BIST 9.774
DOLAR 32,58
EURO 34,99
ALTIN 2.457,70

Yaşadığımız hayat kime ait?

İslam dininin kurullarına dayanan ve insanı eşrefi mahlûkat olarak gören anlayışla beraber kadim geçmişimizi göz önünde bulundurduğumuzda gelenek ile bağ kurmanın geleceğimiz için hayati önem taşıdığını kolayca anlayabiliriz. Çünkü gelenekle bağ kurmak, bedenen yaşadığımız fakat ruhen çöküntüde olduğumuz bu çağda hem günümüze hem de geleceğe ruh verecek yegâne güç. Bu güce erişmenin ilk adımı ise “geçmişte yaşıyor” veya “eski kafalı” peşin hükümlerine kulak asmadan kendi olmaya çalışmak.

Anadolu’nun mevcut ve müstakbel sahipleri olarak kendimizi yalnızca bu toprakları ekip biçen çiftçiler olarak göremeyiz, aynı zamanda sahip olduğumuz kadim geleneğin mirasçısı, emanetçisi ve nakilcisi olarak varlığımızı sürdürme çabasında olmalıyız.  Bu temeller üzerinde sağlam köprüler kurmayı başardığımız takdirde günümüz sorunlarının ve çıkmazlarının neredeyse tamamına çözüm de bulabiliriz.

Burada önemli olan nokta geleneklerimizi 'takip' etmenin 'taklit' etmekle aynı manaya gelmediğini idrak edebilmektir. Çünkü taklit; söz, davranış ve tavırların tekrarından ibarettir. Mevlânâ, “Taklitçi, dere yatağı gibidir. İçinden akıp giden suyu asla içmez.” der. Bu bağlamda taklitçilik, insanın üretken olmasını engelleyen bir unsurken takipçilik; geleneğin sağlam bağlarıyla çizilmiş yol üzerinde yeni ve güvenilir bir rotanın oluşturulmasını sağlar. Ana yol, bu sayede ara yolları da güvenli hale getirir.

Geleneği takip etmek; yaşadığı çağı anlamak, gelenekten kopmadan da bir hikâye yazılabileceğinin farkına varmak ve bu farkındalığın aynı zamanda ivme noktası olduğunu anlamaktır. Keza tarihimize baktığımızda bunu rahatlıkla müşahede edebiliyoruz. Buna rağmen her şeyden şikâyetçi olduğumuz ve “eskiden şöyleydi…” diyerek övündüğümüz bir zamanda, geçmişimizle kopardığımız bağların her biri için binlerce sorunla boğuştuğumuzun hala farkında değiliz.

İyi, güzel ve doğru diye tabir ettiğimiz hemen her örnek için geçmiş zaman kipini kullanıyoruz. Fakat iş günümüz problemlerine çözüm bulmaya geldiğinde yine aynı hatayı yapıyor; gelecek ve şimdiki zaman kiplerine sarılıyoruz. Özlemini çektiğimiz hayatın ve şimdiki problemlerimizin çözümüne dair şifreleri geçmişle bağ kurarak elde edebileceğimizi gözden kaçırıyoruz. Bunun bir açıklaması var elbette; insanı ve toplumu gözeten İlahi kurallardan ziyade insanın oluşturduğu kurallarla yaşamak daha bir işimize geliyor. Bu İlahî kuralların insana ve topluma yüklediği sorumluluktan kaçmak için geleneklerimize değil; bencil ve sorumsuz insanın belirlediği normlara sığınıyoruz. Böylece kimin olduğunu bilmediğimiz bir hayatı yaşıyoruz.

Modern dünya bütün araçlarıyla geçmişimizle olan bağımızı kopartmaya ve hatta yerinden sökmeye çalışırken bir yandan da Batı’nın modern değerlerinin mutlak doğru olduğuna ikna edilmeye çalışılıyoruz. Farkında değiliz, fakat baş tacı ettiğimiz bu yabancı/yabani değerler, geçmişimiz ve geleneğimizle olan bağlarımızı koparıyor ve hatta yerinden söküyor.

Hal böyle olunca geçtiğimiz günlerde yayınlanan şu haber insanı daha bir düşündürüyor; “Yılda sadece 10 gün açan şakayık çiçeklerini koparan ya da yerinden sökene, jandarma tarafından 109 bin 593 lira ceza uygulanıyor.”