BIST 10.471
DOLAR 32,78
EURO 35,08
ALTIN 2.448,57
HABER /  GÜNCEL

Film icabı değil; gerçeği oynadılar

Türk Silahlı Kuvvetleri iftiharla sunar: Film icabı demediler, askerce çarpıştılar. Türkiye'nin ilk Çanakkale filmi bundan 40 yıl önce TSK-Yeşilçam işbirliğiyle çekildi.

Abone ol

Türkiye’nin ilk Çanakkale filmi bundan 40 yıl önce Türk Silahlı Kuvvetleri-Yeşilçam işbirliğiyle çekildi. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in oğlu Tolga Örnek’in Gelibolu belgeseli hayal kırıklığına neden olurken, bir ayda 5 milyon kişinin izlediği ‘Çanakkale Aslanları’ kırılması güç bir rekora imza atmıştı. Yıl 1964, aylardan eylül. Albay Nusret Eraslan, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Foto Film Merkezi’nde bir taraftan Çanakkale Savaşı’nın belgelerini inceliyor, diğer taraftan altı ay sonra yapılacak olan 50. yıl kutlamalarının nasıl olması gerektiğini düşünüyordu. Zaman zaman telefona sarılıp Yeşilçam’daki dostlarını arıyor, görüşlerini soruyordu. Bir süre devam eden görüş alışverişinin ardından yüzyılın en büyük iki kara çıkarma harekâtı olan Çanakkale Savaşı’nın ilk kez beyaz perdeye aktarılması fikri doğdu. Hiç vakit kaybetmeden durumdan vazife çıkaran Türk Silahlı Kuvvetleri, “Çanakkale”nin coşkusunu ve milli ruhunu yaşatacak projeye tam destek verdi. Yeşilçam’la birlikte film işine girdi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin And Film’le yaptığı anlaşmanın ardından Çanakkale Savaşı’nın, o güne kadar gün yüzüne çıkmamış mektupları, belgeleri ve fotoğrafları incelendi. Yurdun çeşitli yerlerinde hâlâ hayatta olan yüze yakın Çanakkale gazisiyle görüşüldü. Tarihçilere danışıldı. Ardından Fahri Celal Göktulga gerçeğe uygun bir senaryo kaleme aldı. Tarihî filmde başrolleri Yeşilçam’ın jönlerinden Tanju Gürsu ile Deniz Binbaşısı Rıdvan Pekkan’ın kızı Ayşe Ajda Pekkan paylaştı. Tanju Gürsu’ya cengaver Osmanlı askeri ‘Mehmet’, babasının görevi dolayısıyla çocukluğu Gölcük’te, Amerikan askerlerinin ailelerinin arasında geçen Ajda Pekkan’a ise, İngiliz hemşire ‘Luna’ rolü verildi. Ayrıca Hulusi Kentmen’den Muzaffer Tema’ya kadar 17 oyuncu ve Albay Baki Sönmez komutasındaki 46. Piyade Alayı’ndaki bin 200 asker de filmde rol aldı. Bu rakam tarihin en büyük çıkartmalarından biri için az bulununca çevre birliklerden de takviye edilerek asker sayısı 10 bine çıkarıldı. Ardından Gelibolu’da, Anafartalar’da çarpışmaların yaşandığı bölgelerde kilometrelerce uzunluğunda siperler kazıldı. Kum torbaları konuldu. Yüzlerce kilometrelik film seti eğitim alayı gibiydi. Askerler durmadan çalışıyordu. Bir eylül sabahı Gölcük’ten harekete geçen Deniz Kuvvetleri’ne ait savaş gemileri, Çanakkale Boğazı önlerine geldiğinde, binlerce asker Osmanlı askerî kıyafeti giyerek siperlerdeki yerini almıştı bile. Yönetmen Turgut Demirağ ve askerî yönetmen Albay Nusret Eraslın’ın işaretiyle “savaş” başladı. Ancak yaz aylarında çekilmesi gereken sahneler vakit darlığı nedeniyle kış aylarında çekilince, askerler ve oyuncular hem Anzaklara karşı hem de iklim koşullarına karşı mücadele ediyordu. Filmin asası düşük olduğu için geniş açı sahnelerinin çekilmesi sırasında havanın iyi olması gerekiyordu. Bazen hava birden bozabiliyor, askerler siperlerde saatlerce kar ve yağmur altında beklemek zorunda kalabiliyorlardı. Tanju Gürsu, “Tepelerde rüzgar o kadar kuvvetli esiyordu ki yakın plan çekimlerinde ışığı ve kamerayı dörder askerle güçlükle tutuyorduk.” diyor. Kamera arkasında bekleyen kurmay albaylar, teknik açıdan bir yanlışlık olmaması için bütün sahnelerin çekimlerini yakından takip etmiş, gerektiğinde süngüyü yanlış tutan askerlere bile müdahale edip filmin hatasız çıkmasına önemli katkıda bulunmuşlardı. Zaman zaman askerlerin itaatsizliği de çekimleri hayli aksatmış. 46. Piyade Alayı’ndan İsmail Hakkı Kesen, ‘o an’ları şöyle anlatıyor: “Göğüs göğse yaşanan çarpışmaların ardından şehit düşen askerlerden bazıları gözüne güneş geldiği için sürünerek gölgeye gidince ya da ayağa kalkıp yürüyünce o sahneler boşa gidiyordu. “Ölenler kalkmasın, ölenler kalkmasın...” uyarılarına aldırış etmeyen askerler, “ateşkes” denildiği halde can sıkıntısından bütün mermileri yakınca komutanlarımız tarafından hizaya sokulurdu.” Anzak sahnelerin çekimleri sırasında Osmanlı askerî kıyafeti çıkartılan askerlere Anzak üniforması giymeleri emredilince “Biz gavur olmayız” diyerek isyan etmişler. Her ne kadar film icabı da olsa askerler düşman rolünü oynamak istemeyince komutanların emriyle sorun çözülüyormuş. Altı ay süren zorlu çekimler sırasında askerlerin mutlu olduğu anlar da var: Saç sakalın serbest olması, karavana yerine “yalancı dolma” dedikleri konservelerden dağıtılması askerleri hayli mutlu etmiş. Çanakkale Arslanları Gallipoli’ye karşı! Her gün askerler ve oyuncular 30-40 kilometreyi kat ederek çekim bölgelerine ulaşabiliyordu. O tarihte Eceabat’ta sadece bir tane otel olduğu için 100 kişilik film ekibi buraya sığmamış. Herkes bulduğu yere başını sokmuş. Tanju Gürsu da bir ev kiralayıp, temizliğini yaparak sobasını kurmuş. Ajda Pekkan’a da kalması için bu evi önermişler. Pekkan için pazardan bir de yatak alınmış. Modern bir ortamda yetişen Pekkan, evin halini görünce “Ben böyle bir yerde kalamam” diyerek İstanbul’a dönmek istemişse de güçlükle ikna edilebilmiş. Altı ayın sonunda zorlu kış şartlarına rağmen filmin karadan, havadan ve denizden yapılan çekimleri tamamlandı. Filmin banyosu Belçika’da yapıldı. Türk sinemasının ilk renkli filmlerinden olan Çanakkale Aslanları, 18 Mart’ta sinemalarda gösterime girdi. Tanju Gürsu’nun verdiği bilgiye göre filmi bir ayda 5 milyon kişi izledi. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Yeşilçam işbirliğiyle çekilen Çanakkale Aslanları, Türkiye’de kırılması güç bir rekora imza attı. Çanakkale Aslanları, Tolga Örnek’in Gelibolu belgeseli gibi toplumun çeşitli kesimlerinde hayal kırıklığına neden olmadı. Aksine Türkiye o zaman bu film sayesinde “Çanakkale geçilmez” düsturunun coşkusunu ve milli ruhunu yaşadı. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in oğlunun belgeselinde Türk askeri için ‘olmazsa olmaz’ unsurlar flulaştırılarak anlatılıyor. Canlandırma sahnelerinde hücum eden Türk askerinin ‘Allah Allah’ dediğini sadece tahmin ediyoruz. 40 yıl önce Türk Sillahlı Kuvvetleri’nin iftiharla sunduğu filmde olmazsa olmaz unsurların hiç atlanmadığı dikkati çekiyor. Filmde Mustafa Kemal, “Ben size taarruzu emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum.” dedikten sonra ezanlar okunuyor. Tanju Gürsu cephede su sıkıntısı olduğu için toprakla teyemmüm ediyor. Ardından askerlerine namaz kıldırıp Allah Allah nidalarıyla taarruza geçiyor ve emri yerine getiriyor. 57. Alay şehit düşüyor. Siperlerin gerisindeki çalılıklarda askerlerin iç çamaşırlarını bulan komutanlar sağ kalan iki askere bunların anlamını soruyor. Askerler, arkadaşlarının biraz sonra şehit olacaklarını bildiğinden Allah’ın huzuruna temiz çıkabilmek için kirli çamaşırlarını değiştirdiklerini söylüyor. “Bunlar savaşın özünü anlatan sahnelerdi.” diyen Tanju Gürsu, savaşın Türkleri ilgilendiren tarafının eksik kalmasından dolayı Gelibolu’ya tepkili: “Çanakkale’de sen bir ülkeyi Haçlı saferlerine karşı durduruyorsun. Osmanlı’ya karşı yapılmış bir haçlı seferiydi. Atatürk, ‘Öleceksiniz’ dedi, öldük. O sahneyi hatırladıkça bakın hâlâ tüylerim diken diken oluyor. Bunlar Türk’ün özünü anlatan sahneler. Buradan bir Atatürk, bir İstiklal Marşı çıkmıştır. İnsanların Çanakkale’nin iman gücüyle kazanıldığına inanması lazım. Top yok, tüfek yok ama askerin imanı var. Çanakkale’nin ruhu budur. Yoksa 250 bin asker orada ölmüş, burada ölmüş bir önemi yok. Allah aşkı olmadan savaş olur mu? Bunları çıkarırsan geriye sadece savaş filmi kalır.” Eleştirilerin haklılık payının olmasından dolayı mı, yoksa Türk halkının belgesel seyretme merakının az olmasından mıdır bilinmez, Gelibolu belgeselini gösterime girmesinin üzerinden on gün geçmesine rağmen izleyenler 200 bini zor buluyor. Filmi izlemek üzere gittiğimizde ilk günlerden farklı bir manzarayla karşılaştık. Galadan sonra hınca hınç dolan salonlarda bugünlerde 10-15 kişi bulmak zor. Gişe verileri, Gallipoli’nin Çanakkale Aslanları karşısında mağlup olduğunu gösteriyor. Bakalım bir ayın sonunda Gelibolu’yu kaç kişi izleyecek. Çanakkale Aslanları’nı 5 milyon kişinin izlediği yıllarda Türkiye nüfusunun 30 milyon olduğunu da unutmamak gerek. Elbette 1964’te çekilen filmle 2005 yapımı bir film prodüksüyon açısından birbiriyle karşılaştırılamaz; ancak çıkarılması gereken önemli dersler olduğu açık. Haber: Yaşar Durukan Kaynak: Zaman