BIST 9.681
DOLAR 32,52
EURO 34,79
ALTIN 2.420,99
HABER /  GÜNCEL

Abant Platformu: Alevi sorununa farklı yaklaşımlar

Onursal başkanlığını Fethullah Gülen’in yaptığı Gazeteci ve Yazarlar Vakfı bünyesinde yer alan Abant Platformu 30'uncu toplantısını “Aleviler ve Sünniler: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak” başlığı altında gerçekleştirdi. Rengin Arslan'ın haberi.

Abone ol

Abant Platformu 30. Toplantısını “Aleviler ve Sünniler: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak” başlığı altında gerçekleştirdi.

Onursal Başkanlığını Fethullah Gülen’in yaptığı Gazeteci ve Yazarlar Vakfı bünyesinde yer alan platformun dönem başkanı Prof. Dr. Levent Köker, bu başlığı seçmelerinin nedenini “Aleviliğin şu an gündemde olmayan ama aslında gündemden düşmeyen konulardan” olması şeklinde açıklıyor.

Toplantıya katılanlar üç gün boyunca sorunun toplumsal yansımaları ve çözüm önerileri üzerinde tartıştı. Akademisyenlerin, ve iki taraftan konuyla ilgili çalışmaları olan yazar, gazeteci siyasetçi pek çok ismin katıldığı toplantı ile ilgili beklentiler, değerlendirmeler ve öneriler ise farklılık gösteriyor.

Katılımcıların hemfikir olduğu nokta ise “konuşmanın” önemi.

BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan gazeteci-yazar Necdet Saraç, Alevi sorunun Türkiye’nin en eski meselesi olduğuna dikkat çekiyor ancak Alevilerin “AKP ve cemaat arasındaki kavgada yedeklenecek bir güç olarak gündeme taşınmasından” kaygı duyduğunu dile getiriyor.

Hemen ardından ise “burada niyet okumaya da gerek yok bence. Eğer bir mesaj verilecekse, mesaj vermeye uygun bir birleşim var burada” diyor. Yine de yaklaşık 200 bin Aleviyi temsil ettiğini söylediği Alevi Bektaşi Fedarasyonu’nu toplantıya katılamamasının bir eksiklik olduğunu ekliyor.

BBC Türkçe’nin konuştuğu Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Selahattin Özel toplantıya davet edildiğini ancak sağlık sorunları nedeniyle katılamadığını söyledi.

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın (GYV) Mütevelli Heyeti’nde yer alan Erkam Tufan Aytav, Alevi sorununun “deride değil, derinde olduğunu” söylüyor. Alevilerin Cemevi’nin ibadethane statüsüne alınması ve eşit yurttaşlık gibi taleplerinin yasal düzenlemelerle çözülebileceğini ancak “toplumda sorunların” olduğunu vurguluyor. Toplantının bu açıdan önemli olduğunu söylüyor.

Eski milletvekili Prof. Dr. Cengiz Güleç ise konuşulması gereken az çok her şeyin bu toplantıda konuşulduğunu fakat “iki tarafın da defansif tutumunu” koruduğunu gözlemlediğini aktarıyor.

Alevi Bektaşi Federasyonu eski başkanı Ali Balkız ise toplantıya katılmayan ve tepki gösterenlerden. Kendisine davet gelmediğini söyleyen Balkız, hükümetin 2009 yılında yürüttüğü Alevi Çalıştaylarını hatırlatarak eleştirilerini dile getiriyor: “Hükümet Aleviliği tartıştı. Hizmet Hareketi bu konuyu gündemine aldı, tartışıyor. Aleviler ısrarla belli bir anlayış içine alınmaya çalışılıyor” diyor.

Cami-Cemevi Projesi

Fethullah Gülen ve Cem Vakfı Genel Başkanı Prof. İzzettin Doğan’ın ortak girişimi ile Ankara, Tuzluçayır’da yapımına başlanan ve aynı alan içinde cami, cemevi ve bir aşevi olması planlanan projeye yönelik değerlendirmeler de birbirinden ayrılıyor.

Necdet Saraç, “Bu siyasi ve yanlış bir proje. İkisi birbirinin alternatifi değildir deniyor. Ben aynı fikirde değilim. Alternatifidir. Öyle olmasa farklı inançlar olmazdı zaten” diyor.

Saraç’ın projeye karşı çıkma nedenlerinden biri de yapım için seçilen yer. “Tuzluçayır Alevilerin yoğun olduğu bir yer. Eğer ölçüt samimiyetse, İstanbul Fatih’te bu projeyi yapabilirlerdi. Eğer Sünnilerle Aleviler arasındaki diyaloğu geliştireceklerse çoğunluk olan Sünniler. Onların yoğun olduğu Fatih veya Sultanbeyli seçilebilirdi.”

GVY’den Aytav ise, bunu iyi niyetli bir proje olduğunu ancak yer seçimiyle ilgili bir zorunluluk olduğunu belirtiyor. “Alevi ve Sünni toplumlarının ortak yaşam alanlarının arttırılması niyetinden hareketle yapılmış bir proje olarak görüyorum” diyor ve ekliyor:

“Başka bir yer olabilir miydi’ sorusunu ben de yönelttim. Belediyelerden alan tahsis edilmesi konusunda sıkıntılar yaşandığını söylediler. Keşke Alevi ve Sünni nüfusun daha eşit olduğu bir yerde olsaydı ama Türkiye şartlarında her istediğinizi yapamıyorsunuz” diyor.

Cengiz Güleç ise konuya başka bir açıdan yaklaşıyor. Projenin memnuniyet verici bir şey olduğunu ama projeyle ilgili kararın Alevilerle görüşülerek verilmesi gerektiğini söylüyor: “Önemli bir adım ama bunun başlangıcı bu şekilde olmaz. Bu tarz toplantılarla, bunun samimiyetine kani olan örgüt liderlerinin de ikna edilip, onların kendi kitlelerini ikna etmesiyle yavaş yavaş olabilir. Bu doğru bir hazırlıkla yapılabilirdi ama cemaatin samimi olduğuna inanıyorum.” Diyor.

Yüzleşme nasıl olur?

Bu toplantının başlıklarından biri olan yüzleşme meselesine de verilen yanıtlarda hem ortaklıklar hem farklı bakış açıları var. Necdet Saraç hem çoğunluğun hem de Alevilerin kendileriyle yüzleşmesi gerektiğini söylüyor. Alevilerin “Yüzleşmenin iki boyutu var. Birincisi bugüne kadar sisteme egemen olanların kendiyle yüzleşmesi lazım, ikincisi Alevilerin kendileriyle yüzleşmesi lazım. Aleviler de kendi korkaklığını, teslim oluşunu geride bırakmalı.”

Peki hangi adımların atılması gerekli? Necdet Saraç bu soruyu “2 Temmuz 1993” diyerek yanıtlıyor ve devam ediyor: “Madımak oteli önünde toplanan polis kayıtlarına göre 15 bin kişi var. Çocuğunu omzuna almış, ‘yakın ulan’ diye bağırıyor. Bununla yüzleşmeniz lazım. İki tez var, bu dış güçlerin provokasyonu veya insanlar provoke oldular buraya geldiler. Bir insan kendi çocuğunu insanların yakıldığı yere getirip bunu izleyebilir mi? Bunu kışkırtmayla, tahrikle açıklamak mümkün değil. Bununla hesaplaşılması lazım.”

Erkam Tufar Aytav da Saraç ile benzer bir görüşü paylaşıyor: “Ben Sivas’ın da Maraş’ın da Çorum’un da, tarihteki diğer acı olayların da tamamının devlet içinde yuvalanmış şer şebekelerinin işi olarak değerlendiriyorum. Ama şu var: Sünni kitle de hep bunları söylüyor ve kulağının üstüne yatıyor. Sorun aslında buradan başlıyor. Sorulması gereken şey şu, ‘Biz niye provokasyona geliyoruz toplum olarak?’ Bizde böyle bir boşluk var.”

Sürekli kardeşlik vurgusunun ise bir “hipnoz” etkisi yarattığını düşünüyor: “Aslında birbirimizden farkımız yok, aslında biz barış içinde yaşıyoruz’ cümleleri, hep hipnoz cümleleri ve gerçeği cesurca görmemize engel oluyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bazı ifadelerini de eleştiriyor: “Çok affedersiniz Ermeni’, ya da ‘şu kadar Sünni vatandaşım öldü’ demek çözüme yardım etmiyor” diyor.