BIST 10.277
DOLAR 32,34
EURO 34,81
ALTIN 2.393,53

İsimler şahsiyetlerin şifresidir!

Sevgili dostlar; geçtiğimiz hafta itibariyle dört gün süreyle daha çok Arnavutluk Tiran’da, bir günde İskodra’da kültürel müşahade ve incelemelerde bulundum.

En çok dikkatimi çeken husus, Yunus Emre Enstitüsü’nün tarihî birliktelik içerisinde her iki ülkenin ruh ve mana köklerine inercesine ortaya koyduğu aktivite ile, TİKA’nın geçmişe yönelik ecdadımızın gayretleriyle, kültür ve millî mirasımızın   kisve-i tab’a bürünmüş olan örneklerini restore ederek asrın idrakine sunmuş olmalarıydı.

Ama, Tiran’ın merkezinde, hemen Arnavutluk Parlemento binasının yanı başında, Namazgah meydanında, İstanbul Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii’nin bir benzeri olan, dört minareli, 5000 kişi kapasiteli hacmiyle, her iki ülkenin  kökü maziye dayanan kardeşliğini, tasada ve kıvançtaki birlik ve beraberliğini belgeleyip sübuta erdirircesine konuşlandığı mekanın ismiyle müsemma olarak “Namazgah Camii” adı altında bir camiin, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından inşa edilmiş olması, her iki halkın mana bütünlüğünü pekiştirmiş olmakla beraber, bir başka güzellik katmıştı Tiran’a…

Kültür ve medeniyet izlerimizi silmeye azmedenlerin işe başladığı nokta!

Sevgili dostlar, psikoloji ilminin belirlediği bir slogan vardır; “isimler şahsiyetin şifresidir” diye.  Elbetteki bu belirleme doğrultusunda her birimizin söyleyeceği bir şeyler olabilir. Ama şu da bir gerçek ki, isimler bilhassa şahıslara yönelik kullanılan adlar, kullanılageldikleri zaman ve zemin dilimindeki etkin sosyolojik kabullenişlerin ve bu doğrultudaki otorite ve baskıların yansıma noktalarıdır.

Fazla derine dalmadan bu hususta bir iki tesbitimi sizinle paylaşıp vaki psikolojik belirlemenin reelliğini takdirlerinize bırakacağım… Mesela şu anda Tiran Ethem Bey Camii’nde İmam-Hatip olarak görev yapan şahsın dedesinin adı Tahir, babasının  adı ise Adriyan… Kendi adı da Elton.  Yine Ürdün İlahiyat Fakültesinden mezun olan bir kardeşimizin adı Vilademir… Kimseyi kınamıyoruz, zira “Mutlak Şahsa Bağlı Haklar” dan biri olan, göz aydınlığı evladına istediği AD’ı koyma hakkı, kardeşlerimizin elinden alınmış ve kardeşlerimiz resmi iradenin önlerine sürmüş olduğu listede yer alan isimlerden birini evlatlarına verme mecburiyetinde bırakılmıştı.

Kısacası kardeşlerimizin ruh ve manalarını katletmeyi kendilerine yönelik aslî görev belleyen inkarcı ve despot rejim, kültürel cinayetlerine şahıs ve mekanlar üzerindeki isimlerin tebeddülat ve değişimiyle başlamışlardı.

Bir başka ibretlik örnek bizzat benim talebem olan Mehdi’nin başına gelenlerdi… Şu an Arnavutluk’ta bulunan ALSAR Vakfı’nın Başkanlığı görevini yürüten Mehdi Gurra’nın büyük dedesi Hasan Efendi, asker olarak 1903’de Yemen’e doğru yola çıkmıştı, ama her giden gibi o da dönmemişti. Ancak 1910’da şehadet haberi ulaşmıştı evlatlarına… Dedesinin adı Nureddin, babasınınki ise Selman’dı. 

Babası, dedesinden önce veda etmişti evlatlarına… Mehdi kardeşimiz 1974’te dünyaya gelmişti. Babası Selman, adını “Mehdi” koyduğu evladını kayıt ettirmek için Nüfus İdaresi’ne gittiğinde, adı Muharrem olan Nüfus Müdürü babasının önüne, resmî iradenin belirlemiş olduğu isim listesini koymuştu… Babası göz aydınlığı evladına ancak bu isimlerden birini verebilecekti.

Ama Selman Efendi, önüne konulan listeyi sahibine iade edecek, gönlü mahzun fakat başı dik bir şekilde evine dönüp, ailenin büyüğü dede Nureddin Efendiyi bilgilendirecekti. Baba-oğul, sergiledikleri şahsiyetli bu dik duruşun karşılığı mahiyetinde Rabbim onların gönlüne bir çözüm yolu ilham etmişti…

Şöyle ki; göz aydınlığı evlatlarının adı “Mehdi” olacaktı.  Ama kayıt için resmî iradenin önüne gittiklerinde “h”yi telaffuz etmeyecekler ve çocuğun adını “Me-di” şeklinde seslendireceklerdi.

Böylece “h” aradan kalktıktan  sonra artık geride kalan “Me-di”, ne  dünyaya “Efendi” sıfatıyla mührünü basan ecdadımızın o şanlı tarihini, ne de Yemen’de şehit düşen dedesinin, uğruna yollara düştüğü o yüce ruh ve manayı çağrıştırmayacaktı. 

Sonuçta Mehdi’nin adı, Hasan-Nureddin-Selman silsilesiyle kökü maziye dayanan bir ruh ve mana zincirinin son halkası olarak güncellenmiş haliyle kayıtlara “Me-di” olarak geçmişti. 

Ama bir şartla; dede Nureddin Efendi oğlu Selman Efendi’ye ve onun şahsında göz aydınlığı Mehdi’ye ihmali gayr-i kabil bir görev yüklemişti… “Tamam şimdi gidin, evladımızı Me-di” olarak kaydettirin ve kanunî zorunluluğu yerine getirin, AMA bir gün bu despot idare giderse, baskılar sona erip ortalık normale dönerse sizin ilk işiniz “Me-di” nin “h”sini yerine koydurmak ve kendi aranızda  telaffuz ettiğiniz gibi “MEHDİ” nin adını resmî kayıtlarda da düzeltmek olacaktır.”

Nitekim ortalığın yumuşaması üzerine Mehdi kardeşimiz, hem kendi iradesi hem de dedesi Nureddin Efendi’nin kadim talimatı doğrultusunda mahkemeye başvurarak “h” yi yerine koydurttu ve aile arasında telaffuz edildiği gibi adını “Mehdi” olarak resmî kayıtlara geçirtti.

Böylece Mehdi kardeşimiz 1994’de “Me-di” olarak girdiği Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden  “Mehdi” olarak mezun oldu. Daha sonra da, bir “ad” uğruna çektiklerinin öcünü alırcasına ve Sevgililer Sevgilisi’ne bağlılığını teyit edercesine  Rabbimin kendisine göz aydınlığı olarak verdiği evladına “ENES” adını koydu. 

Meselenin ehemmiyeti!

Sevgili dostlar, öze dönüş yolunda yalnız Yaradan’ın bize göz aydınlığı olarak armağan ettiği evlatlarımıza, harsımıza, ruh ve mana varlığımıza bağlılığımızı yansıtacak muhteva ve içerikte ad koymak kadar, konuşlandığımız yer, kullandığımız mekan ve yaşadığımız olaylara yönelik isimlendirmeler de önem arzeder.

Hem Osmanlı mütebakisi eski diyarlardaki kardeşlerimiz, hem de içimizdeki dostlarımız şunu hiç unutmamalı; mal varlığımız ile birlikte ruh ve mana bütünlüğümüzü, ecdattan tevarüs ettiğimiz o asil değerlerimizİ ve onları koruma sorumluluğunu, evlatlarımıza vermiş olduğumuz AD’larla, adeta onların beyinlerine şifrelemiş, kodlamış oluyoruz.  O kadar ki, çocuktaki gelişme süreciyle birlikte o kod ve şifreler de tarih, kültür ve mana varlığımızla bütünleşir ve millet olarak, geleceğimizin teminatı mahiyetinde bize güven duygusu verir. Bizler de, geleceğimizden emin olarak, gözümüz arkada kalmadan EBED’e doğru yol alır, yürürüz. Her birimizin yolu açık olsun!

Kalın sağlıcakla sevgili dostlar

Not: Haftaya; Arnavutluk, Kosova müşahadelerime dayalı olarak eski diyarlardaki öze dönüşte sorumluluk üstlenen kurumlarımız üzerinde durmak istiyorum.