BIST 10.083
DOLAR 32,42
EURO 34,84
ALTIN 2.438,91
HABER /  POLİTİKA

Altandan Başbuğa çok sert satırlar!

Ahmet Altan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ'a çok sert çıktı: Hiç mi yüzünüzü kızartmıyor?

Abone ol

Genelkurmay'ın Balyoz Harekatı ile ilgili açıklamasını "Genelkurmayın yalanı" olarak niteleyen Taraf yazarı Ahmet Altan'dan çok sert bir yazı geldi.

Altan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'a hitap ettiği yazısında 'Hiç mi yüzünüz kızarmıyor?' diye sordu. 

İşte Altan'ın zehir-zemberek o yazısı:

- Bizim Genelkurmay'ın "Balyoz Darbe Planı"yla ilgili yaptığı açıklamayı okudum.

Bu açıklamayı yapan Genelkurmay, bizim belgelerini yayımladığımız "seminerin" varlığını kabul ediyor.

Ve bu seminerde hazırlanan planları sahipleniyor.

"Balyoz Darbe Planı yoktur" demiyor, "öyle planlar yapılmadı" da demiyor ama "öyle planlar yokmuş" izlenimi yaratacak bir üslup kullanıyor.

Şöyle diyor: "Bu plan seminerine ilişkin olarak ortaya atılan iddiaları, aklı ve vicdanı olan hiçbir kimsenin kabul etmesi mümkün değildir." Kilit kelime "iddialar" kelimesi.

Yani ortada bizim yayımladığımız belgeler, krokiler, timler, planlar yok, sadece "iddialar" var.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, böyle bir açıklama yayınlayıp bizim yazdıklarımıza "iddialar" dediğine göre demek ki binlerce sayfalık bu metinleri okudu.

Okuduktan sonra da orada gördüklerine "ordu" adına sahip çıkması gerektiğine karar verdi.

Şimdi Başbuğ'a sormak istiyorum o binlerce sayfalık seminer belgelerini okudunuz mu?

Okuduktan sonra mı savunmaya karar verdiniz?

Savunduğunuz o belgeleri sahiplenerek, o seminerde işlenen suçları da sahiplendiğinizin farkında mısınız?

Farkında olmalısınız.

Bu açıklamanızla birlikte artık sizi de "kapsayan" bu "iddiaları" bir konuşalım o zaman.

Birinci Ordu'da "dış tehditler" konulu seminerde bir "darbe planı" hazırlandı, bunun belgelerini yayımlıyoruz.

Bu belgeleri bize o dönemde Birinci Ordu'da görev yapmış bir subay ulaştırdı.

Bizim yayımladığımız belgelerin orijinal metinlerinin hazırlandığı "bilgisayarların" kimlere ait olduğunu gösteren bilgisayar bilgileri de o CD'lerde kayıtlı.

Biz bu belgeleri ve CD'leri savcılığa da teslim ettik.

Emirlerin üstünde "tarihleri, numaraları, emri verenlerin imzaları" var.

Sizin "aklı ve vicdanı olan kimsenin kabul edemeyeceğini" söylediğiniz o hazırlıklar gerçekten de akla ve vicdana aykırı işler.

Zaten soru da bu.

Akla ve vicdana aykırı işleri planlayan insanları neden orgeneralliğe kadar yükseltiyor ve bu eylemlere daha sonra sahip çıkabiliyorsunuz?

Neden bu belgelerin varlığını kesin bir şekilde yalanlamadan, "yalanmış izlenimi" yaratacak ifadeler kullanıyorsunuz?

Neden gerçekleri saklıyorsunuz?

Halkınıza yalan söyleme hakkını nereden buluyorsunuz?

Bu kadar ciddi bir olayı "hemen soruşturmak" için harekete geçeceğinize, bunlara "iddia" deyip üstünü örtmeye nasıl cüret edebiliyorsunuz?

Ordunun işlediği bütün suçların üstünün örtülmesine alışkın olduğunuzdan, karşılaştığınız bu "yeni" durumu algılamakta zorlanıyorsunuz sanırım.

Durumu daha "net ve açık" olarak anlamanıza yardımcı olabilmek için "camileri bombalamak" görevini alan "timleri" bugün isim isim açıklıyoruz.

"Camileri bombalama" görevini veren, görevi tarifeden, timleri oluşturan subayların adları emirlerin altında yer alıyor, emirler de onların "bilgisayarlarında" yazılmış zaten.

Buna ne diyeceksiniz?

Cami bombalamak, bizim ordunun "dış tehdide" karşı aldığı bir önlem mi?
Sizin göreviniz, halkı "düşmana" karşı korumak mı yoksa düşmana hiç ihtiyaç bırakmadan kendi halkınızın gittiği camileri bombalamak mı?

Yönettiğiniz orduda hazırlanan böyle bir emir hiç mi yüzünüzü kızartmıyor?

Neye sahip çıkıyor, neyi savunuyorsunuz?

Neden bunları araştırmak yerine, bu hazırlıklara "iddia" deyip geçiştirmeye uğraşıyorsunuz?

"Ordunun işlediği suçlar, suç sayılmaz" anlayışından kurtulamayacak mısınız?
"Kendi jetimizi düşürmeyi" öngören planın, o "seminer" kapsamında Hava Harp Akademisi'nde hazırlandığını, bu planın hazırlandığı "bilgisayarın" kaydının bulunduğunu gerçekten bilmiyor musunuz?

Bir ordu kendi jetini düşürmeyi planlar mı?

Böyle ordu olur mu?

Bakın general, sizinle anlaştığımız tek nokta var, o da, bunların "akla ve vicdana" aykırı olduğu.

Size tavsiyem, akılsız ve vicdansız planları sahiplenmeyin.

Bu belgeleri kendiniz inceleyin, suçluları ortaya çıkartın.

Böylesi, utanç verici yalanlar söylemekten daha iyidir.

Balyoz Darbe Harekatı ile ilgili diğer yazarlar ne dedi?

Bir sonraki sayfayı çevirin


[PAGE]



Şamil Tayyar
Star Gazetesi

- Asker ocağı Kurtlar Vadisi’ne döndü  

Taraf Gazetesi, Balyoz Darbe Planı’nı yayınlayınca, planın mimarı olduğu iddia edilen Orgeneral Çetin Doğan, “t24” adlı haber sitesine yaptığı ilk açıklamada, “Bu bir harp oyunu” dedi.

Düşmanın adı “AKP” diye yazılmış, bombalanacak camilerin isimleri tek tek sıralanmış, 200 bin tutuklama için stadyumlar ayarlanmış, gazeteciler “yandaş” ve “karşıt” olarak tasnif edilmiş, adı da “Balyoz” kod adlı harp oyunuymuş.

AK Parti Genel Merkezi’nde düşmanın “Genelkurmay” olarak tanımlandığı bir “siyaset oyunu” bulunsa, önce muhtıra verilir, ardından sorgusuz sualsiz kapatılırdı.

Ben de tersten bakıp “TSK kapatılsın” demiyorum. Mümtazer Türköne gibi “Nizam-ı Cedid ordusu kurulsun” iddiasında da değilim.

O da çare değil. Gel gör, Osmanlı Padişahı 3. Selim’in Nizam-ı Cedid için yaptırdığı Selimiye Kışlası’nda hala “darbe” senaryoları pişiriliyor.

Önemli olan, Ahmet Altan’ın dediği gibi, kuşaktan kuşağa “bozuk gen” gibi aktarılan darbe kültürünün bertaraf edilmesidir.

Plan mı oyun mu?

Bunun için her türlü tezgahın üzerine gidilmesi, başarıya ulaşırsa “darbe”, deşifre edilirse “oyun” kurgusunun da artık bozulması gerekir.

Eski 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan, 5-7 Mart 2003 tarihindeki Selimiye toplantısında aynen şöyle diyor: “Bu bir jenerik senaryo ama günümüzdeki gelişmelerle paralellik taşıyor.”

Daha sonra aynı koltuğu oturacak olan General Ergin Saygun da benzer bir tespitte bulunuyor: “Bu bir EMASYA değildir. Bu bir devletin bekasıyla ilgili bir şey.”

1.Ordu Kurmay Başkanı Albay Süha Tanyeri dahil çok sayıda komutan benzer görüşlerini dile getiriyor.

Yani, “oyun-moyun” değildir.

Atabeyler Operasyonu’nu hatırlayın. Sanıklarda silah ve mühimmatın yanı sıra Başbakan Erdoğan’ın Subayevleri’ndeki konutuna ait krokiler ve yemin metinleri ele geçirildi.

Gözaltına alınan Astsubay Yasin Yaman şöyle dedi: “Atabeyler ismi, kurs gördüğüm dönemde kursiyerlerin kendi seçtikleri bir grup ismidir. Yemin de kursta senaryo gereği yazılan bir yemindir. Diğer adres ve krokiler de eğitim amaçlı, hayali adres ve dokümanlardır.”

Elazığ’ın Karakoçan ilçesindeki Koçyiğitler Piyade Taburu’nda Üsteğmen Mehmet Tümer, bir askerin eline verdiği pimi çekilmiş bombanın patlaması sonucu 4 askerin şehit olmasına yol açtı. Mahkemede kendini şöyle savundu : “Eğitim amaçlı el bombasının

pimini çektim. O sürede kavgalı iki askerle ilgilendim, eğitimi tamamlayamadım.”

Düşünün; bu nasıl asker ocağı ki, başbakanın evininin krokisi eğitim amaçlı kullanılabiliyor, iktidar partisinin ismi “düşman” hanesine yazılıp harp oyunu kurgulanıyor, pimi çekilmiş el bombası “eğitim malzemesi” sayılabiliyor.

Bunlar tesadüf mü?

Sözüm ona bu hayali senaryoların, gerçekleşen kimi eylemlere paralellik arz etmesine ne demeli, nasıl bir açıklama yapmalı?

2004 yılında Başbakan Erdoğan’ın oturduğu Subayevler’de 28 Ekim günü 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı provaları bahanesiyle savaş uçaklarının uçurulması, içlerinden bir F-4 uçağın alçak uçuşu sırasında Aksa Camii minaresi “alem”inin kırılması, bir kaza mıdır?

O uçağın pilotu Tuğgeneral Kürşat Atılgan daha sonra MHP’den Adana milletvekili seçildi, herhalde söyleyecekleri vardır.

Çetin Doğan’la birlikte “Harp Oyunu”na katılan Orgeneral Ergin Saygun’un 2006 yılı Kasım ayındaki Hudson Enstitüsü’ndeki temasları hala hafızalardadır. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Matt Bryza’nın eşi Zeyno Baran’la yaptığı görüşme de biliniyor.

Baran, bu toplantının hemen ardından aralık başında Newsweek Dergisi’nde yayınlanan analizinde, “Türkiye’de 2007 yılında askeri darbe ihtimali yüzde 50” dedi. Baran, tepkiler üzerine, kaynağını “görüştüğü üst düzey subay” olarak açıkladı.

13 Haziran 2007 günü Hudson Enstitüsü’ndeki toplantıya katılan isimlerden biri de Orgeneral Çetin Doğan’ın “Harp Oyunu” oyuncularından SAREM Başkanı Tuğgeneral Süha Tanyeri idi. O toplantıya ilişkin dehşet senaryoları çok konuşuldu, tartışıldı. Hatırlayalım: 1- Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu’ya suikast, 2- PKK’nın Beyoğlu’nda 50 kişiyi öldürmesi, 3- İran’ın silah yüklü trene saldırması.

Filmi sadece bir yıl geriye saralım.

17 Mayıs 2006’da Danıştay’a baskın düzenlendi, bir hakim öldürüldü. 19 Ocak 2007’de Hrant Dink katledildi. 18 Nisan 2007’de Malatya’da misyonerler cinayeti işlendi. 23 Mayıs 2007’de Ulus Anafartalar’da bombalı eylem düzenlendi, 10 kişi öldü, 90 kişi yaralandı. 25 Mayıs 2007 günü Bingöl sınırında silah yüklü trene bombalı saldırı yapıldı.

Soruyorum; bu kanlı eylemler de bir oyun mu, oyunun parçası mı? “Harp Oyunu” kanlı mı oynanıyor, kansız mı?

Tersi bile vahim.

İtiraf etmeliyim; asker ocağını peygamber ocağı olarak bilirdim, meğer Kurtlar Vadisi’ne dönmüş, ortalık oyundan, oyuncudan geçilmiyor.  

Mustafa Karaalioğlu
Star Gazetesi

Darbeyle bu kez kim hesaplaşacak? 
 

-
Türkiye’de artık darbe olamaz çünkü bu ülkenin medyası artık çok sesli, sivil toplumu öksüz değil, siyaseti de yalnız değil. Bu demokratik dinamiklerin gücü ve becerisi sayesinde bu ülkede artık darbe olamaz...

Ama, “darbe olamaz” demek, “Darbe planları, darbe heveskarları, darbe yandaşları yok” demek değildir. Aksine, daha fazla vardır. Güçlü halk desteğine sahip tek parti iktidarı, güçlü sivil toplum, güçlü demokrat medya ortaya çıktıkça, eski düzenin egemenleri, resmi ideolojinin müstefidleri ve ezelden demokrasi düşmanları daha da celallenmektedir. Daha çaresiz, daha öfkeli ve daha darbeci olmaktadırlar. Eşit şartlarda iktidarı elde edemeyeceklerini gördükleri için tek çare olarak gördükleri darbenin yolunu gözlemektedirler.

“Darbe olamaz” demek aramızda, kurumların içinde, medyada vs darbeciler gezinmiyor demek değildir.

Aynı şekilde “Adamlar sadece düşünmüşler, uygulamamışlar ki” diyerek darbe yandaşlığı yapmanın da kabul edilebilir tarafı yoktur. Zira, 27 Mayıs’tan, 12 Mart’tan, 12 Eylül’den ve 28 Şubat’tan çok iyi biliyoruz ki darbe yolları döşenirken kan akıtırlar, karmaşa yaratırlar, insanların hayatını karartırlar, medyayı kullanırlar, siyaseti köşeye sıkıştırırlar. Darbeyi böyle yaparlar. Yapamasalar da geride sayısız cürüm bırakır öfkeyle köşelerine çekilirler.

Muvaffak olamamak darbeciyi kurtarmaz.

Muvaffak olamamış darbeciye kol kanat germek de destekçilerini kurtarmaz.

2003 tarihli Balyoz darbe planı geçmişte başarıya ulaşan darbelerden hiç de farksız olmayan bir harekat silsilesini içeriyor. Eski darbeler için nasıl ortam yaratılmışsa, nasıl provokasyonlar yapılmışsa, nasıl kamuoyu yönlendirilmişse, nasıl Maraş ve Çorum katliamları, nasıl 1 Mayıs 1977 Taksim katliamı yapılmışsa, tam da onlar gibi yeni cinayetler ve katliamlar içeriyor.

Çılgınca, acımasızca...

“İnsanlar ölsün, kaos çıksın, ekonomik kriz planlansın, şehit cenazelerinin sayısı artırılsın!...”

Bunlar olsun ki ülke yönetilemez olsun ve Birinci Ordu Komutanı darbeyle iktidara gelebilsin.

Hem darbe lideri olacağı varsayılan şahıs, hem de Genelkurmay Başkanlığı planı doğrulamaktadır. Genelkurmay açıklaması TSK’daki üslup değişiminin teyidi açısından olumludur da. Ancak, bu iddialara inanmanın akıl ve vicdanla bağdaşmayacağı söylenmektedir.

Genelkurmay da bizim gibi çok şaşkın ve iddiaları inanılmaz mı buluyor, yoksa Çetin Doğan ve ekibinin darbe yapacağına inanmayı mı vicdansızlık olarak görüyor? Burası pek belli değil...

Sarıkız ve Ayışığı darbe planlarını hazırlayan devre arkadaşı komutanların notlarından biliyoruz ki, onlar da Doğan’ın bir darbe hazırlığı içinde olduğuna inanıyorlar.  

Ya da Genelkurmay cami bombalama, şehit sayısını artırma, El Kaide terörünün teşvik edilmesi gibi eylemlerin tatbikat planı içinde bulunmasına mı isyan ediyor? Bilemiyoruz...

Balyoz belgeleri de 2003 yılında Türkiye’nin apaçık bir darbe tertibiyle karşı karşıya bulunduğunu gösteriyor. Darbe günlüklerinden sonra bir kez daha ete kemiğe bürünmüş bir başka darbe planı ortaya çıkmış bulunmaktadır. Okuduklarımızdan anlaşılan odur ki, bu plan dehşetli tasarımlar içermektedir, akıl almaz tertipler, akla hayale gelmeyecek kışkırtmalar tanzim etmektedir.

Planda, asker-sivil bürokrasinin, iş dünyasının ve medyanın bir kesiminin “yandaş” olduğu da ileri sürülmektedir.

Bunlar kabul edilebilir iddialar değildir.

Ve elbette, bir listede adı bulunmak kimseyi suçlu da yapmaz.

İnanıyorum ki bu kez önce, adı “Harekata kamuoyu desteği sağlanmasında faydalanılacak medya mensupları” listesine konmuş gazeteciler darbeyle hesaplaşacaktır. Bu kez ilk kez ismi bu darbeyle anılan isimler gerçeğin sonuna kadar araştırılması ve bu sürecin sulandırılmaması için gayret göstereceklerdir.

Bu kez onlar da darbenin caydırıcı unsuru olacaklardır.

Anlaşılan o ki bu kez sulandırıcıların işi de zor olacaktır.

[PAGE]



Gülay Göktürk
Bugün Gazetesi

Bir türün yok oluşu


- İnanılacak gibi değil hakikaten.

Bir değil, üç değil, beş değil...

29 general ve 133 subay birlikte oturup planlamışlar, konuşmuşlar Balyoz dedikleri toplu katliam planlarını.

Sıradan subaylar değil, seçkin kurmaylar, gözbebeğimizin gözbebekleri (!) bu toplananlar. Yüzlercesi hep birlikte oturup beyin fırtınası yapmış: Hangi cuma hangi caminin bombalanacağını, tahrip kalıbı nereye konursa daha çok zayiat verdirilebileceğini, sokak çatışmalarında mümkün olduğu kadar çok kan dökülmesi için izlenecek taktikleri, kahraman pilotumuzun yanında uçan arkadaşını nasıl düşüreceğini filan konuşmuşlar.

Ben size bir şey söyleyeyim mi: Dünyada hiçbir gizli suç örgütü bu kadar küstah olmamıştı. Dudak uçuklatacak katliam planlarını yüzlerce kişinin katıldığı toplantılarda tartışan bir terör örgütü hatırlamıyorum ben. (Ayrıca bu kadar gaddarını da hatırlamıyorum. PKK bile bu kadar acımasız kitle katliamları planlamadı şimdiye kadar. Tersine, sivil zayiatın yüksek olmasından rahatsızlık duydu; minimumda tutmak için gayret gösterdi.)

Peki nereden geliyor bu küstahlık?

Konu belki de artık hukukun, siyasetin, toplum bilimin alanından antropolojinin alanına doğru kayıyor. Türler'in yok oluş süreci ile ilgili bir durumla karşı karşıyayız: Organizmayı çevresi içinde fonksiyonel ve uyumlu olarak tutan, böylece varlığını sürdürmesini sağlayan sayısız içgüdü ve refleksinden bir ya da birkaçının çökmesi, işlemez hale gelmesi sonucu yok oluşun gerçekleşmesi... Mesela besin zinciri içindeki yerini kaybetmesi, iklim değişiklikleri karşısında adaptasyon yetisi gibi şeyler.

Bizim darbeci paşa türümüz sanırım böyle bir refleks kaybı ve içgüdü güdükleşmesi sonucu yok oluşa doğru gidiyor. Besin zinciri içinde var oluşunu borçlu olduğu saldırganlığının gereği olan tedbirli olma içgüdüsü zaman içinde bütünüyle yok olmuş, erimiş. O kadar ki ne yapsa yanına kâr kalışının doğal sonucu olarak, sinerek, saklanarak, gizliden gizliye, ansızın ve hınzırca saldırma, hedefini gafil avlama gibi temel kuralları toptan bir kenara bırakmış. Hedefinin üstüne salkım saçak, ya Allah deyip atılabileceğini sanıyor.

Aslında türün yok oluşunun kesin kanıtı olan bu durum çoğu insana bu kadarı da olamaz, bütün bunlar gerçek olamaz, tertiptir, yalandır, düzmecedir, dedirtiyor.

Böyle diyenlere hak vermemek kolay değil doğrusu. Hangimiz bugüne kadar doğadan bir türün silinişine bu kadar yakından, bu kadar günü gününe tanık olduk ki...

X x x

Evet, bu türün bu iklim koşullarında artık yaşamasına imkân yok... Yok olacak, gidecek...

Ama yok oluşu kendi haline bırakmanın çok uzun ve acılı bir süreç olacağını görüyoruz. Darbeci general türü yok oluşunu geciktirmek için bütün silahlarını kuşanmış, canını dişine takmış üstümüze saldırıyor.

Artık birilerinin bu yok oluşun mümkün olduğu kadar az zayiatla, az acıyla yaşanması için yapılabilecek şeyleri hiç gecikmeden devreye sokması gerekiyor.

Ordu içine dal budak salmış bu terör örgütünün her 30 Ağustos'ta parça parça emekli ola ola temizlenmesini mi bekleyeceğiz? İçeride kalanların her yenilgiden sonra, yılmayıp yeni katliam ve iç savaş planları yapmalarına seyirci mi kalacağız? Bu terör örgütünü bunca senedir yaşatan, koruyup kollayan, besleyen geleneği, zihniyeti ve mekanizmaları temizlemek üzere hâlâ harekete geçmeyecek miyiz?

Bakın Genelkurmay nasıl açıklamış Balyoz Harekâtı'nı:

"Söz konusu Plan Semineri, Genelkurmay Başkanlığı 2003-2006 yılları Tatbikatlar Programı'nda bulunmaktadır. (...) Plan Semineri, giderek tırmanan bir gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içerisinde uygulanmıştır."

Yani, biz de biliyorduk o toplantıyı diyor. Sıkıyönetim getirmek ardından da darbe yapmak için katliam ve iç savaş kışkırtıcılığı planlanması bizim bilgimiz ve iznimiz dahilinde yapıldı diyor.

Eğer bu hükümet, bu parlamento, bu halk, bu akıl almaz açıklamayı da sineye çekerse yapacak bir şey yok. Çünkü o zaman bu ülke demokrasiyi hak etmiyor demektir.

Nuh Gönültaş
Bugün Gazetesi

Elinde balyoz olan

- Toplumda yaygın olarak kullanılan ve bir tür kriz çözme yöntemi olarak görülen bir söz var: "Elinde çekiç olanlar herkesi çivi gibi görür."
Buradan hareket ederek şu Balyoz Darbe Planı konusuna gelirsek belki şöyle demeliyiz:

"Elinde balyoz olanlar herkesi ezilecek malzeme olarak görür."

Nitekim şu Balyoz Planı denilen darbe hazırlığında milletin bir balyoz ile bir daha ayağa kalkmamak üzere ezilmesi planlanmış.

Balyoz planı bugüne kadar ortaya çıkan darbe planları içinde en korkunç, en kanlı ve en hastalıklı olanıdır.

12 Eylül Bayrak Harekâtı planı esas alınarak hazırlanmış. Bu da Balyoz Planı'nın sonuçlarının 12 Eylül gibi olacağını gösterir.

12 Eylül'de çocuk yaştaki insanlar darağaçlarında sallandırıldı.

Türkiye bütünüyle bir yarı açık cezaevi haline getirildi.

Türkiye'yi 12 Eylül'e getiren günleri hatırlayın.

Türkiye'de 11 Eylül'e kadar kan akıyor, ülkenin her yerinde sıkıyönetim var, asker yönetime ortak fakat 12 Eylül günü yönetime el konulunca kan duruyor!

Balyoz Planı'nın esası tam bir kontrgerilla taktiğidir.

Önce bir kısım kişilere bir kısım suçlar işlettiriliyor.

Sonra bu suça müdahale edilip kanlı şekilde bastırılıyor.

Bu arada oluşturulmak istenen toplumsal hassasiyet için topluma medya vasıtasıyla yön veriliyor.

Mevcut hükümetin sıkıyönetim ilan etmesi sağlanıyor.

Ortam gerekli görülen kanlı oyunlarla olgunlaştırılınca da yönetime el konuluyor.

Şimdi...

Balyoz Planı'nda dikkatimi çeken bir nokta var.

Plana göre ki plan 2003 yılında hazırlanmış, planın icra aşamasında toprağa gömülü silahların çıkarılarak kullanılmasından söz ediliyor.

Oysa Ergenekon çerçevesinde yapılan kazılarda ortaya çok sayıda silah ve mühimmat çıktığında Genelkurmay Başkanı "TSK'nın yeraltında artık silahı yoktur. En son silah da 1998 yılında toprak altından çıkarılarak depolara kaldırılmıştır" diyordu.

Madem öyle bu sözü edilen silahlar nedir?

İşte bu, 2003 yılında yeraltındaki silahlar durumu söz konusu, o halde bu durum Balyoz Planı'nı Ergenekon'a bağlar!

Asıl vurgulanması gereken noktalardan biri de Balyoz Darbe Planı hazırlandığında Orgeneral Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı, bugünkü Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da darbe günlükleri 2003-2004 döneminde Genelkurmay İkinci Başkanı'ydı.

Mustafa Balbay günlüklerinde Şener Eruygur, İlker Başbuğ'dan şikayetçiydi.

Niçin?

Bu süreçte Özkök'ün yanında yer aldığı için.

 Balyoz Planı'nı hazırlayan Çetin Doğan diyor ki; "Hilmi Özkök Paşa'nın plandan haberi vardı."

Evet doğru, haberi vardı ve sizi sürekli takip ettirdiği için siz bu planı yürürlüğe koyamadınız!

İlker Başbuğ ise sizlere göre Özkök'ün adamıydı!

[PAGE]



Taha Akyol
Milliyet Gazetesi

'Darbe değil tatbikat'!

TARAF gazetesinin açıkladığı “Balyoz Planı” hakkında Genelkurmay, “Darbe değil, tatbikat planı” diyor. Acaba öyle mi?
“Plan”da Yunanistan’la savaş çıkıyor! Savaş sırasında ülke içinde özellikle İstanbul ve çevresinde “irticai” unsurlar orduya saldırıyor falan...
Öyle bir durum ortaya çıkarsa anayasal düzen ve güvenlik nasıl korunabilir?
Böyle bir ihtimal üzerine ‘tatbikat senaryosu’ yazmak zamanımızda fevkalade uçuk bir fanteziden öteye gidemez. Ama olsun, diyelim ki, 2003’te Org. Çetin Doğan karargâhı böyle bir fanteziye kapıldılar... Ve diyelim ki, böyle bir fantezi üzerine “Plan Semineri” yaptılar...
Bu işten anlayan askerler söylüyor; bu tür senaryolarda “kırmızı kuvvetler, mavi kuvvetler, dost, düşman unsurlar” falan gibi soyut terimler kullanılır.
Halbuki “Plan”da canlı, reel, maddi ve güncel isimlerden, hedeflerden, dahası, “hükümeti düşürmekten” bahsediliyor!
Soyut bir senaryo dili değil, anayasal hükümeti devirmeye dönük bir ‘plan’ın dili kullanılıyor.

Kriz ve çatışma!
Genelkurmay, bu “Plan Semineri”nin gayesinin “dış tehdide ilişkin olarak hazırlanan Harekât Planlarını geliştirmek ve ilgili personelin eğitimlerini sağlamak” olduğunu ve “Geri Bölge Emniyeti, savaş hali... sıkıyönetim konuları üzerinde de durulduğunu” söylüyor.
Halbuki zamanı belirsiz ve soyut bir senaryo değil bu...
“Plan”da, AKP hükümetinin nasıl düşürüleceği, yeni hükümetin nasıl kurulacağı, bürokrasiye nasıl el konulacağı anlatılıyor! Bu amaçla provokatif terör eylemleri yapılması öngörülüyor!
Camiye bomba atmak, provoke olan ‘irticai’ kitleleri askerle çatıştırmak falan gibi...
“Artan şehit cenazeleri... sürekli irtica haberleri” gibi!
Ve ilaveten, deniliyor ki:
“Ülke ekonomik darboğaza sürüklenerek, AKP hükümetine karşı büyük çaplı toplumsal gösteriler için zemin hazırlanacak...”
Bütün bu felaketler, “Plan”da belirtildiği gibi, “Halkın ‘TSK gereğini yapsın’ diye düşünmesini sağlamak” için öngörülüyor!
Bir savaşın ortasında, ülkesini böyle ekonomik krize sürüklemek ve meşru hükümeti devirip bir de siyasi kriz yaratmak gibi bir “Senaryo” olabilir mi?!
Ne dersiniz Sayın Org. Başbuğ?..

Askeri ideoloji
Savcılık olaya el koydu. Soruşturmanın sonuna kadar götürülmesi, hukuk devleti olmanın gereğidir.
Bu aşamada, askerler için de ülke için de sıkıntılar yaratan ciddi bir zihniyet sorununa bir kere daha dikkat çekmek istiyorum: Askeri ideoloji...
Sadece yapılmış darbelerde değil, Ergenekon konularından Kafes’lere, Balyoz’lara uzanan ve orduyu da yıpratan bütün “Plan”lar belli bir zihniyetten kaynaklanıyor; özetle “Söz konusu olan vatansa, gerisi teferruattır” diyerek hukuku ve demokrasiyi ‘ikincil’leştiriyorlar.
Atatürk’e ait olmayan bu ‘uydurma hadis’ türü slogan, bu “Plan”da da yer alıyor!
Nasıl bir dar kafalılık yarattığı ortada.
Söz konusu olan vatansa, başta akıl sağlığı olmak üzere, bilgi, hukuk, meşruiyet, yaşadığı dünyayı tanıma, ufuk genişliği gibi değerler çok daha gerekmez mi?
Müdahalelerin ülkeye verdiği zararları görmemek böyle bir ideolojik körlüktür.
TSK, ideolojisini çağımızın standartlarına göre gözden geçirmelidir. Aslında bu oluyor ama yavaş...
Bu zihniyetten süratle kurtulmadıkça, ülke de ordu da böyle sıkıntıları yaşayacak, çağımızın zamanı hızla akıp giderken...

Fikret Bila
Milliyet Gazetesi

Plan Semineri'nin sorunlu yönleri


Taraf gazetesinin gündeme getirdiği ve “Balyoz Darbe Planı” olarak sunduğu dokümanla ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı dün bir açıklama yaptı. Genelkurmay, açıklamasında söz konusu çalışmanın, “2003-2006 Tatbikat Programı”nda yer alan bir “Plan Semineri” olduğunu duyurdu.
Genelkurmay, açıklamasında ayrıca, “Bu plan seminerine ilişkin olarak ortaya atılan iddiaları, aklı ve vicdanı olan hiç kimsenin kabul etmesi mümkün değildir” vurgusu yaptı.
Ortaya atılan iddialar ise bu çalışmanın, “kanlı bir darbe planı” olduğu, darbe ortamı oluşturmak için Fatih ve Beyazıt camilerinin bombalanması, bir savaş uçağımızın Yunanistan tarafından düşürülmesi için gerginliğin tırmandırılması, gerektiğinde kendi savaş uçaklarımız tarafından düşürülmesi, 200 bin kişinin tutuklanması gibi eylemlerin planlandığı yönündeydi.

Seminer metninde var mı, yok mu?
Genelkurmay, çalışmanın “1. Ordu Komutanlığı sorumluluk bölgesinde icra edilen plan semineri” olduğunu açıkladı. Dönemin 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan da aynı açıklamayı yapmıştı. Ayrıca Çetin Doğan Paşa, camilerin bombalanması, kendi uçağımızın düşürülmesi gibi ifadelerin metne sonradan “kopyala-yapıştır” yöntemiyle eklendiğini belirtti.
Bu çalışmanın sorunlu yönlerinden biri, “Tatbikat Semineri” için neden böyle bir konunun seçildiğidir.
Bir diğeri ise cami bombalama ve uçak düşürme senaryosunun orijinal metinde olup olmadığıdır. Çünkü kamuoyunda şaşkınlık ve tepki yaratan, metinde bu eylemlerin bulunduğu iddiasıdır. Çetin Doğan Paşa, böyle bir şey olabilir mi, sonradan eklenmiş, diyor. Bu durumda Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasında bu konuya ilişkin bilgiye yer verilmesi kamuoyu açısından daha tatmin edici olurdu. Bu tür eylemlerin orijinal senaryo metninde olup olmadığı konusu açıklığa kavuşturulabilirdi.

Gerçek kişi ve kurum isimleri
Tatbikat Semineri’nin tartışma yaratacak yönlerinden biri de gerçek kişi ve kurum isimlerinin kullanılmış olmasıdır. Çalışma, harp oyunu/tatbikat semineri ise gerçek kişi ve kurum isimlerinin kullanılması doğru değildir. Nitekim, Taraf’ta yer alan habere göre gerçek gazeteciler sınıflandırılmış; bir kısmı tutuklanacak gazeteciler bir kısmı yararlanılacak gazeteciler olarak ayrılmış. Listelerde hemen hemen hepimizin ismi var. Adına senaryo da seminer de deseniz, gazetecilerin bilgileri dışında listelenmeleri yanlıştır. Bu tür sınıflandırmalar nedeniyle meslektaşlarımızın zarar gördükleri bilinmektedir.
Bu itibarla, gerçek kişi ve kurumların bu şekilde listelenmesi de bu listelerin yayımlanması da doğru değildir.

Bilgi kirliliği
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, bir süredir TSK’ya karşı asimetrik psikolojik savaş yürütüldüğünü söylüyor. Org. Başbuğ’un bu saptaması doğrudur. Böyle bir faaliyet yürütülüyor. Genelkurmay Başkanlığı, dünkü açıklamasında da gündeme gelen iddiaların ciddiye alınmasının ve bilgi kirliliğinin toplumda tedirginlik yaratmak isteyenlerin amacına hizmet edileceğine dikkat çekiyordu.
Ancak, bilgi kirliliği ve bu kirliliğin kullanılmasını önlemenin yolunun, doğru ve yeterli bilginin zamanında kamuoyuna sunulması ve psikolojik savaşta kullanılabilecek nitelikte malzeme üretilmemesi olduğu da unutulmamalıdır.

[PAGE]



Cengiz Çandar
Radikal Gazetesi

Genelkurmay ve hükümete birkaç basit soru...


Taraf gazetesi önceki gün Silahlı Kuvvetler bünyesinde hazırlanan ‘Balyoz Planı’nı patlattı. Bugüne kadar ortaya saçılan belgelere kapsamı ve içeriği bakımından pek benzemeyen, onları fersah fersah aşan vahşi bir ‘senaryo’ açığa çıktı ve ‘artçı şokları’ ardı ardına geliyor.
‘Artçı şoklar’ın her biri, kendi başına bir bomba niteliğinde, ‘infilâklar’la devam ediyor.
2003 yılına ait ‘Balyoz Planı’nın tepesinde oturan dönemin Birinci Ordu Komutanı, emekli Orgeneral Çetin Doğan, önce t24.com.tr adlı internet sitesine açıklama yaptı, sonrasında çeşitli televizyon kanallarının ekranlarında boy gösteriyor.
İlk açıklaması galiba en doğru olanı; “Türk Silahlı Kuvvetleri’nde her kademede mevcut planları gözden geçirmek üzere Harp oyunu, Plan Tatbikatı ve Seminerler yapılması doğal bir uygulamadır... TSK’nın nitelikleri anayasada yazılı Türkiye Cumhuriyeti’ni her türlü dış ve iç tehditlere karşı koruma ve kollama görevi bulunmaktadır. İç tehdide karşı koruma görevi kapsamında TSK’nın her kademede elbette planları vardır. Bununla ilgili olarak Genelkurmay Harekât Başkanlığım döneminde İçişleri Bakanlığı ile protokol da imzalanmıştır. İç tehdit sadece bölücü tehdidi değil, irticai tehdidi de kapsar. Bu kapsamda EMASYA (Emniyet ve Asayiş) planları seminerlerde elbette ele alınmıştır.”
Böyle dedi.
Çetin Doğan, tanıdık bir isim, tanıdık bir sima. 28 Şubat ‘postmodern darbesi’ döneminde, Genelkurmay’da yargı organlarından basın mensuplarına, YÖK’e vs. için düzenlenen brifingleri o verirdi. Televizyon ekranlarında iki gün boyunca Türkiye’de II. Abdülhamit döneminden beri görülmeyen bir baskı ve sansürden yakınıyor. (Sivil vesayetten sözünü edenlerin kulaklarını çınlatıyor) Ancak, nasıl bir şikâyetse bu, ekranlarda sürekli ağzına geleni istediği gibi söylüyor ve ekranlar onunla aynı dalga boyundan konuşan emekli askerler ve sivil uzantılarıyla dolu.
Zaten Taraf’ın patlattığı bombalardan biri, medyaya ilişkin. Medya sektöründen benim (ve bu arada Hrant Dink’in de) adlarının yer aldığı 36 kişi, ‘gözaltına alınacaklar’ listesinde. Bir de ‘kendilerinden yararlanılacaklar’ listesi var. 137 kişi. Medyanın kilit noktalarında hâlâ bu 137 kişinin içindekiler bulunuyor. Şayet Türkiye’nin yakın tarihinin en büyük kepazeliklerinden birini ortaya dökecek olan medya ise, bu ‘kepaze senaryo’da isimleri geçenler bugün itibarıyla medyayı da denetliyor.
O nedenle bu konuda, yani ‘gerçeğin ortaya çıkması’ bakımından medyaya ilişkin fazla bir beklenti içinde bulunmak gerçekçi olmaz.
***
Zaten Genelkurmay Başkanlığı da, basında yer alan ‘Balyoz Güvenlik Harekâtı Planı’ haberleriyle ilgili olarak bir açıklama yaptı.
Açıklamada “1’inci Ordu Komutanlığı tarafından 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında icra edilen ‘Plan Semineri’ne ilişkin çeşitli iddia ve değerlendirmelerin medyada yer aldığı” belirtilerek, “Söz konusu Plan Semineri, Genelkurmay Başkanlığı 2003-2006 yılları Tatbikatlar Programı’nda bulunmaktadır” deniliyor ve şöyle devam ediliyor:
“Plan seminerinin gayesi, dış tehdide ilişkin olarak hazırlanan Harekat Planlarını geliştirmek ve ilgili personelin eğitimlerini sağlamaktır. Plan Semineri, giderek tırmanan bir gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içerisinde uygulanmıştır. 1’inci Ordu Komutanlığı sorumluluk bölgesinde icra edilen bu Plan Semineri’nde, Ordu Geri Bölge Emniyeti ve savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi halinde de uygulanan sıkıyönetim konuları üzerinde de durulmuştur.
Bu plan seminerine ilişkin olarak ortaya atılan iddiaları, aklı ve vicdanı olan hiçbir kimsenin kabul etmesi mümkün değildir.
Söz konusu iddiaları ciddiye alarak üzerinde yorumlar yapılmasının ve bilgi kirliliği yaratılmasının; özellikle toplumumuzda tedirginlik yaratmak isteyenlerin amacına hizmet edeceği değerlendirilmektedir.”
Emekli Orgeneral Çetin Doğan ile Genelkurmay açıklaması birleştirildiğinde ortaya çıkan tablo daha da vahim. ‘Minare çuvala sığmıyor’ yani.
Çünkü anladığımız kadarıyla söz konusu olan bir ‘hayalî senaryo’,
yani bir tür ‘fikir eksersizi’. Bir ‘uygulama planı’ değil.
Ama ‘vahim’ yönlerinden biri, Silahlı Kuvvetler içinde kafaların nasıl çalışabildiğinin, nelerin düşünebildiğinin ve Silahlı Kuvvetler mensuplarının enerjilerini neyin üzerine yoğunlaştırdığının ipuçlarını vermesi.
Fatih ve Beyazıt Camilerinin nasıl havaya uçurulacağı, ülke içinde nasıl kaos ortamı yaratılacağı, 200 bin kişinin stadyumlara doldurulacağı (1973’te Şili’deki faşist askeri darbeyi hatırlatırcasına), hangi gazetecilerin tutuklanacağı, hangilerinin ‘kullanılacağı’, kendi uçağının düşürüleceği ve günahının hükümetin üzerine yıkılacağı ve bu arada hükümetin devrilmesiyle yeni hükümetin kimlerden oluşturulacağına ilişkin bir ‘hayalî
senaryo’dan söz ediyor durumdayız.
Taraf gazetesinin elinde 5000 sayfalık malzeme, ses kayıtları, bol miktarda ıslak imza var.
“E canım bu bir senaryodur. Hayali bir şey. Uygulama amacı taşımıyor ki. Hem, TSK’nın iç tehdide karşı koruma planları elbette vardır. (Çetin Doğan öyle dedi) EMASYA protokolünün gereğinin yapılması için hazırlık gerekir. Hazırlık aşamasında böyle senaryolar da olur” diyerek geçiştirmeli miyiz?
Genelkurmay’a basit bir soru: “’Bu plan seminerine ilişkin olarak ortaya atılan iddiaları, aklı ve vicdanı olan hiçbir kimsenin kabul etmesi mümkün değildir’ diyorsunuz. Ama mesele bu değil. Aklı ve vicdanı olan hiçbir kimse bunları kabul edemez. Doğru söylüyorsunuz. Ancak, bunlar iddia mı; yoksa söz konusu seminerde hazırlanan senaryonun içinde yer alan hususlar mı? Hangisi? Senaryoda böyle şeyler var mı, yok mu?”
Soru bu.
Ve bu soruyu ‘hayalî senaryodur’ diye geçiştirelim mi?
***
Meselenin aslında çok daha derin olduğu besbelli. ‘İç tehdit’ kavramıyla ilgili. Giderek, ‘Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ adlı hiçbir yasal dayanağı bulunmayan bir uygulamayla ve EMASYA adlı 28 Şubat ürünüyle ilgili. TSK’nın ‘İç Hizmetler Talimatnamesi’nin keyfî yorumlanmasıyla ilgili.
Türkiye’nin ‘askerî vesayet’ altında bir ülke olarak veya ‘seçilmiş sivil otorite’nin ‘demokratik meşruiyeti’ne dayanan bir ülke olarak yaşayıp yaşamamasıyla ilgili.
Türkiye ‘gizli’ ve hiçbir yasal dayanağı olmayan belgelerle mi yönetilecek? EMASYA yürürlükte kalacak mı? ‘İç tehdit’ değerlendirmesini kim yapıyor? Neye göre yapıyor? Hangi hakla yapıyor? TBMM’nin denetimine tabi olmayan bir ‘Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ ve ‘iç tehdit’ olabilir mi?
Bu soruların muhatabı ise doğrudan doğruya hükümet. Bir ‘hayalî senaryo’ olduğu iddia edilen ‘Balyoz Güvenlik Harekâtı Planı’nın ‘irtica’ ile ilgili olarak ‘iç tehdit’ olarak gördüğü bugünün hükümeti...

Haluk Şahin
Radikal Gazetesi

Hipnozlu ülke

- Gene ortaya darbe planı iddiaları çıktı, gene toz dumana karıştı, gene büyük çoğunluk olayları salt kendi açısından
değerlendiriyor, gene artan kafa karışıklığından başka bir şey kalmayacak geriye.
Öylesine bir kutuplaşma içindeyiz ki, ne ‘hakikât’ insanları ilgilendiriyor, ne de Türkiye. Varsa yoksa karşı tarafa atılan goller. Bu arada ne ‘fair play’ düşünen var, ne de centilmenlik. En sportmen bilinenler en ağır faulleri yapıyor. En okumuşların tribününden en galiz küfürler yükseliyor. İlke diye bir şey yok, yalnızca gol var.
Böyle aşırı kutuplaşma dönemlerinde, insanlar hipnotize edilmiş gibi davranırlar. Olup bitenlere dışarıdan, bir başkası gibi bakma yeteneğini yitirirler. Nesnel gerçeklik önemsizleşir; daha doğrusu onun ancak ‘işe yarayan’
kısmı algılama alanına girer.
Herkes mutlak gerçeği gördüğüne emindir.
Darbe görmek isteyen darbe görür, Taraf gazetesinde yayınlananlarda. Yalnız onu görür. Darbeciler iş
başındadır!
Askere karşı psikolojik operasyon görmek isteyenler onu görür. Hem de en bariz biçimiyle. İç ve dış hainler
faaliyettedir! 
Artık ‘Durun arkadaşlar, ne sen tam haklısın, ne de sen, ama ikinizin de haklı olduğu şeyler var!’ diyecek
kimse kalmamıştır.
Ya da, tek tük de olsa kalmıştır da, onlara da Kasandra muamelesi yapılır. Malum, Kasandra, Kral Priamos’un hep doğruları söyleyip hiç kimseleri inandıramayan kızıdır.
Herkes kendi büyülenmişliğinin esrikliği içinde ‘amok’lu gibi koşmaktadır.
*
Balyoz ‘darbe plan’ı ya da ‘tatbikât oyunu’ bilgileriyle birlikte bir liste de yayınlandı ‘psikolojik operasyon organı’ ya da ‘gerçeklerin cesur sesi’ Taraf gazetesinde. 2002 yılında ‘darbe planlayanlar’ın basın ile ilgili planları da vardı buna göre. ‘Darbe’ ya da ‘oyun’ gereği, bazı gazeteciler tutuklanacak, bazılarından da darbeye destek beklenecekti.
İşe atılan goller açısından değil, olgular açısından bakanlar bunun, 28 Şubat’taki ‘andıç’ skandalının komedi halinde tekrarından başka bir şey olmadığını söylediler.
Ama kimse tınmadı. Herkes kendi görmek istediğini gördü.
Oysa, sorgulanmalıydı: Aslı neredeydi bu belgenin?
Kim yapmıştı bu listeleri? Bir tek subay mı, bir heyet mi, yoksa başkaları mı? Sonradan birileri yeni isimler eklemiş olamaz mıydı bunlara? Konjonktür gereği bazı isimleri çıkartmış olamaz mıydı? Vb., vb.
Bir trafik kazası haberinde bile aranan asgari denetim gerçekleşmeden, her şey hipnotize olmuş tarafların beynine boca edildi. Şimdi onlar kızdıklarına daha çok kızıyor, kendilerini daha haklı buluyorlar.
Ve ha babam koşuyorlar...