BIST 9.916
DOLAR 32,42
EURO 34,83
ALTIN 2.432,05
HABER /  GÜNCEL

Komutandan zehir gibi mektup!

Emin Çölaşan genç subayları çok sevdi. 12 Eylül komutanlarından Bölükgiray'ın mektubu hükümete uyarı niteliğinde...

Abone ol

Hükümetin ateşli muhalifi Sözcü yazarı Emin Çölaşan genç subayları yeniden gündeme getirdi. 12 Eylül döneminin aktif komutanlarından Nevzat Bölükgiray'ın hükümete aba altından sopa gösterdiği mektubu bugünkü köşesinde yayınladı.

Emekli Korgeneral Bölükgiray'a göre TSK üst kademesindeki komutanlar tabanın baskısı altında. İşte Çölaşan'ın "haksız mı" sözleriyle desteklediği o mektup:

(...)EMEKLİ Korgeneral, 12 Eylül öncesi ve sonrasında Adana ve çevresi Sıkıyönetim Komutanı, sonra Genelkurmay Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı olarak görev yapan ve çok ilginç kitapların yazarı olan Nevzat Bölügiray dan aldığım mektubu aynen yayınlıyorum: "Sayın Çölaşan, Genelkurmay Başkanının son konuşmasını ve isyanını dinleyince, zaten dolu olan içim bu kez taşma noktasına geldi. Duygu ve düşüncelerimi size aktarmak istedim.
Batı demokrasilerinde bir genelkurmay başkanının askeri görevleri dışında konuşması görülmüş şey değildir. Çünkü o ülkelerde ülkeyi bölmeye yönelik dış destekli bir terör olayı ve siyasi örgütlenme yoktur.
Şeriat rejimini veya dini diktatörlüğü amaçlayan bir tehdit de yoktur. Ya da o ülkenin ordusuna, TSK'ya yapıldığı gibi aşağılık saldırılara tanık olunmaz.
Dikkat edilirse, genelkurmay başkanları bu bağlamda iki nedenle konuşmak zorunda kalmaktadır.
İlki, TSK'ya yapılan haksız eleştiri ve iftiralar ile aşağılık saldırılar nedeniyle TSK'yı savunma amaçlıdır. Gerçekte savunması gerekenler cumhurbaşkanları, başbakanlar, ilgili bakanlardır! Savunmak nedir? Her kurumda yasadışı eylemlere alet olanlar çıkabilir. Yanlış olan, bu türde her olayı TSK'nın tümünü yıpratmak için kullanmaktır. Bu, sadece TSK için uygulamaya sokulan sistemli bir eylemdir.
Örneğin Emniyet Teşkilatında sık sık genel müdür yardımcılarından sıradan polislere kadar çeşitli suçlardan yakalananlar oluyor. Ama hiç kimse polisi yıpratmak için bunları bir saldırı fırsatı olarak kullanmıyor. Ülkeyi yönetenlerin 'Bu olaylar TSK'nın tümünü kapsamaz, TSK'yı yıpratmak için kullanılmamalıdır. Suçlular, o suçu işleyenlerdir' demeleri acaba o kadar zor mudur?
Ama sorumlu yetkililer ne yapıyor? Sessiz ve seyirci kalıyorlar! Bu ise eski deyişle 'Sükut ikrardan gelir', yani 'Sessiz kalmak kabul etmek demektir' anlamına gelmektedir.
Ya da bazen olduğu gibi sessiz kalmak bir yana, bir kısım medya ile koordineli olarak hareket ediyorlar, ortaya atılan iddiaları pekiştirmeye çalışıyorlar.
Sorulduğunda 'Olay bağımsız yargıya intikal etmiştir' diyerek geçiştiriyorlar. Hangi bağımsız yargı (?!) ikincisi, ülkeyi yöneten sorumlu yetkililer giderek tırmanan irtica ve etnik Kürtçülük-bölücülük karşısında da sessiz kalıyorlar. İleride bu iki tehdit konusunda bir kalkışma olması, ya da İslamcı-Faşist bir rejimin egemen olması durumunda, bu millet, Cumhuriyet rejiminin yasal koruyucusu olan TSK'yı 'Neden uyudun, görevinin gereği olan hazırlıkları neden zamanında yapmadın' diye suçlamaz mı?
Şunu da unutmayalım: Komutanlar hem TSK'ya saldırılara yoğun tepki gösteren, hem de tırmanan dinsel ve etnik bölücülük karşısında büyük endişe duyan ordu tabanının psikolojik baskısı altındadır.
Yukarıdaki konularda TSK'nın rahatsızlığını genelkurmay başkanları dile getirdiğinde, ya da baş başa yapılan görüşmelerde anlattıkları halde bu yakınmalar dikkate alınmazsa, gereği yapılmazsa ve yargı da bunları görmezden gelirse, o zaman genelkurmay başkanları haklı olarak konuşurlar. Bu, siyasete karışmak değildir.
Sürekli darbe söylentilerine ve askerlerin sivil yargıda yargılanmasına gelince: Ne yazık ki 1950'den bu yana ülkedeki siyasi gerginliklere, kargaşaya ve iç tehdidin tırmanmasına paralel olarak, TSK'da bazen gruplaşmalar ve darbe niyetlileri çıkmıştır.
Ancak TSK bunları yönetsel veya askeri yargı yoluyla daima tasfiye etmiştir. Çeşitli gruplar ordudan ihraç edilmiş, yargılama sonucu çeşitli cezalar almıştır. Albay Talat Aydemir ve bir arkadaşının idam edilmesi, 2 bin Harp Okulu öğrencisinin okuldan atılması ve birçok personelin ceza alması, 12 Mart ve 12 Eylül sonrasındaki tasfiyeler sadece basma yansıyan birkaç örnektir.
Darbeyle ilgili olmasa da, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı'nı yargılayıp hapseden ve rütbelerini söken de askeri yargıdır.
Öte yanda, dosyalar dolusu suçlar işleyen kaç siyasetçi sivil yargıda yargılanmıştır?! Askeri yargının görevini ödünsüz yaptığına neden inanılmıyor da, sivil yargı devreye sokuluyor? Bunu anlamak mümkün değildir.
Yoksa amaç Ergenekon davasından cesaret alarak TSK'ya yapılan baskıları daha da arttırmak mıdır?
Ayrıca belirteyim ki, ben bu Ergenekon davasının, 30 yıl süren Dev-Yol davasına benzeyeceğinden endişe etmekteyim.
Saygılarımla.
"

İşte bir askerin, geçmişte çok önemli görevlerde bulunan emekli Korgeneral Nevzat Bölügiray'ın sözleri.
Haksız mı?