BIST 10.219
DOLAR 32,17
EURO 34,75
ALTIN 2.447,73
HABER /  GÜNCEL

Türkiye modelini kim nasıl gördü?

Kürt açılımında Türkiye modeli.. Dünyadaki örneklerine de benzemeyecek. Peki yazarlar yeni süreci nasıl gördü?

Abone ol

İNTERNETHABER- İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın cesur açıklamaları büyük yankı uyandırdı. Hükümet Kürt açılımının içeriğini vermedi ama ipuçlarını verdi. İktidar yavaş ama kararlı bir görüntü verdi.

TÜRKİYE MODELİ

Atalay dünkü toplantıda şunları söylemişti: Bazı ülkelerin tecrübelerini incelemeye aldık. İsveç ve İspanya İçişleri Bakanı ile bazı konuları paylaştık. Ancak, hiçbir ülkenin benimsediği yöntemi aynen uygulamak gibi bir düşüncemiz yok. Kendimize özgü, kendi modelimizi uygulamaya çalışıyoruz. İnşallah dünyaya örnek olacak bir Türkiye modeli oluştururuz.

Atalay'ın bahsettiği ve herkesin sürece dahil olacağı 'Türkiye modeli' çözümün anahtarı olarak sunuldu. Şimdilik içerik yok ama verilen ipuçları heyecan ve merak uyandırdı

25 yılı aşkın süredir sorunun bitmesi adına en olumlu hava yakalanmış görünüyor. Bu süreçte entelektüel çevrelerin, STK'ların, meslek odalarının, aydınların ve önde gelen yazarların da görüşü alınacak. Kısacası herkesten elini taşın altına sokması istenecek.

DTP'ye açık kapı

Atalay'ın DTP'ye açık kapı bırakması dikkat çekti. Dünkü basın toplantısında DTP ile ilgili bir soruya Atalay, "Bizim çabamız olumlu atmosferi, pozitif sonuçlara doğru götürmek. Bu gayreti herkesten bekliyoruz. Başbakan’ın DTP’ye randevu verip vermemesi kendi takdiridir" karşılığını verdi.

Tarihe 29 Temmuz süreci olarak geçecek dünkü açıklamalar sonrası gözler yazarlara çevrildi. Yazarlardaki genel hava olumlu..

İşte bazı yazarların hükümetin 'Türkiye modeli' ile ilgili görüşleri

[PAGE]

Ahmet Altan (Taraf): Umut 

Bırakın, CHP'li Onur Öymen gibi insanlar "demokratikleşmeyi çözüm sanıyorlar" türünden laflar etsinler.
Onlar çoktan gerçeklerin dışına savruldular.
Yavaş yavaş bir mizah konusuna dönüşecekler.
Bu toplum umutlu bir yolda ilerliyor.
Ergenekon türü örgütler temizleniyor.
Ordu, olması gereken çizgilerin içine çekiliyor.
Barış, hayatımızda ciddi bir ihtimal olarak gittikçe daha sağlam bir yer ediniyor.
Otuz senemiz kayboldu.
Ama bugün yeni bir dönemin başlamakta olduğunu görecek noktaya vardık.
Bu, büyük bir şanstır.
Herkesin özgür, rahat, eşit, zengin olduğu bir ülke hayal etsenize.
Kürt savaşının bitmesi, böyle bir hayatın yolunu açacak.
Kimsenin kimseyi ezmediği bir toplumda yaşamanın herkese nasıl huzur verdiğini göreceksiniz.
Savaştan, ölümden bahsetmeyeceğiz.
İnsanların nasıl "daha iyi" yasayabileceğinden söz edeceğiz.
Bu ülkede yaşayanlar kendi devletlerinden korkmayacak.
Kimse sokaklarda öldürülmeyecek.
Nefret bitecek.
Kimi asker, kimi PKK*lı olan çocukların cenazeleri gitmeyecek evlere.
Yeniden hukuka, adalete kavuşacağız.
Bütün Türkiye'yle birlikte Güneydoğu da kalkınacak.
Diyarbakır, Mardin, ürfa, Antep gibi kentlerimiz dünya turizminin vazgeçilmez durakları arasına girecek.
Silaha harcadığımız paraları çocuklarımızın eğitimine, sağlığa, bayındırlığa harcayacağız.
Nihayet hayatın bize ne söylediğini duyduk.
Çoktandır hayat bize, "artık ölümü, öldürmeyi bir yana bırakın, biraz da yaşamayı öğrenin" diyordu.
Bu yeni ve mutlu eğitimin sanırım ilk adımını atıyoruz.

Erdal Şafak yol haritasını nasıl özetledi?

[PAGE]

Erdal Şafak (Sabah): Çözüme giden yolun taşları

İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın dün düzenlediği basın toplantısını tarihçiler "Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir kilometre taşı" olarak değerlendirecekler.
Çünkü, Atalay hem "Devlet adına" sorunun adını koydu, hem çözüm çerçevesini çizdi, hem de çözümün ipuçlarını verdi.
Cumhurbaşkanı Gül'ün ve Atalay'ın açıklamaları birlikte değerlendirilirse Kürt sorununda devletin geldiği nokta şöyle özetlenebilir:
Bu sorunu Türkiye çözecek.
Bu soruna Türk modeli çözüm bulunacak.
İlki, daha önce de yazdığımız gibi, Kürt sorununun kendi irademizle çözülmesi anlamına geliyor. Yani, dış güçlerin, yabancı dinamiklerin işe karışmalarına fırsat vermeden çözme kararlılığını yansıtıyor.
İkincisi ise Türkiye koşullarına uygun bir çözüm, Türkiye'ye özgü bir formül geliştirileceği mesajı veriyor. Doğru; ne Bask, ne İskoçya, ne İsviçre veya Belçika modelleri Türkiye gerçeklerine uygun çözümler olabilir. Hatta Irak'ın ve İran'ın Kürt sorununa buldukları veya bulacakları çözümler bile Türkiye'de geçerli olamaz. En azından rejim ve devlet sistemlerinin farklılığı nedeniyle.
Özetlersek, hiç değilse çözümün hangi temellere oturtulacağını artık biliyoruz: "Türkiye'nin iradesi" ve "Türk modeli."
Sıra "Subasman" ilkelerine geldi:
Bu sorun Türkiye Cumhuriyeti'nin birliğine, devletin tekliğine, vatanın bölünmez bütünlüğüne zerrece halel getirmeden çözülecek.
Bu sorun Türkiye Cumhuriyeti halkını oluşturan tüm kesimlerin desteğine dayalı olarak çözülecek.
Bu sorun hak ve özgürlüklerin alanının genişletilmesiyle, bir başka deyişle, daha çok ve daha kaliteli demokrasiyle çözülecek.
Bu sorun sadece devlet kurumlarının değil siyasi kadroların da mutabakatıyla çözülecek.
Bu sorun Türk halkının iradesinin temsil edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında çözülecek.

Hasan Cemal topu neden Öcalan'a attı?

[PAGE]

Hasan Cemal (Milliyet) : Hükümetten ihtiyatlı ama olumlu başlangıç! 

Kürt sorunuyla ilgili olarak Erdoğan hükümetinde koordinasyon görevini üstlenen İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın dünkü açıklamaları kimilerinde hayal kırıklığı yaratmış olabilir.
Ben farklı düşünüyorum.
Hükümetin ihtiyatlı bir başlangıç yapması ve ilk adımını dikkatli atması yerinde bir tutumdur.
İçişleri Bakanı Atalay’ın dediği gibi ‘konunun hassasiyetleri’ vardır. Bu yüzden, “işi aceleye getirmeden süreci yönetmektir” doğru olan...
Beklenti çıtası zamansız ve gereksiz yere yükseltilirse, bunun yol açabileceği hayal kırıklıkları da çok büyük olur. Onun için yutkunarak konuşmak ya da yoğurdu üfleyerek yemeye başlamak daha isabetli bir tavırdır.
Daha önce de belirtmiştim.
Bu aşamada önemli olan silahların -bırakılması değil- susması, yani ‘parmakların tetikten çekilmesi’dir.
Bu konuda DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün “Operasyonlar durmalıdır” sözünde gerçek payı elbette vardır.
Ancak, böyle bir ‘çatışmasızlık’ sürecinde asıl sorumluluk bence PKK’ya düşüyor. Ucu açık, önkoşulsuz bir ateşkesle bu sağlanabilir. Bunu sağlayacak olan da İmralı’dır, Öcalan’dır.
Öcalan eğer bugün için gerçekçi olmayan bir takım talepler yerine, ihtiyatlı -ya da uçmayan- bir başlangıç adımı atabilirse, Türkiye Kürt sorununda demokratik, barışçı bir çözüm dönemine girebilir. 
Dağlardan silah seslerinin gelmediği, şehit cenazeleriyle taziye çadırlarının kurulmadığı, anaların gözyaşı dökmediği bu ‘yeni süreç’te Türkiye gerçek bir barışa doğru yol alabilir.
Sayın Atalay’ın açıklamalarını dikkatle izledim.
İçtenlikliydi.
Sorunun adını koymaktan kaçınmadı.
Meselenin ‘özü’yle ilgili konuşmayacağını söylese de, öze ilişkin de önemli ipuçları verdi. İçişleri Bakanı’nın bu konuda Başbakan Erdoğan’ın 2005 yılı Diyarbakır konuşmasına atıfta bulunmasının altını çizmekte yarar var.

Ahmet Taşgetiren beklediğini buldu mu?

[PAGE]

Ahmet Taşgetiren (Bugün): İçi dolmamış demokratik açılım

Evet, üzerine büyük beklenti yüklenen "Açılım"ın, o beklentileri karşıladığını söylemek zor. Hatta "Zor"dan öte, öze ilişkin hiçbir şeyin bulunmaması, boşuna bir beklenti oluşturulduğunun da ifadesi. Bu meselede sık sık beklentiler oluşturulduğu için, yine sık sık "Dağ fare doğurdu" sözü hatırlanmıştır, bu defa da öyle olacaktır. Tabii, beklentiyi kim oluşturdu ise vebali o taşır ama burada hükümete yönelik eleştirilerin gelmesi de kaçınılmazdır.

Bununla birlikte hükümet, belki bir başka takvimde ama bir kere daha, "Açılım" için kamuoyu önünde taahhüt altına girmiştir. Hoş, bundan kaçınmak da mümkün değildir.

Bakan Atalay'ın sözlerine dikkatle bakıldığında, AK Parti'nin başından beri demokratik açılımlar konusunda yaptıklarına yoğun şekilde vurgu yapıldığına tanık olunacaktır.

Bununla AK Parti hükümetinin Türkiye'nin bu en can yakıcı sorununun çözümünde, tarihi bir misyon üstlenme niyetinde olduğunu anlamaktayız.

Tabii kolay olmayabilir.

Kürtler adına oluşturulan beklentileri karşılamak kolay olmayabilir.

Toplumun farklı alanlarında oluşacak tepkileri göğüslemek kolay olmayabilir.

Ama çözüm de kaçınılmaz.

Böyle bir durum, Bakan'ın altını çizdiği üslup ve yöntem konusunu en öne çıkarıyor ama çoğulcu tartışma ikliminde üslubu ve yöntemi korumak da kolay olmayacaktır.

Her şeye rağmen, hükümeti cesaretlendirmek, üsluba ve yönteme dikkat ederek, olumlu katkıları ihmal etmemek gerekiyor.

Birand hangi noktaya sevindi?


 

[PAGE]

Mehmet Ali Birand (Posta): Devlet nihayet bir Kürt politikası hazırlıyor

İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın dün yaptığı açıklama, bazılarında hayal kırıklığı yarattı. Zira genel olarak beklenen, Atalay'ın Kürt sorunu ve PKK konusunda bir yol haritasını açıklamasıydı. Oysa bakan, sadece yapılan çalışmalarla ilgili bilgiler verdi ve planın içeriği hakkında konuşmadı. Zira çalışmaların devam ettiğinin işaretini verdi. Ben bu açıklamayı dahi olumlu buldum. Nedeni de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin artık bir Kürt ve PKK sorunlarının varlığını kabul etmesi ve çözüm için kapsamlı bir çalışma başlatmasıdır.
Şimdiye kadar, bu sorunlar hem kabul edilir, hem de görmezden gelinirdi. Hele temele inen çözümler aranmaktan kaçınıürdı.
"PKK terörüne karşı önlem almak için" çalışmalar yapılmakla yetinilirdi.
Kürt sorunu ile PKK birbirinden ayrılmadan ele alınır ve sorunun sadece güvenlik yönüyle yetinilirdi.
İşte şimdi ilk defa Kürt sorunu ile PKK birbirinden aynlıyor ve yine ilk defa, Türkiye'nin geleceğini etkileyecek olan bu sorun ile ilgili bir plan ortaya çıkarılacak.
Bu olumlu adım. ister istemez sonuç konusunda beklentileri de yükseltti.
Acaba ortaya konacak olan çözüm planı, hem Türk kamuoyunu, hem de Kürt kökenli vatandaşlanmızı tatmin edebilecek mi?
Hiçbir çözüm kimseyi yüzde yüz memnun etmez. Her iki tarafın da ödün vermesi ve orta yolda buluşmaya çalışması gerekir.
Çok tartışacağız.
Restler çekilecek.
"Olmaz bu iş" denecek ve sonunda bir noktaya varılacak. Yola çıkılmış olması dahi yeter.

Karagül neye dikkat çekti? 

[PAGE]

İbrahim Karagül (Yeni Şafak): Kürt açılımı: Türkiye için özgürlük projesi

İlk kez çözüm yolunda böylesine bir kararlılık var. İlk kez iç ve bölgesel konjonktür bu kadar uygun. İlk kez PKK'nın uluslararası etkinliği bu kadar sınırlandı. İlk kez toplumun bütün kesimleri, kurumlar kadar sokaktaki insan ve sivil örgütler çözüm konusunda iyimser.

Ancak;

Türkiye'de ne zaman olumlu, sevindirici, ümit verici bir gelişme olsa birileri, bir yerler harekete geçer ve bu ümit bir anda derin bir hayalkırıklığına dönüştürülür. Ne zaman bir şeyler yoluna girmeye başlasa süreci boşa çıkaracak bir olay olur. “Kürt açılımı” tartışmalarının yoğunlaştığı dönemlerde saldırıların ivmesi bir anda yükseliyor. Bölgeden acı haberler gelmeye başlıyor. Anadolu'nun her köşesinde evlerde ağıtlar yakılır oluyor. Bazen Dağlıca saldırısı gibi, Aktütün saldırısı gibi Türkiye'yi yasa boğan, bildiğimiz terör saldırılarının ötesinde anlamlar içeren, çokuluslu planlama işaretleri veren saldırılar gerçekleşiyor.

Saldırıların, ölümlerin dışında inşa edilmeye çalışılan süreç yok ediliyor. Bu can alıcı sorun üzerine “bir şeyler yapma” iradesine sahip olanlar yıldırılıyor, toplumsal umut boşa çıkarılıyor. En önemlisi de, Türkiye kamuoyunu çözüme ikna etme yönünde alınan bütün mesafe yok oluyor.

Bugüne kadar edindiğimiz tecrübeleri, yaşadığımız şüpheleri, endişeleri, birilerinin bölgesel dizayn çabalarını göz önünde bulundurmaya devam ederek, bu sorunun çözümünün Türkiye için bir özgürlük projesi olduğuna inanıyoruz. Süreç, bütün engellemelere rağmen, devam edecek ve yakın gelecekte çok daha heyecan verici gelişmelere tanık olacağız.

Türköne neden iyimser?

[PAGE]

Mümtaz'er Türköne (Zaman): Demokratik açılımın üslûbu


İçişleri Bakanı'nın basın toplantısı, çözüm yolunda umutla umutsuzluk arasında tereddüt geçirenlere bütünüyle pozitif bir motivasyon aşılamış olmalı. Cumhurbaşkanı'nın geliştirdiği inisiyatif bir dönüm noktası oldu.

Karşımızda duran tablo herkesi sorumlu ve dikkatli olmaya zorluyor. MHP liderinin "madem öyle, terör örgütünün belini kır, kökünü kazı" söyleminin MHP tabanında bile hiçbir karşılığı olmayacak. İçişleri Bakanı yeni bir başlangıçtan, geçmişe sünger çekmekten bahsediyor. "Terör örgütünü yok etme" formüllerinin, yeni "şehit cenazeleri" davetiyesi dışında hiçbir anlamı yok. Kürtler bu ülkede kendilerini eşit ve onurlu vatandaşlar olarak hissedecek. "Daha çok Türk olmak" Kürtler için "daha çok Kürt olmak" anlamına geliyor. Etnik kimliklerin ve "Küçük Türkiye milliyetçiliği"nin dar sınırlarının dışına çıkmak lâzım. "Daha çok Türk olmak" Kürtlerin Anayasa'da yer alma taleplerine meşruiyet kazandırmaktan başka bir anlam taşımıyor. İmparatorluk varisi bir toplum kendisini "bölücü ve ayrıştırıcı türden bir Türk milliyetçiliği"nin dar kalıplarına hapsedemez.

Hava artık bütünüyle olumlu. Önümüzde duran sorunun iki farklı veçhesi olduğunu unutmayalım. Demokrasi ve hukuk ile aşılacak Kürt sorunu ve devletin pratik aklı ile çözülecek bir PKK sorunu. Bütün taraflarda olgun ve sorumlu bir hava var. Şiddetin kendi kendini tükettiği yerdeyiz. Denemediğimizi deniyoruz. Demokrasi hem sorunu çözüyor hem de hepimizi olgunlaştırıyor, daha akıllı ve sorumlu kılıyor. Aysel Tuğluk'un özeleştirilerini, demokrasinin yükselttiği ve çoğullaştırdığı akıl ve sorumluluk duygusunun bir tezahürü olarak görmek lâzım. MHP'den biri çıksa ve dağda ölen PKK'lılar için "onlar da bizim vatandaşımızdı, devlete başkaldırmışlardı, ama öldükten sonra sadece yine bizim vatandaşlarımızın kayıp evlatları idiler" dese ne olur?

Kürt sorunu bir Türkiye sorunu. Bu sorun Türkiye'nin bugüne kadar canını yaktı. Ağır bedellere mal oldu. Ama çözersek Türkiye çok ağır bir yükten kurtulmakla kalmayacak, kanatlanıp uçacak. Kürt sorununu demokratik açılım ile çözebilen bir Türkiye'nin sırtını hiçbir güç yere getiremez.

İçişleri Bakanı, dün içeriğe dair bir şey söylemedi; ama çok şey söyledi. En önemlisi devletin doğru üslubu yakaladığını gösterdi.

Ilıcak "Muhatap kim olacak?" sorusunu gündeme getirdi

[PAGE]

Nazlı Ilıcak (Sabah): Demokratik adım

Bir gün önce, Irak ve ABD temsilcileriyle yapılan toplantı, ardından, dün Beşir Atalay'ın çözüm arayışındaki samimiyeti gösteren açıklamaları, ümit verici. Zaten, AK Parti, böyle bir hava yarattıktan sonra, gerekli adımları atamazsa, bütün inandırıcılığını kaybeder. Söz konusu pakette, idari kararlarla ulaşılacak hedefler var. Meselâ, köylere eski adlarının yeniden verilmesi, "Ne mutlu Türküm diyene" yazısının dağlardan kaldırılması gibi. Tabii, anayasa değişikliğine de ihtiyaç duyulabilir. Kürt kültürünün ve kimliğinin anayasal teminat altına alınması en önemli talepler arasında. Anayasa değişikliği gerektiren hususlarda muhalefetin desteği çok önemli. Çünkü AK Parti bu konuda bir referandumu göze alamaz. İktidar tek başına yapabileceği düzenlemelerde dahi, muhalefetle işbirliğine ihtiyaç duyacaktır. Başarıya ulaşılmak isteniyorsa, bu hassas konuda kimse siyasi istismar yolunu seçmemeli.
"Muhatap kim olacak?" sorusu da sık sık soruluyor. Abdullah Öcalan'la teması politik ortam kaldırmaz fakat Demokratik Toplum Partisi'nin mutlaka devrede olması şarttır. Zaten, Beşir Atalay bu istikametteki bir soruya cevap verirken açık kapı bıraktı. "Başbakanın takdirinde bir değişiklik olabileceği" sözünü sarf etti.
25 yıl kan aktı. Sanki çözüme yaklaştık gibi. Unutmayalım ki, çözüm, büyük ölçüde partilerin işbirliği yapmasına bağlı. Akan kan üzerinden siyasi prim toplamaya çalışanlar olursa, AK Parti'nin de cesareti kırılacaktır.

İsmet Berkan şahinlere ne dedi?

[PAGE]

İsmet Berkan (Radikal): Savaşı kazanmak mı zor, barışı kazanmak mı?

Dün bazı gazete köşelerinde, ‘Kürt sorunu’ndaki bu yeni açılım havasından hoşlanmayan kimi kalemlerin, ‘Savaşı biz kazandık, neden şimdi alttan alıyoruz ki’ türünden hatırlatmalarını okuyunca, ‘barışı kazanmak’ konusu aklıma takıldı. Barışı kazanmanın ne kadar zor olduğunu yakın zamanda hep birlikte göreceğiz.
Birkaç hatırlatma yapmak istiyorum:

1.Türkler ve Kürtler, bu topraklarda yan yana yaşamaya devam edecekler.

2.Yan yana bile değil aslında iç içe yaşıyoruz. Ne bir coğrafi sınır var aramızda ne dil sınırı ne de din.

3.İç içe yaşarken kavga edemeyiz. Birlikte barış içinde yaşamayı öğreneceğiz.

4.Eski defterleri, geçmişin hesaplarını bir aşamada geride bırakmayı başarabilmeliyiz. Bir tarafın diğer tarafa sürekli ‘Ama biz sizi yendik’ demesi, öteki tarafın da ‘siz bizi hep ezdiniz’ demesi uzun vadede barışa hizmet etmez.

5.Barışı kazanmanın önkoşulu, iki tarafın da galibiyet veya mağlubiyet gibi hislerden uzak tutulmasını başaracak bir sonucu hedeflemektir. Barışı kazanmak, birlikte barış içinde yaşamanın hukukunu oluşturmalıdır.

Ergun Babahan helva tarifi üzerinden sorunu nasıl tarif etti?

[PAGE]

Ergun Babahan (Star) :Ergenekon davası ve Kürt meselesi

Çatışma ortamı sayesinde siyaseti vesayet altında tutanlara ciddi bir darbe indirildi.

Cesur hukuk adamları sayesinde bölgedeki faili meçhullerin üzerine gidilmeye başlandı.

Albay rütbesindeki insanların tutuklanmasının bölge halkı üzerinde ‘Bu devlet beni insan yerine koyuyor’ etkisi yaptığı bir gerçektir.

Bu davalar, bölge halkı üzerinde TRT-Şeş’ten daha büyük etki yapmıştır.

Üstüne üstlük, Ergenekon davasına şiddetle karşı çıkan, Ergenekon’da avukatlık rolüne soyunan medya da çözümden yana bir tavır içindedir.

Bu tavır hükümetin elini güçlendirici bir unsurdur, çünkü çözüm yolunda atılacak adımlara kamuoyunun desteğini sağlayacaktır.

Hükümetin yol haritasını hazırlarken kimseyi önceden dışlıyor olmaması önemli bir mesajdır.

Kürtler’in görüşü alınmadan hazırlanacak bir paketin etkili olma şansı yoktur.

Özetle, Kürt meselesinin çözümü için un var, şeker var, yağ var.

Tek eksik bunu helva yapma iradesiydi.

Bugün için Ankara’da o da var gibi görünüyor.

Haydi hayırlısı.