BIST 9.916
DOLAR 32,45
EURO 34,74
ALTIN 2.438,19

Zekat mektebi

Kamu Yararı ağı, bizde 610'dan itibaren örülmeye başlanıp 624' de Zekat'ın farz kılınmasıyla kemale erdi.

Sevgili dostlar; geçen hafta değil, daha önceki hafta yazdığım yazımın başlığı Oruç Mektebi idi. Bu hafta da sizinle Zekat Mektebi'nde buluşup Zekat'ın asırlar önce sosyo-hukuki açıdan dünyada gerçekleştirmiş olduğu İnkılap ve köklü değişimi sizinle paylaşmak istedim.

Şunu hiç unutmayın dostlar; dünyadaki ekonomik sistem ve rejimlerin, buna dayalı olarak kendi ilkelerine göre oluşum gösterip birbiriyle rekabet içinde olan hukuk düzenlerinin temellerinde, mülkiyet hakkına yönelik anlayış ve kabullenişlerindeki farklılıklar yatar.

Mülkiyet hakkı, sahibine ne kazandırır? O'na külfet niteliğinde görevler mi yükler, yoksa bir takım haklar mı bahşeder? 

Düşünce tarihi boyunca Batı Platformunda Devlet ve Hukuk Felsefesiyle meşgul olan düşünürler tarafından bütün bunlar tartışılmış ve insanlığın önüne farklı kabullenişler konulmuştur.

Ama ne yazık ki, bu süreçte Miladi 624 yılında bizzat Yaradan tarafından, Mülkiyet hakkının sahibine yönetilen sorumluluk ve görevin uygulanmasına yönelik devrim niteliğindeki müdahalesi Batı'nın hiç dikkatini çekmemişti.

Peki Batı'nın ulaştığı nokta ne idi?

Batı'da 1632 -1704 tarihleri arasında yaşayan Liberal Anlayış'ın babası kabul edilen İngiliz Filozof J.Locke, Mülkiyet hakkını temel hak ve hürriyetlerin esası kabul ederek kapitalist üretim şeklinin hukuk felsefesi açısından alt yapısının hazırlanmasına öncülük yapmıştı.   

Onlara göre Mülkiyet hakkı kutsaldı. Yalnız sahibine ait olan ve yalnız ona yarar sağlayan, sahibi dışında hiç kimsenin üzerinden fayda sağlayamadığı, kullanamadığı, tasarrufta bulunamadığı bir hak idi.

Hatta Mülkiyet hakkını elinde bulundurup şahsa vergi verme dahil hiç bir zaman kamuya yönelik bir görev yüklenemezdi.

Bu kabullenişin tabii sonucu olarak Mülkiyet hakkını ellinde bulunduran şahsa kamu  adına, vicdan namına, garip-gurabaya dair, müşterek huzur ve güvenin karşılanıp toplumsal ihtiyaçların giderilmesi gayesiyle hiçbir sorumluluk ve görev yüklenemezdi.

Kısaca bu anlayışa göre Mülkiyet hakkı, sahibine yalnız HAK BAHŞEDİYOR, ona hiçbir görev ve sorumluluk yüklemiyordu.            

Böylece Kapitalist Mülkiyet Anlayışının yüzyılımızda, kartel, tröst ve çok uluslu şirketlere bürünecek olan emperyalist tahakkümünün temelleri taa o zaman atılmıştı.

Daha sonraları 1712 -1778 arasında yaşamış olan Fransız Filozof J.J.Rousseau bu anlayışa '' Akit Serbestisi'' adı altında bir kılıf bulmuş ve sanayi devriminden sonra yıllarca Batılı Kapitalistler, üç öğün boğaz tokluğuna, hiçbir kuruş nakit ödemeden günde 16 saat süreyle fabrika ve işyerlerinde zavallı çaresiz insanları aç-susuz, işçi olarak çalıştırmışlardı.

Soranlara da “Akit Serbestisi” ilkeleri doğrultusunda boğaz tokluğuna çalıştırdığı işçilerle düzenlemiş olduğu sözleşmeyi ve zavallı çaresizin kendi özgür iradesi ile sözleşmenin altına atmış olduğunu iddia ettiği ıslak imzasını gösteriyorlardı.

Halbuki sormak lazım o zalimlere ''peki bu zavallının önüne sürmüş olduğun bu sözleşmeyi imzalama dışında başka bir seçeneği varmıydı?'' diye ... 

Elbette ki yoktu...Yaşamak için mecburdu zavallı önüne sürülen o sözleşmeyi, sözüm ona ''özgürce imzala'' maya... Sevgili dostlar bütün bunlar Batı'da ''Aydınlanma Çağı'' diye abartılan dönemde yaşanmış olan insanlık ayıplarıdır!

Dinsizin hakkında imansız gelir

Batıda Sanayi Devrimi ile birlikte Mutlak Mülkiyet Anlayışının bu ve benzeri insafsız uygulamaları 19.asrın yarısından itibaren adeta Karl Marx'a davetiye çıkarmış ve işçi sınıfının oluşumunu hızlandırarak  Mülkiyet anlayışındaki köklü değişikliğin temelini teşkil etmişti.

Artık ''Mutlak Mülkiyet'' itibar kaybetmiş nerdeyse özel mülkiyet bütün kötülüklerin anası olarak ilan edilmişti.

Gün geçtikçe en basit örneği ile ''dediğim dedik, öttürdüğüm düdük'' diye tanımlayabildiğimiz ve gördüğünden başkasına inanmayan hukuki pozitivizm ve Marksist Materyalist Felsefe gündeme hakim olmuş  ve Özel Mülkiyeti reddederek, Kapitalist Mülkiyet anlayışına karşı Kollektif Mülkiyeti kutsal ilan etmiş, 1917 Sovyet Komünist Devrimi ile birlikte de, Materyalizme dayalı teorisini uygulamaya sokarak özel mülkiyeti tamamen reddetmiş, bununla birlikte bütün üretim araçlarının mülkiyetini devlete geçirmişti.  

Kısaca Mutlak Mülkiyet anlayışının tam tersi! Halk arasında buna, ''vur dediysek öldür demedik ya'' derler... Artık Mülkiyet hakkı diye birşey yok, böyle bir iddia ve olgu çok ağır bir suç. Bundan böyle Mülkiyet, hak kaynağı değil, sorumluluk ve görev kaynağı idi... Bu da en iyi, Devlet eliyle yapılacağına göre, Kollektif Mülkiyet Devlete ait bir olgudur ve Devlet ona dayalı olarak kendi mutlak otorite ve varlığının   devamlılığı yönünde gereken zulüm ve cefayı yapacaktı...

Peki şimdi geldiğimiz nokta nedir?

Mülkiyet kavramına yönelik iki farklı kabulleniş ve uygulama...İkisi de insan fıtratına, duygularına, beşeriyetin gönül dünyasına ve insan psikolojisine ters.  Sünnetullah'ı gözardı edip hırs ve kinlerinin doğrultusuna gidiyorlardı.

Doğal hukuk anlayışının ve onun güncellenmiş hali olan Değerler Teorisinin alt yapısını oluşturduğu Kapitalist Mülkiyet anlayışı, öncülüğünü 1928'de ölen Fransız filozof Leon Duguit'in yaptığı bir ekip çalışmasıyla kendini gözden geçirerek doğal hukukun, Mutlak Mülkiyet anlayışından ödün vermiş ve Mülkiyet Hakkının mutlak olamayacağı; mal sahibi adına, sırf sahip olduğu mal sebebiyle kamuya yönelik belli bir görev ve sorumluluğun doğabileceğini kabul etmişlerdi.

Böylece Mutlak Mülkiyet anlayışı ''Sosyal Fonksiyon İçerikli Mülkiyet Anlayışı'' na dönüşmüş oluyordu. Artık Malik, Mülkiyet Hakkı üzerinde tasarrufta bulunurken kamu yararını göz önünde bulunduracak, bundan böyle kamu aleyhine tasarrufta bulunamayacak... Aynı şekilde mal sahibi olması itibariyle kamu adına sırf malik sıfatına dayalı olarak bir takım görevlerle karşılaşabilecektir. Nitekim bu kabullenişe dayalı olarak anayasalarda Temel Hak ve Hürriyetlere ilave olarak ''ekonomik ve sosyal haklar'' başlığı altında yeni düzenlemeler yapılmış ve devletin, zayıfın yanında olduğu ilkesi öne çıkartılabilmişti.

Batı bu noktaya ancak yirminci asrın ilk çeyreğinde gelebildi. Batıyı daha iyi anlıyasınız diye bazı isimleri ve tarihleri kasten verdim. 1928 daha dünkü gün... Duguit benim dedemden daha genç, dedem rahmetli 1917'de Hakka kavuşmuştu. Karl Marx ve onun  varisleri, arabayı bu sefer duvara çarpmadılar, Gorbaçov'la birlikte cehennemin Gayya Kuyusuna yuvarladılar, artık onlara geçmiş olsun, onların oradan dönüşü mümkün olmaz. Dolayısıyla onlarla ilgili kalem oynatmaya değmez.

Peki bizde yaratıcının bu hususta belirlediği ilk nedir?

Bizim çatı kabullenişimizde yerin göğün ve her ikisi arasında ne varsa hepsi O'nundur. Kısacası bizde temelde Mülkiyet Allah'a aittir. Ana kural bu olmakla beraber Yaradan'ın ferde yüklemiş olduğu görev ve hiçbir varlığın üstlenmeye cesaret edemediği sorumluluğu insanoğlunun hakkıyla yerine getirebilmesi için ona, özel mülkiyet hakkı tanınmış ve bunun sonucu kişi, Mutlak İradenin kendisine yönelik belirlemiş olduğu NASİB ve bu doğrultuda ferdin ortaya koymuş olduğu İRADE ve GAYRET ÖLÇÜSÜNDE elde ettiklerine özel mülkiyet statüsünde sahip olabilecektir.

Yalnız Mülk sahibi burada bir başka ilke ile karşılaşacaktır. O da NASİB+GAYRET ile kazandığı bu mal ona Yaradan'ın bir emaneti hükmündedir. Malik elindeki bu kazancını harcarken olmazsa-olmaz niteliğinde iki hususa dikkat edecektir... Onlardan biri, harcamalarının helal-haram çizgisinde ve mutlaka Allah'ın rızasına uygun olması, ikincisi de yine harcamaları esnasında KAMU YARARI İLKESİ'ni zorunlu olarak göz önünde bulundurmasıdır. Aksi takdirde Yaradan'ın emanetine ihanet etmiş olur ve bunun öbür tarafta hesabı sorulur. 

Şimdi anladınız mı bizim gönül bağımız ve kültür demetimizle Batı arasındaki farkı... Kamu Yararı ağı, bizde 610'dan itibaren örülmeye başlanıp 624' de Zekat'ın farz kılınmasıyla kemale ererken, yukarıda izah ettiğimiz gibi Batı'da ancak ''Sosyal Fonksiyon İçerikli Mülkiyet Anlayışı'' adı altında 20.ci asrın ilk çeyreğinde yarım yamalak dillendirilebilmişti.

Ayrıca ticari faaliyetlerin seyrinde ahlakilik ilkesi, helal-haram kriterleri arasında deklere edilirken, vurgunculuk, emek dışı spekülatif faaliyetler Yaradan'ın lanetlediği olumsuzluklar olarak sayılmıştır.

Bununla beraber ihtiyacından artık kazana şahıs, bizzat Yaradan tarafından toplumsal paylaşıma yönlendirilmekle Kamu Yararı ilkesi hep canlı tutulmuştur.

Bunun en açık örneği, Bayram namazına kadar yerine ulaştırılması zorunlu olan Sadaka-i Fıtır uygulaması ile Zekat vecibesidir. Hele bir düşünün Türkiye'nin nüfusu 84 milyon. Her bir şahıs için ortalama Sadaka-i Fıtır miktarını 30 TL olarak kabul edelim, toplamda tam iki buçuk milyar TL yekün tutmaktadır.

Bu küçümsenmeyecek miktar, cansuyu misali her yıl Ramazanda garip gurabanın arasında dolaşacaktır. Elbette ki Zekat da bundan kat kat yüksek... İhtiyacımızdan fazlasını hesap ediyor, onun kırk da birini ihtiyacı olana, yolda kalmışa, borca batağa veriyor onu düzlüğe çıkarıyoruz. İşte o zaman biz, bir bütün oluyoruz...

Nasıl mı? İzah edeyim... Farz ediniz ki benim bu yıl beş bin lira Zekat vermem gerekiyor... Peki bu parayı ben ne kadar zaman içinde kazanabiliyorum?   Mesela 20 günde... Bunun manası şudur; ben her yıl 20 gün, çevremdeki ihtiyaç sahibi dostlarım için çalışıyorum... Allah'a olan zekat borcumu onların şahsında yerine getirmek suretiyle, Allah'ın emrine uymuş oluyorum. Ve o kardeşim sayesinde sevap kazanıyorum. Yaradan nezdinde itibar elde ediyorum.

O olmasaydı ben bu sonucu elde edemeyecektim. O'da, benim borcumu ödemem sayesinde sıkıntısını giderdi ve tatlı dili, güleç yüzüyle bana dua etti; ''Ey Rabbim senin emrin doğrultusunda, şahsıma vermiş olduğu bu miktarla sıkıntımı giderip beni sevindiren bu kardeşimi sen dünyada ve ahirette sevindir...”

İşte biz böyle bir ve beraber oluyoruz. Bizim dirliğimizin temelinde hep bu dualar var oldu ve var olmaya da devam edecek.

Toplumda bu muhabbeti üretip kardeşliğimizi pekiştirecek olan Yiğitler, Zekat Mektebi'nin sadık talebeleri olacaktır. Rabbim onların kazançlarına ve ömürlerine bereket, hanelerine huzur versin, elleri dert görmesin, her sofraları iftar bereketinde, her sabahları Bayram sabahı şenliğinde olsun...

Her birinizin zekat mektebinden yeterince yararlanmasını diliyorum, kalın sağlıcakla sevgili dostlar.