BIST 9.890
DOLAR 32,46
EURO 34,81
ALTIN 2.448,12
HABER /  GÜNCEL

Kansere karşı biyolojik ilaç

Kansere karşı yeni geliştirilen biyolojik ilaçlar olumlu sonuç vermeye başladı. Türkiye'deki önemli onkologlardan biri Dr. Süalp Tansan hastalıkla ilgili konuştu.

Abone ol Kansere karşı yeni geliştirilen biyolojik ilaçlar olumlu sonuç vermeye başladı.

Kanser tedavisinde önemli gelişmeler oluyor. Ama bir yandan da bilinçsizce "kanseri yendik sayılır" diye bir söylem gelişiyor.
 
Bu söylemin rehaveti kanser konusunda bilincimizi nasıl etkiliyor? Kanser tedavisinde gerçekte hangi noktada bulunuyoruz? Özellikle yeni biyolojik ilaçlar neler ve bu ilaçlar ne fayda sağlıyor? Bunları ve kanserle ilgili soruları, konunun önemli uzmanlarından  Dr. Süalp Tansan cnnturk.com için yanıtladı.     
 
Türkiye'de kanser tedavisi son yıllarda geçtiğimiz 10 yıla göre, önemli gelişme göstermiş durumda.
 
Geliştirilen yeni biyolojik ilaçlarla birlikte kemoterapi tedavisi de kanserde sonuç vermeye başladı.
 
Kemoterapi ile belki kansere tam tedavi sağlanamıyor ama en azından eskiye oranla yaşam kalitesini daha da artırmak ve süreci uzatmak mümkün oluyor.
 
Toplumda ise basın ve yayın organlarında çıkan haberlerin de etkisi ile 'bu ilaçlar çıktı, kanser derdi bitti' düşüncesi hızla yaygınlaşıyor.
 
İşte bu noktada, "toplum olarak kanser konusunda ne kadar bilinçliyiz? Kanserle nasıl savaşırız? Nelere inanmamız gerekir? Nasıl bilinçleniriz?" soruları önem kazanıyor.
 
Geçmişte yılda bir ilaç çıkarılırken, şimdi bu sayılar çoğalıyor. Türkiye ve Sağlık Bakanlığı da bu ilaçların Türkiye'ye getirilmesi konusunda üzerine düşeni yapıyor. 
 
Pahalı bir tedavi olan kemoterapide ilaç üretimi ve sayısı arttıkça maliyetlerin de düşeceği ve tıpta ilerleme kaydedileceği belirtiliyor.
 
Türkiye'de sayısı sınırlı onkolog var. Alanları ise en zor bölümlerin başında geliyor. Onlar tıptaki gelişmeleri ve sonuçları izlerken bir yandan da halkın kanser hakkında  bilgilendirilmesinin, kanserin nasıl yenilebileceğinin, basında çıkan 'kansere çare bulundu' gibi haberlerin olumsuz etkisi üzerinde de duruyorlar.
 
Türkiye'deki önemli onkologlardan biri de Dr. Süalp Tansan. 
 
Tansan'la konuşmamıza "bu çok zor bir meslek, kliniğinizde ölümle yaşam arasında bir çizgideki insanlarla olmak, onları hayata bağlamaya çalışmak çok zor iş. Siz bunları nasıl yaşıyorsunuz?" sorusuyla başlıyoruz.
 
Tansan, "giderek kanseri yeniyoruz ama bu tamamıyla yok ettik demek değil. Biz halkı daha çok kansere karşı bilinçlendirmeliyiz." diyor ve ekliyor: "Benim de bir beş senem kaldı!" 
 
Hemen soruyorum, "nasıl yani?" Hafif bir tebessümle cevap veriyor: "Onkologların ömrü 15 yılmış. Ondan sonrasında artık bu işi yapmamak gerekiyor!"
 
Peki sonrasında ne yapmak gerekiyor?
 
Dr. Süalp Tansan: "Sonra yeni hekimler yetiştirmek üzere kolları sıvayacağım"   

Son on yıla baktığımızda o geçmiş tedavi yöntemleri ve ilaçlar konusunda çok farklılıklar var.  Bunlara en büyük etken de biyolojik ilaçlar. Bununla ilgili bir  değerlendirme  yapar mısınız? 
 
Dr. Süalp Tansan: "Tabii, 1960'lardan bu yana kanser tedavisinin temelini kemoterapi dediğimiz kimyasal ilaçlar oluşturuyor.  Kemoterapi dediğimiz zaman da 30 çeşit ilaç var.
 
Bunlar değişik kombinasyonlarda, değişik şekillerde kullanılıyor. Fakat kemoterapinin en büyük özelliği seçici bir tedavi olmayışı. Yani, kanserli hücrelerle normal hücreler arasındaki farkı söyleyemiyor kemoterapi.
 
Kemoterapi hızla büyüyüp çoğalan ne kadar hücre varsa onların hepsine zarar veriyor. Çünkü kanserli hücreler hızlı büyüyüp çoğalan  hücreler.
 
Ama normal hücrelerin de hızlı büyüyüp çoğalanları kemoterapiden  önemli ölçüde zarar görüyorlar. Mesela saç kökü hücreleri de hızlı büyüyüp çoğalan hücreler. Bunlar kemoterapiyi görünce dökülüyorlar.
 
Aynı şekilde mide bağırsak sistemine ait hücreler, bunlar da kemoterapiden etkilendiği için bulantı kusma olabiliyor. Kemik iliğini yapan hücreler kemoterapiden etkilendiği için yine aynı şekilde kan sayımında düşüklükler oluyor. Dolayısıyla kemoterapi seçici bir tedavi değil."  

Peki normal hücreyle kanserli hücre arasında ne fark var? 
 
Dr. Süalp Tansan: "Normal hücre kendini tamir edebiliyor. Kanserli hücre kendini tamir etme yeteneğinden yoksun. Dolayısıyla normal hücrelere kendilerini iyileştirebilecek kadar bir zaman verecek aralıklarla kemoterapi yaptığımızda, gittikçe daha fazla kanserli hücre öldürüyoruz.
 
Dolayısıyla kanserli hücreleri daha fazla öldürerek ve normal hücrelere de kendini toparlama fırsatı vererek tümörü küçültme yoluna gidiyoruz.
 
Kemoterapi bütün hücrelerde etkili olmuyor, bazı kanserli hücreler direnç geliştiriyor. Değişik direnç mekanizmaları var, kemoterapi ilacına göre ve tümörün cinsine göre değişmekle birlikte kemoterapinin başarısızlığının birçok durumda en önemli rolü bu direnç olayı.
 
Kanserin mekanizması anlaşıldıkça, gittikçe daha spesifik, daha iyi kemoterapilere geçilmeye başlandı. Fakat kanser tedavisinde en önemli gelişme ise insan gen projesi sonucunda, kanserin genetik yapısının da büyük ölçüde ortaya çıkması oldu. 
 
Böylece "tümörleri ne büyütüyor, hangi genler fazla çalışırsa tümörler büyüyor, hangi genler az çalışırsa tümörler büyümüyor" bunları öğreniyoruz. Böylece mekanizmaya yönelik, hedefe yönelik tedavi yapma gerekliliği ve imkanı da doğmuş oldu. 
 
İlk kullanılan ilaçlardan bir tanesi lenf kanserlerinde kullanılan Rituximab dediğimiz bir aktif madde. Rituximab özellikle üzerinde cd 20 dediğimiz işaret olan hücrelere bağlanıyor ve hem tek başına bu hücrelerin ölümüne neden oluyor hem de kemoterapinin etkisini artırabiliyor.
 
Rituximab lenfoma tedavisine eklendiğinde başarı şansı çok manalı şekilde artıyor. Böylece hastaların iyileşme olasılığı da çok artıyor, önemli bir yan etki de olmuyor.
 
Dolayısıyla bir antikor, genetik laboratuarda düzenlenmiş bir ilacı, yani Rituximab'ı oluşturarak lenf kanserlerinde çok önemli bir avantaj elde edilmiş oldu.
 
Meme kanserlerinde ise Trastuzumab dediğimiz bir ilaç, bir büyüme ağızcığına bağlanarak, bu büyüme ağızcığını bulunduran meme kanserlerinin kemoterapiye hassasiyetini artırdı ve birçok durumda da bu kanserli hücrelerin kendi başına ölmesine neden oldu.
 
Bu ilacı kullanabilme için meme kanserinde o büyüme ağızcığının  olup olmadığının patoloji laboratuarında belirlenmesi lazım. Bu da artık rutin olarak her tümörde yapılıyor. Bütün meme kanserlerinin üçte biri bu ağızcığı bulunduruyor.
 
Eğer bu Trastuzumab dediğimiz biyolojik ilacı kullanmazsak tümörde kemoterapi fazla çalışmıyor, kas çalışıyor. Halbuki bu ilacı kullandığımız zaman hem kemoterapinin çalışma şansı çok artıyor, hem de çalışma süresi çok uzuyor.
 
Eskiden yayılmış meme kanserlerinde ortalama iki yıl süreyle kemoterapiyle kontrol sağlanırken şimdi bu ilacı kullanarak  bu süre üç yıl beş yıl 10 yıla çıkmış durumda. Önemli bir yan etkisi de yok.
 
Dolayısıyla kemoterapiye ilave olarak bu biyolojik ilaç, hedefe yönelik bir tedavi şeklinde, uygun hastalarda tedavi imkanını çok önemli bir şekilde artırmış oldu." 
 
Saç dökülmesi ve diğer etkiler ne oluyor?
 
Dr. Süalp Tansan: "Önemli bir yan etki yapmıyor, saç baş dökmüyor, bulantı kusma yapmıyor. Yüzde binin altında bir kalp kasına bir yan etki yapıyor ama çoğunlukla bu da yüksek bir düzeyde hastayı rahatsız etmiyor." 
 
Bu biyolojik ilaç kemoterapide olduğu gibi damardan mı veriliyor  yoksa ağızdan mı?
 
Dr. Süalp Tansan: "Biyolojik ilaçların çoğu henüz damardan uygulanan ilaçlar. Ama mesela akciğer kanserlerinde kullanılan  büyüme faktörüne karşı iki tane biyolojik ilaç var ki, onlar ağızdan hap şeklinde alınıyor.
 
Bu iki ilaç da Türkiye'de yok fakat yurtdışından gereken hastalara getiriliyor. Sağlık Bakanlığı da bunu getirebiliyor. Bu ilaçlar bazı akciğer kanserlerinde kemoterapi kadar etkili oluyor.
 
Bazı hücre tiplerinde, bu "Thymidine kinase inhibitörleri" dediğimiz bu ilaçlar son derece etkili oluyorlar. En önemli yan etkisi de vücutta seçici olarak sivilce yapmak. Basit bir yan etki aslında. Sözüne ettiğim bu ilaçlar son derece etkili oluyorlar ve bazı hastalarda inanılmaz iyi sonuçlar alınıyor." 
 
Sivilceler kısa sürede geçiyor mu?
 
Dr. Süalp Tansan: "İlacı kestiğiniz andan itibaren geçiyor."
 
Bunun dışında da biyolojik ilaçlar ve tedaviler var mı?
 
Dr. Süalp Tansan: "Daha yeni biyolojik ilaçlar var mesela... Tümörlerin yayılmasında ve patlamasında metastas yapmasında en önemli faktör tümörün kendi damarını inşa edebilmesi.
 
Çünkü insan mekanizması tümöre damar vermiyor beslenmesi için. Tümör de mecburen kendi damarını yapıyor ama yaptığı damar yarım yamalak bir damar.
 
Buna karşı 'angiogenesis inhibitörü' dediğimiz bir takım ilaçlar keşfedildi ki bunlar 15-20 yıl üzerinde çalışılan ilaçlar. Şu anda klinikte de kullanımı var.
 
Bu ilaçlar tümörün yarım yamalak damarlarına hücum ederek onları kapatıp, tıkayıp tümörün ölmesine neden oluyorlar.
 
Bazen tek başlarına, bazen kemoterapiyle beraber bu tümörlerin tedavisinde önemli rol oynuyorlar. Bu da çok yeni bir grup ilaç.
 
Büyüme faktörlerinden farklı olarak damarlanmayı önleyerek mani oluyor. Bu tip damarlanmayı önleyici ilaçlardan bir tanesi şu anda kullanımda fakat 15-20 tanesi de hazırlık aşamasında. 
 
Bunlar çok iyi gelişmeler
 
Dr. Süalp Tansan: "Evet bundan bir iki yıl sonra çok daha etkili, çok daha uzun etkili ve damarlanmayı önleyici ilaçlar elimizde olacak diye düşünüyoruz.  
 
Bunlar elimizde olacak derken, bu ilaçların maliyeti sanıyorum son derece yüksek. Bunu göz önüne alırsak Sağlık Bakanlığı ilaçların getirtilmesi konusunda yeterli imkanı sağlayabiliyor mu? 
 
Dr. Süalp Tansan: "Şu ana kadar evet. Devlet kuruluşları bu konuda son derece açık ve yardımcı davranıyor.
 
Tabii bu ilaçların sayısı arttıkça, maliyet arttıkça, kullanımı yaygınlaştıkça, Türkiye ekonomisine getirdiği yük de o ölçüde artacak.
 
Ancak, ilaçların sayısı arttıkça fiyatları da düşecek. Biz de onları gayet uygun maliyetlerle alacağız. Kemoterapi ilaçları da çok ucuz ilaçlar değiller. Ama kanser tedavisi ciddi bir kalp hastalığı veya ciddi böbrek hastalığı tedavisinden daha fazla maliyetli bir tedavi değil.  
 
Nasıl bir oran var maliyetlerde?
 
Dr. Süalp Tansan: "Mesela böbrek hastalarının bütün maliyetini toplarsanız ameliyatını, diyaliz masrafını ve diğerlerini, çok büyük bir fark yok."  
 
Biyolojik ilaçlar neden pahalı?
 
Dr. Süalp Tansan: "Biyolojik ilaçlar genetik teknolojiyle hazırlanan ilaçlar olduğu için, çok sofistike birtakım araştırmaların sonucu olduğu için doğal olarak bu ilaçların maliyeti yüksek oluyor." 
 
Bu ilaçlardan herkes yararlanabiliyor mu?
 
Dr. Süalp Tansan: "SSK, Bağ-Kur, özel sigortalıların dışında. Şu anda henüz çok yerleşmiş kriterler yok. Ama dünya da bu ilaçların kullanımı hakkındaki kriterlerini yeni yeni oluşturuyor.
 
Amerika'da da -ki bu ilaçların çoğu Amerika kaynaklı-  ilaçların kullanım alanlarını ve yerlerini yeni yeni belirliyorlar. Ama gittikçe yerleşen birtakım kavramlar var.
 
Uygun hastalar için bir problem çıkmayacağını umut ediyorum. Ama Türkiye'de yurtdışında olduğundan çok daha az kullanıldığı da kesin."  
 
Vücuttaki en riskli kanser türü hangisidir?
 
Dr. Süalp Tansan:  "Tartışmasız akciğer kanseri. Akciğer kanseri sigarayla son derece bağlantılı olan ve kadınlarda sık görülmesi artan bir kanser.
 
Erken teşhisi oldukça güç olan bir kanser ve yayıldığı zaman da tamamen kurtulma ümidi, iyileşme şansı pratik olarak yok denebilecek bir kanser.
 
Son yıllarda akciğer kanseri tedavisinde önemli gelişmeler oldu. Fakat bu kanserlerin önemli bir bölümünü iyileştirmekten henüz çok uzağız.
 
Akciğer kanseriyle savaşmanın tek yolu sigaranın bırakılması. Sigaranın bırakılması için ülke çapında eğitim programları yapılması lazım." 
 
Bu olabilir mi sizce?
 
Dr. Süalp Tansan:  "Bence olması lazım.  Bence bunun bir hükümet politikası olması lazım. Bugün yurtdışında özellikle Amerika'da açık havada bile sigara içmek yasak. 
 
Yani bireysel özgürlüklerin en yüksek olduğunu iddia ettiğimiz Amerika'da sigara içimi yasaklanabiliyor. İrlanda'da da sigara içmek yasak. Publarda da sigara içmek yasaklandı İrlanda'da.
 
Bizde niye olmasın? Çünkü devlet ekonomisine bu hastalıkların yükü inanılmaz ve daha da artacak." 
 
O ülkelerde insanların yaşam tarzları, bakış açıları da farklı. Toplum olarak sağlık konusuna da farklı, daha duyarlı bakıyorlar. Türkiye'de bazı şeyleri aşmak zor görünmüyor mu? 
 
Dr. Süalp Tansan:  "Bu tamamen bir eğitim meselesi. Hükümetler isteyerek veya istemeyerek sigara üzerindeki vergileri yüksek oranda artırarak belki insanları zorluyor.
 
Fakat yurtdışında sigara içimi için alınan ekstra vergiler bir tek amaçla kullanılabiliyor. O da sigarayı bırakma programları. Yani sigaradan aldığınız vergiyi aslında ideal olarak, sigarayı bıraktırma yönündeki eğitim programlarına harcamak lazım.
 
Bunları yaygınlaştırmak lazım. Sigaradan alınan vergiler bizim ekonomimize destek olmaktan çok spesifik olarak sigarayı bırakma yönünde kullanılmalı ki devlet ekonomisine büyük yükü olan kanser vakaları azalsın.
 
Sigarayla ilgili kanserler sadece akciğer kanseri değil, ağızdan  başlıyor, mesaneden bitiyor. Baştan aşağıya nereden girip, nereden çıkıyorsa.
 
Akciğer kanseri, meme kanseri,  pankreas kanseri, böbrek kanseri, mesane kanseri, baş-boyun kanserleri, yemek borusu kanseri… Bütün bunlar sigara ile bire bir ilgili kanserler."  
 
Sigaranın sağlığa zararı çok büyük boyutta
 
Dr. Süalp Tansan:  "Evet. Bir de bizim memleketimizde hava kirliliği var. Hava kirliliği sigaranın kanser yapıcı etkisini iki üç misli  artırıyor. Dolayısıyla bizde sigarayı bırakmak için çok fazla sayıda neden var."
 
Sağlıklı bir yaşam, kanserden korunmak için önce sigarayı bırakmak gerekiyor mu diyorsunuz?
 
Dr. Süalp Tansan:  "Gerçekten öyle! Yapılabilecek en önemli şey o ve yani kanser korunmasında sigarayı bırakmaktan daha etkili  bir yöntem yok. 
 
Siz sigara içiyor musunuz? 
 
Dr. Süalp Tansan: "Hayır kullanmıyorum."  
 
Bize kadınların korkulu rüyası haline gelen meme kanseri konusunda neler söyleyebilirsiniz? Korunma yöntemleri neler? Neler yapmak gerekiyor?  Kontroller ne sıklıkla yapılmalı?
 
Dr. Süalp Tansan: "Meme kanseri kadınların şu anda karşı karşıya kaldıkları en önemli  kanser türü. Meme kanserinde çok enken safhada, yani meme kanseri bariz hale gelmeden, belirti yapmadan meme kanserini teşhis etmek önemli.
 
Bir santimin altında yakalanan meme kanserlerinde iyileşme şansı yüzde 90'ların üzerinde. Ve kemoterapisiz iyileşme şansı yüzde 90'ların üzerinde. Onun için her kadın mutlaka 35 yaşından 40 yaşına kadar iki yılda bir, 40 yaşından sonra senede bir mamografi yani meme röntgeni ve meme ultrasonu çektirmesi şart.
 
Bunu ülke çapında ne kadar yaygınlaştırabilirsek, meme kanserinde ölümler o oranda azalacak. Meme kanseri ele geldikten sonra, elle hissedildikten sonra iyileşme şansı çok daha az tabii." 
 
Çok daha az derken?
 
Dr. Süalp Tansan: "Çok daha azdan kastım tedavi oranı yine yüksek, yeni kemoterapiler meme kanserlerinde çok etkili fakat ne kadar erken safhada yakalanırsa kanserin iyileşme şansı o kadar yüksek.
 
Yüzde 90'ın üstünde bir rakam. Sadece ameliyat ve arkasından basit bir ışın tedavisi ile yüzde 90'ın üzerinde iyileşme şansı var. Meme kanseri bir santimi geçtiği zaman ise devreye kemoterapi ve diğer tedaviler girmek zorunda.
 
Onun için her kadının 35 ile 40 arasında iki yılda bir 40'dan sonra da senede bir mamografi ve ultrason çektirmesi şart. Aynı zamanda senede bir kere meme muayenesinin de yapılması gerekiyor tabii."
 
Son zamanlarda çok sık rastlanan, arttığı gözlenen bir kanser türü meme kanseri.  Bu konuda araştırmalar ve istatistikler ne diyor? 
 
Dr. Süalp Tansan: "Ülke çapındaki istatistiklerin detaylarından  pek haberim yok... Yaşa göre, yıllara göre bunların dökümlendiğini de bilmiyorum. Kapsamlı olarak böyle bir şey olduğunu da zannetmiyorum! Genel bir gözlem olarak arttığını düşünüyorum. 
 
Fakat bunun bilimsel verileri yok elimde. Meme kanserinin de arttığını düşünüyorum. Zaten ülkeler endüstrileştikçe meme kanseri artıyor.
 
Biz de son  20-30 senede iyice endüstrileştiğimiz için, beslenme tarzları değiştiği için meme kanserinin arttığını ve daha genç yaşlarda gözüktüğünü düşündüren bir takım olaylar var, fakat kesin rakamlar ne yazık ki bende yok!" 
 
Meme kanserinde beslenmenin etkileri neler? Nelere dikkat etmeliyiz? 
 
Dr. Süalp Tansan: "Meme kanseriyle beslenmenin arasındaki en önemli kesin ilişki genç kızlarda buluğ çağına gelmeden önce hayvani gıdaların mümkün olduğunca az olduğu bir beslenme şeklinde, meme kanseri riski yarı yarıya azalıyor.
 
Ergenliğe eriştikten sonra yapılan beslenmelerin katkısı daha az olmakla beraber ne kadar az hayvani gıda alınırsa o kadar meme kanseri riski azalıyor.
 
Mesela Japonlarda meme kanseri yok denecek kadar az. Çünkü belirttiğim gibi besleniyorlar. Ama Japonlardan Amerika'ya, Havai'ye göç etmiş bir jenerasyonda meme kanseri artmaya başlıyor. Ondan sonraki jenerasyon Havai'den ana kıta Amerika'ya göç ettiği zaman daha da artıyor ve Amerikalılarla neredeyse eşit oranlara ulaşıyor.
 
Dolayısıyla, çevresel etkiler dediğimizde, en önemli olarak beslenme ortaya çıkıyor. Beslenme biçiminin de meme kanserinde  etkisi olduğu kanaatindeyiz. Ama beslenmenin kesin bunu yapıp yapmadığıyla ilgili bilimsel çalışmalar, uygulamadaki zorluklar dolayısıyla kesin değil.
 
Kesin, kanıtlayıcı özellikte değil. Ama genç kızlarda buluğ çağına kadar olan beslenmenin çok önemli olduğunu biliyoruz. Bu demek değil ki, kızlara süt vermeyin, et vermeyin! Fakat, mümkün olduğunca balık, sebze, meyve ve yağsız gıdalarla  beslemekte yarar var.   
 
Peki yemek dışında alkol? Nelere dikkat etmek gerekir? Ölçüsü nedir?
 
Dr. Süalp Tansan: "Evet yemeğin dışında alkol de aynı şekilde çok önemli. Kadınlarda günlük, düzenli olarak içilen iki kadeh ve üzeri miktardaki alkolün meme kanserini önemli ölçüde artırıcı riski var.
 
Sigara aynı şekilde, meme kanseri riskini artırıyor. Düzenli spor yapmak meme kanseri riskini azaltıyor. Fakat, meme kanseri için en önemli risk kadın olmak. Çünkü meme kanseri olan dört kadından üçünde, hiçbir risk faktörü yok.
 
Görüyorsunuz, o dört kadının üçü düzgünde besleniyor, erkende doğum yapmış, ailesinde meme kanseri yok, beslenmesi uygun fakat meme kanseri oluyor. Niye? Çünkü kadın! Erkeklerde prostat kanseri nasıl gelişiyorsa öyle! Erkeklerde prostat kanseri en sık rastlanan kanser tipi.
 
Her iki grupta da en çok öldüren kanser ise akciğer kanseri. Fakat kadınlarda en sık rastlanan meme kanseri, erkeklerde prostat kanseri.  60 yaşın üstündeki erkeklerin yüzde 60'ında prostat kanseri var.
 
Eğer prostata bakarsanız doku olarak kanseri buluyorsunuz orada. Ama onların bir kısmı ortaya çıkıyor, bir kısmı ortaya çıkmıyor. Kadınlarda da öyle. 50 yaşını geçince meme kanseri önemli ölçüde artıyor, endüstriyel ülkelerde sekiz kadından biri 70 yaşına kadar yaşarsa meme kanseri oluyor. Ülkemizde bu oranın daha düşük olduğunu düşünüyoruz ama kesin rakamları söylemek çok zor. 
 
Kanser olan kişiler ölümle yaşam arasında bir mücadele veriyor. O anlamda sizin işiniz hiç de kolay değil. hastaların  size inanması ve güvenmesi gerekiyor. Bu hastalığı yenmede, psikolojik durumun önemi nedir? 
 
Dr. Süalp Tansan:  "Kesinlikle çok önemli! Gerçekten çok önemli. Hastanın inanması lazım. Birlikte mücadele etmesi lazım, doktoruyla beraber, ailesiyle beraber, çok önemli. Türkiye'de çok büyük bir avantaj var. Türkiye'de aileler hastaların sağlığıyla çok daha ilgililer.
 
Hastanın etrafındaki sevgi çemberi, destek mekanizmalar çok daha fazla. Bunun önemli bir faktör olduğunu düşünüyorum. Bir de umut faktörü var ki bu da çok önemli. Umudunu kaybeden hastaların tedaviye gerçekten cevap vermediğini veya hastalığın daha hızlı  ilerlediğini ben şahsen görüyorum. Bu bilimsel bir gözlem ve istatistiki bir olay değil.
 
Ama benim kendi intibam bu yönde. Bir de tabi bizim kültürümüzle, batı kültürü arasında bu hastalığı algılama ve savaşma yönünde değişik farklılıklar var.  
 
Kanser lafı bizde bir tabu. Bilinçlenme seviyesiyle bağlantılı olarak bazı insanlar kanser olduklarını hiç bilmek istemiyorlar, bazı insanlar istiyorlar." 
 
Sizce her şey ayrıntılarıyla hastaya açıklanmalı mı? 
 
Dr. Süalp Tansan:  "Mesela yurtdışında her hastaya mutlaka kanser olduğu söyleniyor. Bence çok gereksiz bir uygulama ama kalan yaşam süreleri filan hastalara hastanın  bir sorgusu olmadan söyleniyor."  
 
Bu doğru mu peki?
 
Dr. Süalp Tansan:  "Kültürden kültüre farklılık var. Onların kültüründe bu doğru. Çünkü onların alıştıkları düzen ve kafa yapısı böyle. Fakat bizim kültürümüzde buna yer yok. 
 
Çünkü çok duygusal insanlarız ve bu tür tabu olan ve olumsuz karşılanan olaylarla mutsuzluk insanları çökertiyor. Bunun gerçekten tedavinin sonucunu etkilediğini düşünüyorum ben.
 
Eğer hasta mutsuzsa, savaşmıyorsa, koy vermişse tedavinin sonucu etkileniyor diye düşünüyorum. Tabii tamamen bilimsel olmayan bir gözlem bu, ama benim kendi 10 yıllık kişisel gözlemim bu.
 
Ama genel felsefe olarak bu hastalıkla uğraşan bir doktor olarak, siz de umudunuzu yitirirseniz, hastanız için yararlı olabilme şansınız ve imkanınız düşüyor. Onun için hastayla beraber mücadele etmek için  baştan umutlu olmak lazım. Evet birçok durumda belki iyileşme olmuyor, fakat hepimiz günün birinde zaten öleceğiz.
 
Önemli olan yaşanan hayatı kaliteli ve güzel yaşamak. Yapılan tedavilerin en önemli yararlarından biri de yaşam kalitesini muhafaza etmek, yaşam kalitesini düzeltmek. Mutlaka yaşam süresini artırmasa da birçok tedavi yaşam kalitesini  düzeltiyor.
 
Mesela, pankreas kanserinde birçok durumda belki yaşam süresi fark etmiyor veya az fark ediyor. Fakat, ilaç alan hastaların yaşam kalitesi çok daha iyi gidiyor, yaşadıkları süreyi çok daha iyi yaşıyorlar. Ayrıca birçok hastada tedavinin iyileştiricilik özelliği artıyor.
 
Meme kanseri,  yumurtalık kanserleri,  bunlarda iyileşme şansı gittikçe artıyor. Eskiden hayal edemeyeceğimiz tedavi sonuçlarını akciğer kanserinde, kolon kanserinde alıyoruz. Bu da biyolojik tedaviler sayesinde."  
 
Biyolojik ilaçlarla birlikte kanser tedavisinde epey bir yol kat ediliyor diyebilir miyiz?
 
Dr. Süalp Tansan:  "Evet. Kanser tedavisi çok önemli bir değişim içinde. Bu biyolojik ilaçların kullanımı ve yaygınlaşması sonucunda, ben inanıyorum ki gerek iyileşme şansı, gerekse hastalara yardımcı olma imkanı gittikçe artacak. 
 
Biyolojik ilaçlar, teknoloji diyoruz gerçekten tam anlamıyla kanseri yenebilme potansiyeline sahip miyiz?
 
Dr. Süalp Tansan:  "Bazı hastalıklarda evet. Yani siz eğer meme kanserinde metazitik bir hastayı 8-10 sene problemsiz götürebiliyorsanız, bu eskiden hayal edemeyeceğiniz bir rakam. 
 
Amerika'da şu anda bu Trastuzumab dediğim ilaçta en uzun giden hastam 14'üncü senesinde. Yani demek ki gerçekten bir yerlere varıyoruz. 
 
Aynı şekilde kolon kanserlerinde eskiden tedaviye dirençli vakaları altı ayda kaybederken, şimdi bazı durumlarda kullanılan biyolojik ilaçlarla hastanın yaşam süresi iki-üç seneye çıkabiliyor.
 
Akciğer kanserlerinde, bahsettiğim ağızdan ilaçlarla, eskiden üç-dört ayda kaybettiğimiz hastaların bir kısmı,  sekiz- dokuz sene gidebiliyorsa gerçekten önemli gelişmeler var demektir.  
 
Tıp ilerliyor dedik. Şimdi geldiğimiz noktadan, biyolojik ilaçların gelişiminin devam etmesiyle de  kanseri yenme konusunda kesin sonuçlara doğru gidiyor muyuz?
 
Dr. Süalp Tansan: "Hastalığın biyolojisiyle, yapısıyla ilgili  bilgimiz arttıkça çok daha spesifik, çok daha özel, çok daha hedefe yönelik ilaçlar çıkacak ve bu ilaçların çıkma olayı son derece hızlandı. 
 
Eskiden senede bir ilaç belki çıkıyordu, belki çıkmıyordu. Şimdi senede üç-beş ilaç çıkıyor. Artık hastalığa yönelik değil, hastaya yönelik tedavi başlayacak. Hani kanser tipine yönelik de değil, kişinin kendi biyolojik yapısına göre, genetik yapısına göre ve o hastanın  kendi özelliklerine göre spesifik tedaviler başlayacak. Bu da büyük bir çığır açacak kanser tedavisinde. 
 
Hastalarla ilgilenirken, normal hayatınıza şöyle bir baktığınızda,  o stresin içerisinden kendinizi nasıl çıkarıyorsunuz? İşinize alıştınız mı?
 
Dr. Süalp Tansan: "Hiçbir zaman alışmıyor insan... Zaten alıştığınız zaman olayla ilgili tutkunuzu ve hastayla birlikte yaşadığınız heyecanı yitiriyorsunuz.  İnsan hiçbir zaman bir hastasının ölümüne alışmıyor.
 
Bir hastası kötü bir sonuç aldığında o sonuca alışmış olmuyor. Onkoloji bilimi doktorlar açısından gerçekten içinde çalışması en zor branşlardan biri. Son derece yıpratıcı bir branş. Fakat onun da kendine göre mükafatları var. Tabii sağlıklı kalabilmek çok önemli, bunun içinde mümkün olduğunca hobilerle, sporla, dostlarla, insanın sevdiği  insanlarla hastalar dışında kalan zamanı değerlendirmesi gerekiyor.  Bende mümkün olduğunca bunları yapmaya çalışıyorum. 
 
Türkiye'de onkoloji ve onkolog sayısı açısından eksiklik var gibi gözüküyor?
 
Dr. Süalp Tansan: "Kesinlikle çok büyük bir eksiklik var. Ama bunda kimsenin suçu yok. Bir kere çok hızlı değişen bir bilim dalından bahsediyoruz, tabu olan bir bilim dalından bahsediyoruz ve ülke genelinde çok az sayıda olan bir ihtisas dalından bahsediyoruz.
 
Türkiye'deki onkolog sayısı inanılmayacak sayıda az.  100 kişi zannediyorum ülke genelinde. Oysa sadece Boston'da 100 küsur onkolog var.   
 
Peki nedeni nedir bunun? Niye bu kadar sınırlı?
 
Dr. Süalp Tansan: "Bilemiyorum herhalde üniversitelerin ihtisaslaşma yapısı henüz buna daha adapte olmuş değil. Fakat bizim hızla onkolog yetiştirmemiz lazım. Yani eğer bu hastalığa karşı  savaşı kazanacaksak veya yeni gelişmelere ayak uyduracaksak  çok süratle onkolog yetiştirmemiz lazım.
 
Ve iyi yetiştirmemiz lazım. Aynı zamanda hızla halkı eğitmemiz lazım.  Bunun için sadece görev hükümete ve devlete düşmüyor, özel kuruluşlar, medya kuruluşlarının da görevi. Aynı zamanda sansasyonlardan da kaçınmamız lazım...  

Bazı haberler görüyorum "kansere çare bulundu" "kansere sihirli değnek" gibi. Sağlık muhabirlerinin son derece sorumlu olması lazım ve böyle haberleri yayımlamadan önce kendi yorumlarına ek olarak mutlaka onkoloji dalında çalışan doktorlardan, bu konudaki öğretim üyelerinden görüş alınması lazım.
 
O görüşler çerçevesinde, halkımızın anlayacağı şekilde veya yanlış anlamayacağı şekilde bunları yayımlamaları gerekiyor. Sorumlu gazetecilik çok önemli. 
 
Siz hastalık aşamasındaki insanlara sağlıklı yaşam koşulları çerçevesinde neler önerirsiniz?
 
Dr. Süalp Tansan: "En önemli şey, kanser hakkında yeterince bilgi edinmemiz lazım ki korkmayalım. Kanser birçok durumda önlenebilir bir hastalık. Yaşımıza uygun taramaları yaparsak eğer, kadınlar mamografi çektirirse, erkekler 50 yaşında sonra senede bir psh baktırırsa, erkek ve kadınlar 50 yaşından sonra üç-beş senede bir kalınbağırsak incelemesi -klonoskopi- yaptırırsa, önemli kanserleri engelleme imkanına sahip olacağız.
 
Sigara bırakırsak da öyle... Bunun ötesinde hasta olan insanlar ümitlerini kaybetmesinler. Çünkü ümit bittiği anda herşey bitiyor. Gerçekten bilim son hızla bazı şeyleri çözmek için çalışıyor. Kanser tedavileri açısından son derece üretken bir dönemdeyiz. Yeni ilaçlar, yeni yaklaşımlar var.
 
Memleketimizin ekonomisi düzgün olsun da bu ilaçlardan herkes bütün dünyayla beraber aynı zamanda yararlansın diye diliyorum.
 
Ama maddi durumu iyi olmadığı için bu ilaçları kullanamayan ve ölümünü çaresizce bekleyen hastalar da oluyor mu?
 
Dr. Süalp Tansan: "Aslında olmuyor. Benim için iyi bir sürpriz ve mutlu bir şekilde görüyorum ki devlet, Bağ-Kur, Emekli Sandığı ve SSK  vasıtasıyla ihtiyacı olan hastaların normal bütün ilaçlarını eksiksiz temin ediyor.
 
Bu çok güzel birşey. Amerika'da bile birçok hasta bu kadar kanser ilacını temin edemeyebilir. Ama bu yeni bir aşama. Son bir-iki senedir böyle. Ondan önce büyük sıkıntılar vardı. Ama son bir-iki senedir kanser ilaçlarında sıkıntı yok...
 
Gerçekten eğer o hastanın o ilaca ihtiyacı varsa, devlet bu dediğim üç mekanizmadan biriyle bunu temin ediyor ve yabancı firmalarla pazarlığını çok iyi yaptığı için de yurtdışından çok daha ucuz fiyatlara mal ithal edip, bunu temin ediyor. Bu gerçekten tebrik edilebilecek bir uygulama."

Haber: Nezahat Doğan
Kaynak: