BIST 10.708
DOLAR 32,20
EURO 35,01
ALTIN 2.500,71
HABER /  GÜNCEL

Ecevit'in çorbasını biliyor muydunuz?

Türk siyaset tarihine damgasını vuran Bülent Ecevit'in soyadını aldığı yeri ve adına çorba yapıldığını biliyor muydunuz?

Abone ol

Araştırmacı yazar Gülnur Yeşilbaş, Karadeniz'in saklı cenneti olan İnebolu ve Kastamonu ekseninde bilinmeyen güzellikleri kaleme aldı...

Sabah saat 05.30. Otobüsümüz Küre Dağları’nın kıvrımlı yollarında. Her yer orman… Aldığı nefesten çıkan buhar bulutu gibi, ormanların üzerinde öbek öbek olmuş beyaz sis bulutları. Yumuşacık.

İçimden tekrarlayıp duruyorum Nazım’ın mısralarını:
“Ayın altında kağnılar gidiyordu
….
Ve kadınlar bizim kadınlarımız “

Şimdi üzerinde olduğumuz bu dağları, cephane taşıyan kağnılarla aşarak, ülkenin yazgısını değiştirmeye gidiyorlardı, kahraman ve mübarek kadınlar…

Kentleri kent yapan öyküleridir.

İşte İnebolu’nun öyküsünü de yazan bu kadınlar ve erkekler. Kayıklarla kıyıya getirilen cephaneyi kağnılarla cepheye taşıyanlar, bugünkü İnebolulular’ın dedeleri, nineleri...

Kıvrımlı dağ yollarından sonra karşımızda Karadeniz ve İnebolu.
Sahildeki Yakamoz Otel’in bahçesinde, dalgaların sesi karşılıyor bizi. Bir de bahçedeki motosikletler. Yakamoz Motel motosikletli gezginlerin uğrak yeri.
Mütevazı odanın balkonundan dalgaları, uzun kumsalı, balkon önündeki çiçekleri seyredip taze havayı, doğanın sesini yani, sessizliği içime çektim.

Yakamoz Motel İnebolulu bir grup girişimcinin sosyal sorumluluk projesi olmuş sanki. Diyorlar ki “Motel’e İnebolu’ya hizmet olsun diye yatırım yaptık. Bugüne kadar buradan bir gelir elde etmedik.”

Moteldeki kahvaltıdan sonra İstiklal Madalyası’nı hak etmiş dedelerinin gururunu taşıyan İnebolu gezimize başlarken, eski İnebolu evlerinden bizi izleyen kız çocuğunu fotoğraflıyoruz. İnebolu sadece geçmiş zamandaki kahraman dedelerinin gururunu günümüz taşımamış. Eski konaklarının izlerini de bugüne kadar getirmiş.

Daracık sokaklardan geçiyoruz ve İnebolu’nun mimari dokusunu günümüzde yaşatan konakları fotoğraflıyoruz.

Bugün müze haline getirilen tarihi Türk Ocağı’nda bir mola veriyoruz. Atatürk’ün şapka devrimi konuşmasını yaptığı yer Türk Ocağı binası. Türk Ocağı sorumlusu Nurhayat Ergün’ün muhteşem sunumu bizleri sanki o günlere yeniden götürdü. Eskişehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in yaptığı Atatürk’ün balmumundan heykelinin yanında fotoğraflar çektikten sonra yönümüzü dağlara çeviriyoruz.


ERSİZLERDERE KÖYÜ

Küre dağlarının doğal yaşam çeşitliliğini, yeşilini seyrederek Ersizlerdere Kanyonu’na doğru yol alıyoruz. Dağların ortasında öbek öbek küçük köyleri tependen seyrederek, kâh mola verip eşsiz doğanın fotoğraflarını çekek Ersizlerdere’ye geliyoruz.

Ersizlerdere’nin girişinde Küre Belediye Başkanı Kamil Aydınlı bir heyetle karşılıyor bizi. Küre sınırları içinde gezeceğimiz her yerde kendisi bize rehberlik edecek. Gün boyu harika bir ev sahipliği yapan Başkan Aydınlı, işe “Ersizlerdere”nin hikâyesini anlatarak başlıyor.

Bu köy, Kuruluş Savaşı’nda o kadar çok şehit vermiş ki, “ersiz” yani erkeksiz kalmış. Babasız, eşsiz, yavuklusuz kalmış kadınlar. Ersizlerdere doğası ile büyülü, adı ile yüreği sızlatan bir yer.
Kanyonun girişindeki küçük köyden geçerken tek bir insan sesi yok. Köylüler bir komşunun düğününe gitmiş, köy bomboş.

Köyün yanındaki kanyon bir dere boyunca uzanıyor. Kanyon boyunca yürüyüşe başlarken kimimiz yolun başında kimimiz yolun ortasında pes edip geri döndü. Yürüyenler de çamurlu pantolon ve ayakkabılarla geri döndüler. Aklınızda bulunsun eğer Ersizlerdere Kanyonu’na yolunuz düşerse lastik botlarınızı yanınıza almayı unutmayın.

Sadece Ersizlerdere Kanyon’u değil Küre, ormanlarla kaplı dağları, bitki örtüsü, yaban hayatı… Kısacası doğal teması ile outdoor sporlar için mükemmel bir mekân.

ECEVİT HANI ve ECEVİT ÇORBASI

Savaş yıllarında İnebolu’dan cephane nakledilirken konaklama yeriymiş Ecevit Han. Tarihi han, bölgede “Ecevit” adı verilen mevkide.

Ecevit Han, İnebolu’dan başlayan ve Kastamonu’ya uzanan Atatürk ve İstiklal Yolu projesi çerçevesinde de restore edilmiş. Atatürk’ü ve birçok devlet adamını, şair ve devlet büyüğünü ağırlamış. Bunlardan biri de Bülent Ecevit’in babası Fahri Ecevit. Aslında bu yerin Ecevit’ler üstünde tarihi bir anısı var. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Kastamonu milletvekilliği yapan Bülent Ecevit’in babası Dr. Fahri Ecevit, soyadı kanunu çıkınca bu mevkiden esinlenerek “Ecevit” soyadını almış.

Ecevit adı verilen bir de yemek çeşidi var. Ecevit çorbası.

Malzemeler:

1 kg pirinç
2 yumurta
2 çorba kaşığı yoğurt
1 çorba kaşığı un
10–15 gr. tereyağı

Yapılışı:

Pirinç 1 saat önce ıslatılır, süzülür, tekrar su eklenerek haşlanana kadar kaynatılır. Bir kâsede yumurta, un ve yoğurt çırpılır. Haşlanan pirince, çırpılan malzemeler yavaş yavaş ilave edilir. Daha sonra çorba kâselerine alınır. Üzerine nane serpilir. En son tavada tereyağı altın rengini alana kadar kızartılır. Kızgın tereyağı nanenin üzerine dökülür.

400 YILLIK İZBELİ ÇİFTLİĞİ’NDE KAHVALTI

Yolunuz Kastamonu’ya düşerse kahvaltıyı muhakkak İzbeli Çiftliği’nde yapın.

Padişah 4. Mehmet nam-ı diğer Avcı Mehmet, İzbeli ailesinin dedelerine vermiş bu çiftliği. İzbeli ailesinin dedeleri 400 yıl tımarlı sipahi ocağı olarak hizmet vermiş Osmanlı’ya. 400 yıl. Hafız Selma İzbeli Kurtuluş Savaşı yıllarında Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nde çalışmış. Savaşın finansmanı çerçevesinde tüm Anadolu’da olduğu gibi Hafız Selma İzbeli de burada kadınların küpelerini, yüzüklerini toplayarak hazineye vermiş.
Bundan 8 yıl önce turizme açılmış çiftlik. Konağın odalarına masalar koymuşlar. Sabiha Hanım kendi elleriyle hazırladığı köy kahvaltısını sunuyor misafirlerine. Sanki akraba, eş dost ağırlar gibi. Çeşit çeşit reçeller, peynirler, sahanda yumurtalar, köy ekmeği. Muhteşem bir kahvaltı… Ama kahvaltı kadar İzbeli Ailesi’nin öyküsü de muhteşem.
Torun İzbeli, oğul İzbeli de konuklara servis yapıyor.
Sabiha Hanım, masaları dolaşıp sohbet ediyor. Konukları Çiftlikten el sallayarak uğurluyor.

KASTAMONU’DA NEREDE KALINIR?

Kastamonu’da birçok konak restore edilerek otel haline getirilmiş. Ancak konaklama için enteresan bir alternatif Kurşunlu Han. Buram buram tarih kokuyor. Kurşunlu Han bundan 550 yıl önce, Candaroğlulları Beyliği’nin son hükümdarı Kemalettin Bey tarafından yaptırılmış.

Kapıdan içeriye adım atınca zaman değişiyor. Sanki hemen şimdi ana kapıdan atları ile yolcular gelecek, bir duvara atın yularını bağlayacak, “Hey, hancı. Bu gece konaklayacak yer var mı?” diye soracak. 2 katlı bir han. Orta avlunun üstü açık, dört tarafında modern şekilde döşenmiş odalar...

Yarım asır tarihe tanıklık etmiş Kurşunlu Han uzun bir süre depo ve dükkân olarak kullanılmış. Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün kurulmasıyla koruma altına alınmış. Kastamonulu işadamları tarafından 20 yıllığına kiralanmış ve restore edilerek "Kurşunlu Han Otel" adıyla tarih kokan modern bir mekâna dönüştürülmüş.

Kurşunlu Han’ın kalın duvarları Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları şiirini hatırlattı. Ve gözlerim duvarlarda o şiirin mısralarını aradı.

Öğle yemeğini Kurşunlu Han’da Kastamonu Valisi Mustafa Kara ve Belediye Başkanı Turhan Topçuoğlu’nun da katıldığı bir heyetle yiyoruz. Vali ve Belediye Başkanı’nın Kastamonu ile ilgili Ekonomi Gazetecileri Derneği Üyesi gazetecilere verdiği bilgilerden sonra Tosya’ya doğru yola çıkıyoruz.

MEŞHUR ‘TOSYA PİRİNCİ’ MEĞER YALANMIŞ

Yeşilin her tonunu barındıran asırlık çam ağaçları ile kaplı Ilgaz dağlarını aşıp arkamızda bırakınca, Karadeniz’in o kendine has iklimi de aniden bitiyor. Pirinci ile meşhur Tosya’ya girince kendimizi Orta Anadolu’nun ikliminde buluyoruz.

Tosya Belediye Başkanı Kazım Şahin’in misafirperverliği övülmeye değerdi. Başkan Şahin’in verdiği bilgilerden anlıyoruz ki; “Tosya pirinci” diye satılan ve alıp yediğimiz pirinç aslında yalanmış. Çünkü Tosya’da artık pirinç yetişmiyor. Üretici büyük tüccarların kurbanı olmuş. Ürettiği değeri alamayınca yıllardır pirinç üretmekten vazgeçmiş.

Keyifli bir Kastamonu gezisine Tosya’da bir akşamüstü nokta koyuyoruz. İstanbul’a doğru yola çıkarken hepimizin üzerinde tatlı bir yorgunluk rehaveti vardı.