BIST 10.895
DOLAR 32,19
EURO 34,96
ALTIN 2.496,91
HABER /  GÜNCEL

Şemdinli sanıklarına yarayacak

Yaşar Büyükanıt’ın ismi sanıklara yarayacak!

Abone ol

Diyarbakır Barosu Başkanı, Sezgin Tanrıkulu Bilgi Üniversitesi’nde dün başlayan Kürt Konferansı’nın katılımcılarından. Bugün “Devlet politikaları ve Kürt sorunu” başlığı altındaki oturumda konuşacak.

Devletin bu konuda bir çözüm projesinin olmadığını söyleyecek ve ‘terörist yöntemlere başvuran bir örgüt’ diye nitelendirdiği PKK’nın mensuplarına bir af çıkarsa bunun örgütün silahsız hale gelmesine hizmet edeceğini savunacak. Şemdinli davasının müdahil avukatlarından biri olması nedeniyle söyleşimiz sıcak gündem üzerinde yoğunlaştı. Tanrıkulu, iddianame ile ilgili son tartışmaların yarattığı güvensizlik ortamından son tahlilde Şemdinli olayı sanıklarının yararlanacağına inanıyor.

Şemdinli davasının müdahil avukatlarından birisiniz. Olayı nasıl yorumluyorsunuz?

Hakkari, Şemdinli, Yüksekova, JİTEM ve çete faaliyetlerinin zirve yaptığı yer. Orada bir istikrarsızlık yaratılmak isteniyor. JİTEM bugüne kadar kabul edilmeyen bir örgüttü. Bugün anlaşıldı ki, böyle bir örgütlenme var. Fakat bu yargı sistemiyle bu örgütler ortaya çıkarılamaz. Siz çete faaliyetinden dolayı yakalanan bir insana “Tanırım, iyi çocuktur” diyemezsiniz.

Ama “suçlu mu değil mi yargıda ortaya çıkar” diye arkasından ekledi. İşin o kısmını görmemek haksızlık değil mi?

Bence değil. Kara Kuvvetleri Komutanı, hakkında böyle bir iddia bulunan bir şahısla ilgili görüşlerini o anda aklına geldiği gibi söyleyemez. Söylerse sorumluluğu vardır bunun. Ama şunu belirteyim, Şemdinli olayının Büyükanıt’a indirgenmesi bu soruşturmanın adil biçimde yapılmasını bu noktadan sonra engeller.

Yani bunu basına sızdıranlar olayın Büyükanıt üzerine indirgeneceğini bilerek yaptılar ve bu yüzden iddianame ciddiye alınmayacak, dolayısıyla diğerleri de yargılanamayacak. Bunu mu diyorsunuz?

Evet. Bence böyle bir şey var. Bunun üzerinden bir mesaj veriliyor. Yani üç tane devlet görevlisi içeride. Bu adamlar TCK’nın en ağır maddesiyle, yani PKK örgüt üyeliği hangi madde ile yargılanıyorsa, Şemdinli’de silahlı eylem yapanlar da aynı maddeden yargılanacaklar. Şu söylenmek isteniyor: Biz içerideyiz. Biz niye içerideyiz? Eğer içerideysek, işte bunun tartışmasını sağlarız. Birbirlerine mesaj veriyorlar. Yoksa Büyükanıt’ı yıpratmak amacıyla değil.

Şemdinli sanıkları söylediğiniz gibi Büyükanıt üzerinden mesaj veriyorsa savcı buna alet mi oldu?

Hayır, savcının buna alet olduğunu düşünmedim. İddianamenin kabulünden önce gizlilik kararına rağmen basına sızdırılması ve Büyükanıt üzerinden haberler yapılması halen tutuklu bulunan sanıklara yaradı. Bununla iddianamenin hukuksal gücü zayıflatılmaya çalışıldı. Bu sanıkların içinde bulunduğu yasadışı örgütler bölgede birçok eylemin sorumlusudur. Sanıklar yakalanma, tutuklanma ve bu iddianame ile kendilerini korumasız hissetmektedirler ve bu nedenle de bilgileri dahilinde olan birçok eylem hakkında ilişkilerini deşifre etme olasılığı halinde Türkiye’nin ne ile karşılaşabileceğinin mesajını vermektedirler. Büyükanıt üzerinden yargılandığınız bir davada savcı üzerinden bir tartışma yaratırsanız soruşturmanın hukuken geçerli olmadığı izlenimi verirsiniz ve bu ortamdan psikolojik olarak yararlanırsınız.

Hakim de bundan etkilenir mi?

Hakim dahil Türkiye’de herkes etkilenir bundan. Bana göre Büyükanıt karşıtları ya da hükümet cephesinden bir dezenformasyon yok burada. Bence failleri tarafından var. Bu istihbarat örgütü devletin bütün işleyişine işlemiş durumda. Bu işi yapan adamlar, bu eylemleri gerçekleştirenler işin bu noktaya geleceğini hesaplamamışlardı. Ama şimdi iş kötüye gidiyor artık, kurtuluş yok. Emri veren dışarıda. Ve siz içeridesiniz. Böyle bir psikoloji içerisinde dezenformasyon eğer hükümete yöneltilirse bundan en fazla kim yıpranır ve kim yararlanır buna bakmak lazım.

İddianamenin kabul edilmeme ihtimali var mıydı?

Sayın orgeneral bakımından iade edilecek bir durum söz konusu değildi. Çünkü onun hakkında düzenlenmiş bir iddianame yok.

Niye? Çete kurmak gibi iddialar var.


Onunla ilgili olarak savcı, iddianamesinin bir bölümüne şu ifadede şunlar şunlar söylenmiştir diye belirtmiş. Dolayısıyla Büyükanıt bakımından iadesi söz konusu değildi. Sanıklar bakımından, ki istihbarat elemanlarıdır, toplanmayan bir delil varsa iade edilirdi. Türkiye’de bugüne kadar yargı bu çeteler konusunda iyi bir sınav vermedi. Devlet içindeki örgütlenmeleri ortaya çıkaramadı. Ama bu olayda inkar edilemeyecek düzeyde teknik deliller var. Olay eğer bu üç adamla sınırlı kalırsa ortaya yine bir şey çıkmayacak. Ancak Türkiye bununla yüzleşir ve bu örgütlenmeyi ortaya çıkartırsa bir hukuk devleti olabilecektir. Hukuk devletinin zaten özelliği sıradan yurttaşın nefes aldığı ortamın güvenlik içerisinde olmasıdır. Her zaman silahlı örgütler olacaktır. Ama devlet içerisindeki örgütlenmelerin şiddete başvurması kabul edilemez. Şemdinli’deki olay da budur.

Adalet Bakanı’nın savcı hakkında soruşturma başlatma kararı ne anlama geliyor?

Van savcısı ile ilgili olarak iki müfettişin görevlendirilmesi yargı bağımsızlığına doğrudan müdahaledir. Bu görevlendirme ile aynı zamanda bu tür soruşturmalarda savcılara “haddinizi bilin” mesajı verilmek isteniyor. İddianameye konu olayın basit bir ceza soruşturmasına konu olabilecek bir olay olmadığı ortada. Dolayısıyla bu soruşturma bakımından savcının ulaşabildiği delillere iddianamesinde ayrıntılı yer vermesi ve hatta entelektüel birikimini katarak değerlendirme yapması bana göre olması gerekendir. Savcı iddianamede sanıklar tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen eylemler ile ilgili olarak amacının “Türkiye’nin temel politik yönelimlerinin (modernlik projesi, AB süreci) akamete uğratılması ve merkezdeki siyasi/bürokratik yönetim elitinin güç ve yerlerini muhafaza etmesi” olabileceğini belirtmiş ve devamla “devletin bekasını korumak ve temsil etmekle görevli olan bürokratik aygıt içerisine sızmalar olması halinde bürokrasinin bizzat kendisi devletin bekasını tehdit eder noktaya gelebilir” görüşünü ortaya koymuştur. Gerçekten bu değerlendirmeler önemlidir ve devlet içerisindeki hukuk dışı çete yapılanmasının gerçek görüşünü ortaya koymuştur. Türkiye’de devleti sorgulamaya, devletin hukuk dışılığını ortaya çıkarmaya, hele hele bunun yargı aracılığıyla yapılmasına alışık olmadığımız için, herkes savcıyı “haddini aşmakla” suçlamaktadır.

Savcının kişiliğinin sorgulanması ne anlama geliyor?

Türkiye’de herkesin başına gelebilecekler bu olayda savcının da başına gelmeye başladı. Çocukluğundan kayınpederine, doğduğu evden özel yaşamına kadar didik didik edilmeye başlandı. Bu aslında kendilerini dokunulmaz hissedenlerin, kendilerine dokunulduğunda neler yapabileceklerini ortaya koymak bakımından iyi bir örnek.

Bundan sonra davanın seyrinde neler olur?

4 Mayıs’ta başlayacak olan bu yargılama uzun bir sürece yayılacaktır. Fakat iddianame, savcı, soruşturma, mahkemenin kabul kararı ile ilgili değerlendirmelerin, yorumların, eleştirilerin kamu gücünü elinde bulunduranlar tarafından yapıldığı bir ortamda hâkimlerin tarafsız olabileceklerini nasıl bekleyebiliriz? Savcı için müfettiş görevlendiren bakanlık herhangi bir nedenle hâkimler için de görevlendirebilir. Böyle bir risk altında adil yargılamanın yapılabileceği noktasında şüpheler uyanmaktadır. Bu olayla siyasetçilerin “yargı bağımsız” söyleminin ne kadar gerçek dışı olduğunu da gördük. Dolayısıyla devlet’in “derin” olanı ile “yüzeyde” olanının da aynılaştığı ortaya çıktı. Aynı zamanda yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile yargıç güvencesinin hukuk devleti olma bakımından ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha test ettik. Devlet, kendisi ile yüzleşmeli, bu safraları içinden atabilmenin yolunu bulabilmelidir. Ben buradan aidiyet meselesine gelmek istiyorum. Kürtlerin devlete bağlılık noktasında aidiyet eksiklikleri var. Bunun nedenlerinden biri de işte bu adaletsizlikler. Adaletin gerçekleşebileceği noktasında inanç eksikliği var herkeste. Haksızlıklar sempati yaratıyor PKK’ya karşı. Bizim bu sempatinin kaynaklarını kesmemiz lazım.

Bunun da yolu aftan mı geçiyor yani?

Örgütün silah bırakmasını sağlamalıyız. Siz bir insanı kavgada yenerseniz, o adamın kafasında intikam duygusu olur. Ondan sonraki ilişkileri bakımından her şeyi yapmaya çalışır. Ama biz desek ki, siz gelin, siz de Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşlarısınız. Silahlarınızı bırakın. Bu toplumu size de açalım. Bir rehabilitasyon programı geliştirelim. 15-20 yıldır dağdasınız. Bu topluma entegre olmaya çalışın. Silahsız, şiddetsiz bu sorunu çözmeye çalışın, sorun çözülür.

Defalarca PKK’ya “silah bırak” çağrısı yapanlardan birisiniz. Kürtlerin büyük bir bölümünce PKK bir terör örgütü olarak kabul edilmedikçe bu mümkün mü?

Sorun sadece örgütün silahsız hale getirilmesi meselesi değil. Yani bu silahsız hale getirilmesi Kürtlerin demokratikleşmesi ve Türkiye’nin siyasal hayatının normal rayına girmesi açısından çok önemli. Ama aynı zamanda burada yaşayan, PKK’ya sempati duyan duymayan her Kürt’ün yaşadığı sorunlar var. Devlet, bu insanlarla bir empati kurmuyor. Dolayısıyla da örgüte yönelik bu sempatinin kaynaklarını ortadan kaldırma görevi devlete aittir.

Ama Kürtler, Öcalan ile aralarına bir mesafe koymadığı sürece bunları çözmek de zorlaşıyor.

Bence demokratik bir ortam olursa, kendi siyasi partileri ile örgütlenebilirse, yeni liderler ve yeni örgütlenmeler ortaya çıkar. Kürtler henüz kendi kimlikleri ile örgütlenemiyorlar.

İşte kör dövüş. Onlar Apo’ya bağlı kaldıkça devlet onların siyasi örgütlenmelerine izin vermeyecektir.

Evet. Tavuk yumurta, yumurta tavuk meselesi gibi bir şey bu. O nedenle biz örgüte silahı bırak falan desek de bırakmayacaktır. Bunu bırakma koşullarının yaratılması lazım. Bugün de Kürtlerin çoğunluğunda ezilmişlik, itilmişlik ve yenilmişlik duygusu var. İşte bu beni karamsar yapıyor. Batman’da olanlar ve önceki gün Van’da gerçekleşen eylemleri kınıyorum. Bir kez daha şiddete son verilmesi çağrısında bulunuyorum. Bu tür tablolar yine karşımıza çıkabilir. Fakat bu tür eylemler sorunu çözme konusunda irade eksikliğine yol açmamalıdır.

Kaynak:


Röportaj: Nuriye Akman