BIST 9.916
DOLAR 32,44
EURO 34,74
ALTIN 2.438,67

Herkes gibi olmak, olmamaktır.

Kendine has mizacıyla yaratılmış olan insanı moda, sosyal medya, tıp, televizyon, film gibi çeşitli saiklerle herkes haline getirmek; onları farklı araçlarla ve amaçlarla çağa uygun bir dönüşüme uğratmak, çağımızın mafyalaşmış şirketlerinin ve şirketleşmiş devletlerinin yegâne emeli haline gelmiş durumda.

Bazı insanlar sıradanlıkları ile siluet formuna dönüşüp bir çoğunluğun parçası olmayı göze alabilirken bazı insanlar da sıradan çıkarak sıradanlaşmaya meydan okurlar. Sıradakilerin bir boşluğundan yararlanıp sıraya kaynak olanlar, uyanık olduklarını zannederken, esasında diğerlerinden daha çok sıradanlaşma heveslisi olduklarını bu sabırsızlıkları ile tüm sıradanlaşmışlara göstermiş olurlar.

Kendine has mizacıyla yaratılmış olan insanı moda, sosyal medya, tıp, televizyon, film gibi çeşitli saiklerle herkes haline getirmek; onları farklı araçlarla ve amaçlarla çağa uygun bir dönüşüme uğratmak, çağımızın mafyalaşmış şirketlerinin ve şirketleşmiş devletlerinin yegâne emeli haline gelmiş durumda. Bu güçlerin kendi varlık nedenlerini ilelebet devam ettirmeleri için itici güç olarak kullandıkları herkesleştirme politikaları, hem fiziksel hem de zihinsel dönüşümü de beraberinde getiriyor. Bu durum etkin bir özne olan insanı herkesleştirilerek, sıradan hayatın edilgen bir nesnesi haline dönüştürüyor.

İnsanın kendine has özelliklerini yok eden, onu özünden, özgürlüğünden kopararak herkese dönüştürmeyi ve bu sonucu insanlar için hedef ya da mutluluk vesilesi olacak bir sonuç haline getirebilmeyi başaranlar, elbette küresel hegemonya tarafından yüksek seviyede bir iltifata ve övgüye mazhar ediliyorlardır.

Herkese benzemenin ‘masum’ bir şey olduğunu söyleyenlere, ‘felaket tellallığı yapma’ veya ‘bunun ne zararı olacak?’ diyenlere kâinatta sıradanlığın ve sıradanlaşmışlığın yer bulamadığının hatırlatılması, boynumuzda bir yükümlülük olarak asılı durmaya devam ediyor. Sorun şu ki, insanı herkes haline getirmek, onun zaman ve mekân köklerini reddetmesine hatta dünyaya ne için geldiğini unutmasına neden olacak kadar esaslı bir sorun teşkil ettiğine kendimizi dahi inandıramıyoruz.

Herkes olmak, doğrunun peşinden gitmenin kısa ve pratik bir yolu değil; çoğunluğun yanlışına/yanılışına sorumluluk almaksızın ortak olmak, insanı bünyesinde yok eden akımların kölesi olmak anlamına geliyor. Az olanın asıl doyurucu şey olduğunun unutulduğu ve utanılacak bir şey olarak addedildiği bir çağda, çoktan koparak kendi olmayı başarabilmek, modern çağdaki insanın kölelikten özgürlüğe giden tek çıkış yolu. Bu nedenle insana bahşedilmiş olan biricik olma halinin, aynı zamanda insanı özgürleştiren tek şey olduğunun çağın araçlarıyla anlatılması gerekiyor.

Herkesin yaptığını yapmak gibi bir çoğunluk istibdadı altında yaşamak, derya içerisinde kaybolan bir damla örneğine benziyor. Oysa deryanın dip akıntısını oluşturan damla da orta derinlikteki damlalar da ve en üstte şiddetli dalgaları oluşturan damla da herkesin içinde kendi kalabilmeyi başarabiliyor. O zaman insan da tıpkı bu damlalar gibi herkesin içinde fakat herkes olmadan hayatını sürdürebilir.

Küresel hegemonyanın kendi torna dükkânında insanı sıradanlaştırması ve herkes kalıbına sokmaya çalışması, kendi tıynetinin bir gereği elbette. Bize düşen, iyice körleşmiş çağın insanına aslında kim olduğunun hatırlatacak araçları geliştirmek ve çağın ruhu olan araçları bu hatırlatmaya katkı sunacak şekilde dönüştürebilmektir.

Hülasa ’herkes olmak’ bir insan için giyilebilecek en kötü ambalajlardan biri. Bu nedenle Üstat Sezai Karakoç yüzlerce kelimeyle anlatmaya çalıştığımızı bir cümleyle özetliyor; “Herkes gibi olmak, olmayacak bir şey. Herkes gibi olmak, olmamak gibi bir şey.” 

***

Not: 39. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı (TÜYAP) kapsamında, 3 Aralık ve 14:00- 18:00 saatleri arasında imza/tanışma programımız olacak, onurlandırmanız dileğiyle.