BIST 10.400
DOLAR 32,19
EURO 34,97
ALTIN 2.399,14
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

İçimdeki cennete yolculuk

İçindeki cenneti keşfe çıkan gönül insanının ruh zenginlikleri

Abone ol

Ümit Meriç Yazan, Türkiye’nin en önemli düşünürlerinden birinin, Cemil Meriç’in kızı. Sekiz yaşından itibaren, gözlerini kaybeden babasının kitap dünyasına açılan gözü, eserlerini kaleme alan eli oldu.

Bu vesileyle belki de yaşıtları arasında sıralama yapılsa kendisini birinci sıraya oturtacak kadar kitap okudu; okur, yazar düşünür sınıfından pek çok kişiyle tanıştı. Babasının görüştüğü seçkin insanlara gıpta edip profesör olmaya karar verdi ve oldu. 1969’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde asistan olarak başladığı akademik hayatını bölüm başkanı olarak 2000 yılına kadar sürdürdü. Emekli olur olmaz ilk işi tesettüre bürünmek oldu. Kendi ifadesiyle, başını örtmekle İslâmî kimliği görünür hale geldi. Oysa iç dünyasında çok daha önceleri başlamış bir inkılap vardı ve Ümit Hanım, bir sosyolog sıfatıyla, ilim cihetiyle öğrendiklerini, bir mümine olarak irfan ocağında pişirmekteydi. Zaten babasının son kitabı da Kültürden İrfana adını taşımaktaydı ve Cemil Meriç son röportajlarından birinde “Eserimin kültür cildini aşağı yukarı tamamladım. Bundan sonra irfan ciltleri geliyor.” demişti.

Etkileşim Yayınları’ndan çıkan İçimdeki Cennete Yolculuk, Ümit Meriç’in işte bu yolculuğunu, ilimden irfana, üniversite kürsüsünden kâinâtın sonsuzluğuna yönelişini anlatıyor. Kitap, Meriç’le çeşitli tarihlerde yapılmış on üç röportajdan oluşuyor. Röportajlar Gülhan Kırgız, Pınar Demir, Şebnem İyinam, Sümeyye Öztürk, Cihat Zafer, Mehmet Gündem, Ahmet Dursun, Ahmet Yüter, Gülay Göktürk, Engin Sezen, Ayşegül Öztürk, Naciye Kaynak ile Halis Çiftçi’nin imzalarını taşıyor. İlk röportajın başlığı kitabın tamamını özetliyor aslında: “Her Dem Yeni Doğarız”. Yunus’un dizelerinden alınmış başlık; “Her dem yeni doğarız / Bizden kim usanası.”

Depremle değişen hayat

“Daha on yaşında iken, babam hatıra defterime şöyle yazmıştı” diyor Ümit Meriç, “Ey küçük krizalit, ne zaman semavi ve muhteşem bir kelebek olacaksın?” Krizalit, kozanın içindeki tırtıl demek. Ümit Hanım bunu, anne rahminden son nefesini verinceye kadar beden kozasının içinde mahkum olan varlığına benzetiyor. Son nefeste şaşkınlığa düşmemek için hayattayken o kozanın ipek tellerle örülmüş çeperlerini aralamak, dış dünyayla âşinalık kurmak gerekiyor. Ümit Hanım, bu âşinalığı ilk kez otuz yaşındayken bir sabah ezanıyla hissetmiş. Selâmiçeşme Camii’nden şerha şerha, aydınlıkları devşire devşire gelen ezanı can kulağıyla dinlemiş. “Bu ne Ya Hû,” demiş, “bu, beni secdesine davet eden Cenab-ı Hakk’ın ‘gel’ çağrısı!”

O sabah namaza başlamış Ümit Meriç. Arkasından, ilki Hasan Basri Çantay’ın üç ciltlik Kur’an meali olan cilt cilt kitap, Muzaffer Ozak Efendi’nin sohbetleri... İrfan coğrafyasına ayak basması, Ümit Hanım’ı kültür coğrafyasından uzaklaştırmamış: “Beşikten mezara kadar ilim tahsilinin farz olduğunu söyleyen bir Peygamberim var benim. Mutlak bir determinizme tabi olan bir kâinatın ortasında yaşıyoruz. Buna ne şüphe?”

İkinci büyük sarsıntıyı ise 17 Ağustos 1999 gecesi yaşamış; Yalova’da denize sıfır bir yalıda, on binlerce kişiyi ahirete yolcu eden depremde. Kıyamet kopuyor zannetmiş. Ellerini açıp Rabbi’ne yalvarmış: “Biliyorum Sen istersen şu kehkeşanlarda başka âlemler yaratırsın. Ama ben bütün beşeriyet adına Senden özür diliyorum. Biz hata ettik, Sen affet. No’lur bizi, bu dünyayı çocuklarımıza, torunlarımıza bağışla.” O gece namaz kılıp dua ederken başını örten örtüyü çıkarmaya bir daha eli varmamış. 30 yıl hizmet ettiği üniversite caimasından affını rica etmiş, hayatına yeniden yön vermiş.

Uzun yılların mahsulü ilmî altyapısı, bilim insanlarına mahsus tahlil kabiliyeti, yeni hayatındaki tecrübelerini farklı bakış açılarıyla yorumlamasına imkan tanıyor Ümit Meriç Yazan’ın. İçimdeki Cennete Yolculuk’taki röportajlarında bu yorumlarından örnekler veriyor. Bunu yaparken hangi sıfatla konuştuğunu ise “Öncelikli vasfım Müslüman olmaktı. İzlenimlerim hakkında önce sosyolog sonra Müslüman olarak konuşmak istemiyorum. Pascal’ın bir sözü var: ‘Gönlün gerekçelerine, aklın aklı ermez.’ Sosyologluğu meclis dışı bırakıyorum ve bir mümine olarak konuşuyorum.” ifadesiyle açıklıyor.
(Ahmet Doğru)