'dakilere göre daha soft. Özellikle işlenen konuların olduğundan daha değişik verilmesi, Ahmet Tulgar'ın şu analizi yapmasını sağladı.

Abone ol Akşam yazarı Ahmet Tulgar, isimli yazısında Türkiye'deki gazetelerin içerik analizini yaptı. Daha doğrusu Tulgar, Türk gazetelerin eksiklerini kendine özgü tarzıyla ifade etti.

Yazı : Ahmet Tulgar
Kaynak :


Tamam, gazetecisin ama işte yine de iki hafta bölük pörçük haber aldın Türkiye'den. Öyle istedin. Sabahları gittiğin sigaracı, bakkal, internet kafe bileşkesi dükkanda satılan Türkiye gazetelerine nedense hep yan gözle baktın. Göz bile atmadın yani, yan gözle bakıp, hemen kafanı çevirdin.

Düşündün tabii neden böyle yaptığını, neden uzak durduğunu bu rengarenk, alımlı gazetelerden. Kreuzberg'de, hemen her gün uğradığın 'Batteau' adlı kafede bir masanın üzerine her sabah müşteriler için yığılan gazetelerin içinden neden onları değil de Alman gazetelerini çekip aldığını.

O şık, o renkli, o temiz baskılı gazeteler, yani Türkiye gazeteleri beni korkutuyor muydu ne? Hastalık, ölüm haberlerini vermeye giderken süslenmeyi ihmal etmemiş, hatta özellikle abartmış; terk edilmiş ya da ihanete uğramış arkadaşını en şık, en alımlı haliyle ziyaret eden kötü niyetli, aslında ama kendi kendiyle kavgalı bir kadın gibi mi; bir felaket kumkuması, Almanca deyimiyle bir 'Schadenfreude' yani 'başkalarının zararından duyulan mutluluk' müptelası gibi mi geliyordu şimdi bana bu Türkiye'deyken her sabah kapıma bırakılan, uyanır uyanmaz da içeri buyur ettiğim laf, olay ve renk cümbüşü gazeteler, Türkiye gazeteleri, Türkiye bohçacıları?

Dönünce buraya, Türkiye'ye, bu konuyu birkaç kez ama artık üzerinde fazla durmadan yeniden düşündüm. Üzerinde fazla durmadan çünkü burada artık o kadar dikkat çekmiyor, rahatsızlık vermiyor, ciddiye de alınamıyor, alınmasına gerek olmuyor yüzeysellikleri, biçimcilikleri ve siyasi edepsizlikleri gazetelerimizin.

Acaba şundan mıdır? Burada, zaten biçimci yaklaşım ve tavırların ve tam da bu yüzden oluşan bir sosyal mutsuzluğun, tatminsizliğin, kendi kendiyle kavgalılık halinin baskın olduğu bir gündelik hayatın içine çıktıkları için midir bu histerik bir kahkaha gibi çınlayan söyleminin gazetelerimizin fazla batmaması insana?

Avusturyalı yazar Thomas Bernhard, 'Holzfaellen (Odun Kesmek)' adlı romanında Avusturya gazetelerinin dünyadaki en kötü gazeteler olduğunu ama işte tam da bu yüzden dünyanın en güzel gazeteleri olduğunu söyler.

Yani en güzel gazete en kötü gazete midir? İyi gazete olmak için kötü gazete mi olmak gerekir, şarttır?

Belki de her ülkenin yurttaşına kendi ülkesinin gazeteleri dünyanın en kötü gazeteleri gibi geliyordur. Belki de gazetelerin suçu değildir; o gazetelerin her gün haber çıkartmak, içinden çıkmak zorunda olduğu gündelik hayattan, bu tekerrürden bıkkınlığımızdır gazetelerimizi böyle acımasızca tasvir etmemizin, onlardan böyle kötü bir izlenim almamızın nedeni, belli bir mesafeden bakınca artık.

Ama mümkün değil işte; gazetelerimizle kavgamız kendi kendimizle kavgamızsa da, bunu bilsek de, yine de başka ülkelerdeki o raflarda, o kafe masalarında en kötü, dünyanın en kötü gazeteleri Türkiye gazeteleri imiş, Türkiye gazeteleridir gibi geliyor bana.

Bazen bir masada bir Türkiye gazetesinin tam sayfa bulmacası çözülüyor oluyor. Bulmacanın ortasına gömülü suratlar o kadar tanıdık, o kadar eskimiş, bıktırmışlar ki beni kendilerinden. Sorulan sorular, gazetenin sorduğu sorular o kadar kolay, o kadar çalıştığımız, ezberlediğimiz yerden ki, o zaman o kafeden kaçmak istiyorum. Sanki o bulmacadaki bir sorunun cevabı da benmişim, hiçbir gizlim saklım kalmayacakmış gibi o soru cevaplanınca.

Sonra, bir gün sonra hemen, başka bir masada, artık Berlin'de değil, İstanbul'da bir masada, sen bakıyorsun yüzüme karşımdaki iskemleden. Arada bir kafanı kaldırıp bir bulmacadan, yine tam sayfa. Kaldırıp koyuyorsun sonra bir kenara gazetenin ekini, tamamlayıp bulmacayı. Bulmacasını. Uzanıp ana gazetelerden birini alıyorsun bu kez. Sen düzden, ben tersten okuyup aynı gazeteden haberleri, daha çok senin başlatmalarınla yorumluyoruz olayları.

Senin yüzünle, gülüşün ve ciddiye alışınla, her sabah uğradığım ve o saate kadar hala okumadığım son birkaç gazeteyi tedarik ettiğim Taksim'deki gazete satıcısının halimi hatırımı soruşuyla, daha birçok yüz ve gülüş ve ciddiye alışla, yüzler, gülüşler ve ciddiye alışlarla yeniden gazetelerimizin okuru oluyorum.

Kimin Başbakan'ın uçağında şarap içtiğiyle bile ilgilenir oluyorum sonunda.

Birbirimize benziyoruz hızla. Gazetelerden, gazetelerimizden kafalarımızı kaldırdıkça bunu fark ediyoruz.

Sonra kalkıyorum seninle karşılıklı oturduğumuz masadan nihayet. Gideceğim.

Tam arkamı dönüp bir adım atmışken adımı söylüyorsun. Yüzümü iki elinin arasına alıyorsun ve 'Hoşgeldin ülkene' diyorsun.

Çantamda o günün gazeteleri, İstanbul'un bir caddesine çıkıyorum.