BIST 10.083
DOLAR 32,39
EURO 34,78
ALTIN 2.431,41
HABER /  GÜNCEL

Hürriyet ve Sabah'a amiral gemisi darbesi

Fatih Altaylı Hürriyet'e hem de Sabah'a çaktı lafını. Deyim yerindeyse ikisin de gözünün yaşına bakmadı.

Abone ol

GAZETECİLER.COM - Türkiye'nin yeni medyası tartışmaları peşinden Amiral Gemisi kim sorusunu da doğurdu. Eski medyanın Amiral Gemisi olarak anılan Hürriyet'e alternatifler çıkartken, Sabah, pazar günü yazarı Rasim Ozan Kütahyalı tarafından yeni medyanın amiral gemisi ilan edildi.

Fatih Altaylı ise 3 yaşını dolduran Habertürk gazetesinin 300 bin satıyor olamasından, haberciliğine getirdi sözü ve hem Hürriyet'e hem de Sabah'a çaktı lafını. Deyim yerindeyse ikisin de gözünün yaşına bakmadı.

BAŞARIMIZI DİĞER GAZETELERE BORÇLUYUZ

"Aslına bakarsanız imkânsızı başaran biz değiliz, diğer gazeteler. Başarımızı onlara borçluyuz.

Uzun yıllar boyunca hükümet kurup hükümet devirmeyi, siyaseti manipüle etmeyi, basın gücü üzerinden ekonomik çıkar sağlamayı gazetecilik diye okura yutturunca, bunları en iyi yapan kendini amiral gemisi zannedince gerçek bir gazetenin gelip kısa sürede okurun gözünde hızla yer edinmesi kaçınılmazdı.

AMİRAL GEMİSİ 4 GÜN SONRA MANŞET YAPTI

Kendini amiral gemisi diye hâlâ yutturmaya kalkışanların gazetecilikten ne kadar uzak olduklarını anlamak için düne bakmak bile yeter.

Habertürk'ün günler önce gündeme taşıdığı ve bunun sonucunda bakanlığın hemen harekete geçip sorumlulardan 4'ünü görevden almasından 4 gün sonra, kendini amiral gemisi zannetmeye devam eden gazete, dün okurla ve haberle alay edercesine Pozantı'da olan biteni manşet yapmıştı.

AMİRALİN GEMİSİ BAŞKA AMİRAL GEMİSİ BAŞKA

Altaylı Sabah'ı "yeni medyanın amiral gemisi" ilan eden Kütahyalı'yı da unutmadı.

"Hürriyet'in etkinlik ve gazetecilik olarak uğradığı zaaflardan ötürü, bazıları kendini yeni amiral gemisi ilan ediyor. Amiralin gemisi olmak başka şeydir, amiral gemisi olmak farklı şey. Önce bunu öğrensinler."


AKP ENİNDE SONUNDA PKK İLE MASAYA OTURACAK

[PAGE]AKP ENİNDE SONUNDA PKK İLE MASAYA OTURACAK

GAZETECİLER.COM - Mehmet Ali Birand "Son Darbe: 28 Şubat" kitabını ve siyasi gündemi Taraf'tan Cihan Keyif'e değerlendirdi. AKP'nin 28 Şubat'ın hem mağduru hem de kazananı olduğunu söyleyen duayen gazeteci, "AKP eninde sonunda MİT'i kullanarak savaşın bitmesi için PKK ile masaya oturacak" dedi.

'BİZE BU KADAR DEMOKRASİ YETER' TAVRINA BÜRÜNDÜ

Mevcut dönemde yaşananları düşünecek olursak: Basında yaşanan işsiz bırakılmalar, hâkim ve savcılara el çektirmeler, askerlerin istifaya zorlanmaları... Demokrasimiz şu anda da garip bir seyir izlemiyor mu?

AKP’nin ilk baştaki planı şuydu: Askerin siyaset üzerindeki etkisini kıracağım, yargının etkisini kıracağım ve polisi yanıma alacağım. Asker ve polis üzerindeki planlarını tamamladılar. Başaramadıkları tek nokta kaldı, o da yargı. Yargıyı bugün tamamiyle AKP kontrol ediyor diyemeyiz, katiyen bunu söyleyemezsiniz, çünkü öyle olaylar oluyor ki AKP’nin tam aleyhine fatura çıkarılan olaylar var.

Peki o da tamamlandıktan sonra ne olacak?

AKP’nin demokrasi anlayışını sorguluyorsak, AKP kendi politikalarını yerleştirinceye kadar demokrasiye çok yatkın, demokrasinin önünü açan bir yaklaşım ile geldi. Ancak son zamanlarda demokrasi konusunda ‘Eh! Bu kadar demokrasi yeter, bundan fazla demokrasi sağlığa zararlıdır’ diyen bir tavra büründü. Bu beni çok hayrete düşürüyor. Şu an CHP’nin de içerisinde bulunduğu durumu düşünecek olursak, aslında çekineceği hiçbir şey yok demokrasiyi ileri götürmek konusunda. Bunu ben Kürt sorununda da görüyorum. Ben AKP’nin eski asker dönemindeki gibi sadece silahla sorunu çözmeye odaklanacağına inanmıyorum.

AKP ENİNDE SONINDA PKK İLE MASAYA OTURACAK

Her yıl düzenli olarak TSK’nın tezkerelerini onaylayan, Uludere Katliamı’ndan sorumlu tutulan bir AKP’nin sizde bu fikri oluşturmasındaki sebep ne?

Şöyle devam edeyim. Şu an AKP bir taktik süreç içerisinde. AKP şu an süreci, müzakerelerden uzaklaşıp PKK’yi silahla bitirmek yoluna girdiği görüntüsü çiziyor; ancak ben buna katılmıyorum. Eninde sonunda AKP, MİT’i de kullanıp masaya oturacaktır. Oturmadığı takdirde o zaman çok yanıldığımı hissederim, ancak bu konuda yanıldığımı da sanmıyorum. Kürt sorununu bu gücüyle AKP’nin çözebileceğine inanıyorum, çünkü AKP ancak tek başına iktidar olarak bir seçim daha götürebilir. İlerleyen süreçte koalisyon hükümetleri görünüyor ve koalisyon hükümetleri ile bu sorunların çözülmesi imkânsız. Bunu neden söylüyorum, çünkü dünyanın en uygar ülkesinde bile sen yıpranırsın, yüzün yıpranır ve insanlar mutlaka bir değişim ister. Onun için demokrasi konusundaki bu yavaşlayan tutumu, beni hayrete düşürüyor: Medya ile ilişkisi, tutukluluk süreleri ile ilgili mütereddit tavrı ve bunu hâkim ve savcıların üzerine atarak kendilerini aklamaya çalışmaları. İşte bunları hiç anlayamıyorum. Ben bunlara inanmıyorum ve ayıplıyorum doğrusu.

AKP, ‘LİBERALLERE ARTIK İHTİYACIM YOK' DİYOR GİBİ

AKP’ye destek veren liberaller, 28 Şubat’ta RP’nin yanında yer almadılar değil mi?

Evet almadılar. AKP’nin en büyük akıllılığı, yanına Avrupa Birliği hedefini almasıyla liberalleri de yanına çekmesi oldu. O dönemde ilk başta sistemle mücadeleye girişti AKP. Liberaller ve demokratlar da sistemle kavgalıydılar. Ortak bir şikâyetleri vardı, bu bakımdan iyi bir koalisyon kurdu.

Mehmet Altan’ın Star ’daki görevine son verilmesiyle bu koalisyonun bittiğini söyleyebilir miyiz?

Artık liberallerin de kafalarında soru işaretleri doğmaya başladı. Nasıl ilk başlarda cemaat ve libareller açık çek yazıyorlardı desteklerinde, bugün onlarda da soru işaretleri varsa çok daha temelde, çok daha derinde soru işaretleri var. Ahmet Altan, Yasemin Çongar ve Taraf ’ın diğer bazı yazarları gibi liberaller bile “Yahu olur mu böyle şey” demeye başlıyorlarsa, bunda bir sıkıntı aramak gerekir. Bende şöyle bir izlenim var. İktidar “Benim bunlara daha fazla ihtiyacım yok, bunların sırtlarını artık sıvazlamama gerek yok” diyormuş gibi. 1993 yılında 2002’ye kadar olan süreci ele aldığınızda ve karşılaştırmak için yanına bugünü koyduğunuzda tabii ki Türkiye bugün çok daha istikrarlı bir ülke; ekonomisi daha sağlam, işsizlik oranı düşmüş bir durumda. Bunun yanında tabii ki beğenilmeyen yanları var, ama büyük resimde Türkiye artık çok daha saygıdeğer bir ülke görünümünde. Bu yine de Türk toplumunu rahatsız ediyor. Biz daima bir sürtüşme, bir rahatsızlık arıyoruz, onlarla da oyalanıyoruz işte böyle.

ÖZKÖK'TEN AHMET HAKAN'A İNCE AYAR

[PAGE]ÖZKÖK'TEN AHMET HAKAN'A İNCE AYAR

GAZETECİLER.COM - Hürriyet Gazetesi'nin eski genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, nehir kenarından yazdığını söylediği köşesinde çok ince işlenmiş bir Ahmet Hakan eleştirisi yaptı. 28 Şubat süreciyle ilgili programında Özkök'ün açıkça şantajcılıkla suçlanmasına izin veren Ahmet Hakan ile polemiği henüz nihayet bulmadan Özkök'ün Selim X ve Hasan Y adıyla yaptığı karşılaştırmada ilginç göndermeler var.

'Dindar nesil, kindar gençlik' polemiklerine gönderme yapan Özkök, isim vermeden Ahmet Hakan'a demediğini bırakmadı.

İşte Özkök'ün 'İki çocuğun devrialemi' başlıklı o yazısından çarpıcı bölümler:

Selim X ve Hasan Y ayrı dünyaların çocuklarıydı. Biri; babası rakı içen, kız kardeşleri mini etek giyen bir ailede büyüdü. Öteki müftü bir babanın evinde. Her ikisinin de çevresi onlardan bir şey imal etmeye çalıştı. Neticede ortaya iki 'dönek' çıktı.

KEMALİST YAPMAK İSTEDİLER O KALAMAR YEMEYİ TERCİH ETTİ

Selim X, İzmir'in yoksul bir mahallesinde doğdu. Babası işçiydi. Annesi ev kadınıydı.

Yıllar sonra hayranlıkla dinleyeceği Elton John, Ian Anderson ve Carlos Santana da o yıl doğmuştu.

Bir de, 1972'de birlikte asılan Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş.

İlkokulu İzmir'de devlet okulunda okumuştu. Pazartesi sabahları İstiklal Marşı okumuş, her sabah olmasa da sık sık "Türküm, doğruyum" diye güne başlamış, cuma akşamları bayrak çekme törenine katılmıştı. 23 Nisan'da Alsancak Stadı'nda törenin bir an önce bitmesini beklemiş, 29 Ekim'de kısa pantalonlu izci kıyafetiyle törene gelen jimnastik hocasına güldüğü için ceza almıştı.

OKUMAYA PEKOS BILL VE TOMMIKS'LE BAŞLADI

Annesinin başı Ege usulü örtülüydü. Beş vakit namaz kılardı. Babaannesiyse baştan aşağı siyah giyinirdi. Aynı odada 10 yıl birlikte uyumuşlar ama saçlarını hiç görmemişti.

Babası günde bir buçuk şişe rakı, dört paket sigara içerdi. Ama Cuma'yı ve bayram namazını kaçırmaz; bütün Ramazan oruç tutardı. Her kurban bayramında mutlaka kurban kestirir, başında dururdu.

İlk namazını ilkokul dördüncü sınıftayken bayramda kılmıştı. Koltuğunun altında seccade namaza giderken, en büyük korkusu, yeni ayakkabılarını çaldırmaktı.

Lise ikinci sınıfa kadar, zaman zaman oruç tutmuştu. Birkaç teravihte takke takmışlığı bile vardı.

Dedesi, anneannesi ve babaannesi hacıydı.

İlk okuduğu kitaplar Pekos Bill, Tommiks, Teksas'tı. Babası, sırf bir şey okusun diye ona Tommiks parası verirdi.

Okuduğu ilk romansa 'İki Çocuğun Devrialemi'ydi.

Lisede okuduğu ilk kitap Orhan Kemal ve Yaşar Kemal'inkilerdi. Onu Camus, Sartre, Erich Maria Remarque, Gide izledi.

İLK DUYGUSAL EĞİTİMİNİ İZMİR FUAR'INDA ALDI

İlk porno kitabı olan 'Kaymak Tabağı'nı, lise ikinci sınıfta, toplu halde okudu.

İlk platonik aşkını, mahallesindeki bir kıza karşı hissetti. İlk duygusal eğitimini, lise son sınıftayken İzmir Fuarı'nda bir kızla öpüşerek yaptı.

Bütün lise hayatı boyunca futbol oynadı. Boş zamanlarında İkinci Kordon'da yeni açılan tilt salonuna gitti. Parasının çoğunu 45'lik çalan jukebox'ta harcadı. Rolling Stones ve Beatles dinledi.

Evlerinde müzik dolabı vardı. İlk aldığı 78'lik plaklar Erol Büyükburç, Paul Anka ve Neil Sedaka'nınkilerdi.

Her yılbaşı evlerinde eğlendiler. Muz yediler, tombala oynadılar, fırdöndü çevirdiler.

Üniversitede solcu oldu. 'Tütün' ve 'Kızıl Süvariler'i okudu.

Mülkiye'nin sapına kadar Cumhuriyetçi hocalarından, Cumhuriyetçi ve devletçi bir eğitim aldı.

Edebiyat dergisi deyince Türk Dili, A, Oluşum derdi. Cumhuriyet okurdu, okumasa bile mutlaka kolunun altında taşırdı.

Tabii Cumhuriyet logosu dışa gelecek şekilde.

ÖZAL'LA SOLCULUK BİTTİ DÖNEK OLDU

Mezun olunca TRT'de muhabirlik yaptı. Sonra devlet bursuyla yurtdışına gitti. Dönünce öğretim üyeliği yaptı, doçent oldu.

Sonra her şey birbirine girdi. Özal'la tanıştı, sol düşünceleri bıraktı, liberal bir insan oldu.

Babası oruç tutardı, o tutmuyor. Babası sigara içerdi, o içmiyor. Babası rakı içerdi, o şarap içiyor. Babası kabak tatlısı severdi o ağzına koymuyor.

Ama kalamarı ona babası öğretti... İlk birayı da o içirdi.

Bir de kız kardeşlerine karşı eşit davranmayı...

Selim X de zaman zaman kendine soruyor:

"Acaba ben bir imalat hatası mıyım?"

Onun dönemi, Cumhuriyet'in ilk kuşağıydı. 'Çıktık açık alınla' neslinin bir neferiydi. Doğduğunda Kurtuluş Savaşı'nın üzerinden henüz 30 yıl bile geçmemişti.

Cehennemler yaratan bir ırkın ahvadıydı.

Lakin, ondan bir Kemalist imal etmek istemişlerdi. Çıka çıka, uzun saçlı bir beatnik çıkmıştı.

Üniversiteyi bitirdiği gün odasının duvarında iki poster vardı.

Karl Marx ve Mick Jagger...

İkisi bir arada ne alaka diye soranlara verecek bir cevap bile aramamıştı.

Acaba o gerçekten bir imalat hatası mıydı?

HASAN Y HİÇ TOMBALA OYNAMADI 'BİRİNCİ ÇİNKO'YU HİÇ DUYMADI

Hasan Y, bir Anadolu çocuğuydu. Yozgat'ta doğmuştu.

O yıl Türkiye, ilk Anadol otomobili yapmıştı. Yunanistan'da askerler darbe yapıp iktidarı ele geçirmişti.

'Altı Gün Savaşı' başlamış, İsrail, Mısır, Suriye ve Ürdün'e girmişti. O yıl Müslümanların içi ezikti.

Nirvana'nın efsane solisti Kurt Cobain de o yıl doğmuştu. İkisinin yolları çok ayrıydı.

Playboy kızı Anne Nicole Smith akranıydı. Onunla da yolları hiç kesişmemişti.

O yıl bir de Naim Süleymanoğlu doğmuştu. Sonradan onunla çok gurur duymuştu.

Che Guevara o yıl öldürülmüştü. Hasan Y hiç solcu olmamıştı, İslam'a yakındı; Ama nedense Che'yi gizli gizli hep sevmişti.

BABASI MÜFTÜYDÜ, KENDİSİ ELHAMDÜLİLLAH MÜSLÜMAN

Babası öğretmendi. Türkiye'nin her yerinde olmuşlar, her yerinde okumuştu. Önce İzmir Bayındır, sonra Doğubeyazıt, Ağrı, Amasya ve Silivri.

Babası devlet görevine öğretmenlikle başlamış, müftülükle bitirmişti.

Bütün aile 'Elhamdülillah Müslüman'dı ama öyle 'Cuma Müslümanı' değil, evde herkes beş vakit namaza dururdu.

O da, çok küçükken durmaya başladı. Cuma ve bayram namazları hiç kaçmadı. Uzun yıllar oruç hiç sekmedi, hiç kazaya bırakılmadı.

Yılbaşını hiç bilmedi. Tombala kelimesini hiç bilmediği için, tabiatıyla birinci çinko tamlamasındaki çinko kelimesi onun için Zn kısaltmalı elementten başka hiçbir şey ifade etmedi.

Orta ve liseyi çeşitli imam hatip okullarında okudu. Arapça öğrendi, Kur'an'ı kaç kere hatim indirdiğini o gün saymadı, bugün sorsanız hatırlamıyor. Üniversiteyi İlahiyat Fakültesinde okudu. Vaaz verecek kadar dinine vukuftu.

Tabiatıyla ilk aşklarını tamamen platonik yaşadı. Mahalleden bir kız işte... Neresi diye sormayın, mütedeyyin çevredendir, şehrini bile söylemek istemez.

HİDAYET ROMANLARIYLA BAŞLADI DOSTOYEVSKİ İLE DEVAM ETTİ

Önce her kavruk Anadolu çocuğu gibi Namaz Hocası kitaplarıyla başladı. Sonra sırasıyla Kemalettin Kamu'nun buram buram çocuk hicranı kokan romanları geldi. Ömer Seyfettin'i ve 'Diyet'i saymıyorum, o, her Türk çocuğu için bankoydu zaten.

Biraz yıllar geçince, her dindar çocuk gibi, sıra Hidayet romanlarına geldi. 'Huzur Sokağı'nı, 'Yanık Buğdaylar'ı izledi.

Ama biraz serpilince, bu defa Rus klasiklerine merak sardı.

Bulunduğu muhit, kafe değil kahvehanelere müsaitti. Tabiatıyla oralara devam etti. İslami çevredeki her okumuş çocuk gibi, edebiyat susuzluğunu Mavera ve Dergâh gibi dergilerde kana kana giderdi. Siyaset dersen, banko İslam ve Tevhid dergileriydi.

Sonra TGRT'de muhabir oldu.

Hasan Y de zaman zaman kendine soruyor:

"Yoksa ben de bir imalat hatası mıyım?"

Aldığı eğitim ondan bir imam nesli yaratmak istedi, o ise House Cafe'yi tercih etti.

PAZAR GÜNÜ BULMACASI: SELİM X ve HASAN Y KİM?

Selim X ve Hasan Y ayrı dünyaların çocuklarıydı.

İkisi de, Cumhuriyet'in resmi okullarında okudu. Biri devletin normal okullarında okudu, öteki yine bu devletin kabul ettiği müfredat programıyla eğitim yapan imam hatip okullarında.

MÜFTÜ BİR BABANIN EVİNDE BÜYÜDÜ

Biri, babası rakı içen, kız kardeşleri mini etek giyen bir ailede büyüdü. Öteki müftü bir babanın evinde.

Her ikisinin de çevresi onlardan bir şey imal etmeye çalıştı. Şimdi her ikisi de aynı gazetede köşe yazarı olarak çalışıyor.

Dünya görüşleri, hala birbirinin aynısı değil. Ama hayat tarzları arasındaki makas o kadar kapanmış ki...

X ve Y kromozomlarından çıkarılacak kıssadan bir hisse mi istiyorsunuz?

"Boşuna uğraşmayın beyler, o çocuk var ya, o boynu bükük çocuk;

Ondan kafanıza göre insan uydurmaya uğraşmayın."

O çocuktan, dindar da çıkar, Kemalist te...

Kalamarı seven de çıkar, karidesi mekruh sayan da...

Alnı secdeye varan da çıkar, ateisti de...

Başörtü takanı da çıkar, mini etek giyeni de...

Çıkar ama, siz istediniz diye sizin tornanızdan ille de istediğiniz insan çıkmaz...

Çok bastırırsanız, "Tamam yaptık" dediğiniz anda bir bakarsınız, neticede iki 'dönek' çıkmış.


AYDIN DOĞAN İLE ÖZKÖK AYRILMAZ
[PAGE]
AYDIN DOĞAN İLE ÖZKÖK AYRILMAZ

GAZETECİLER.COM - Mizahı son derece ustaca kullandığı yazılarıyla kimi zaman gündem belirleyen kimi zaman da eleştirilen yazar Serdar Turgut, yeni kitabı 'İçimdeki Budala'yı Akşam'dan Elif Aktuğ'a anlattı. Sohbete cinsellik, siyaset, medya duyumları ve cemaatçi olduğu yönündeki dedikodular yön verdi.

EN VASAT GAZETECİLER ALKIŞLANIYOR

- Vasatlık hayatın her alanında mı?
Gazetecilikte de var. Eskiden gazetecilikte değişik bir şey yazan, farklı davranan insanlar ön plana çıkardı. Şimdi bilineni en bilinen şekilde yazan alkışlanıyor.

- Yani hepimiz aynı şeyi düşünelim, aynı şeyi yazalım!
Siyasi iktidar bunu istiyor. Bu çok tehlikeli. Bir toplumu içten içe öldürebilir. Türkiye de ölüyor bence, bunca gelişmesine rağmen.

- 30 yıl önce yazdığınız yazılar daha mı müstehcendi?
Onları şimdi yazamazsın. Hemen davalar açılıyor, insanlar gerçekten öfkeleniyorlar. 'Penis' deyince öfkeleniyorlar! Bir toplumun yok oluşunun başlangıcıdır bu.

- Gazeteler bitecek mi, ömrü tükeniyor mu?
Hey şeyin yeri ayrı, gazete asla ölmez. Tamam teknoloji gelişti haberler elimizin altında ama dünyada işler tersine de gitmeye başladı. Öldü denen gazeteler, yeniden doğdu. Kitaplar için de ölecek deniyor. Tabletle kitap okumak, ruhsuz bir aletle okumak aynı zevki vermez. Tamam, siz kütüphanenizi elinizde taşıyabilirisiniz ama en değerli kitaplar yine kağıda basılacak. İnternetten haber sahibi  olursunuz ama ayrıntıyı, bilgiyi, uzun yazılmış makaleyi gazeteden okursunuz. Gazete elit bir  toplum kesimine hitap edecek, internet ise vasatlara

NURAY MERT'İN UZAKLAŞTIRILMASI FAŞİZM

  - Nuray Mert'in uzaklaştırma hikayesi için ne diyeceksiniz?
Memlekette böyle bir ortam var. Bazen güçlüler hoşlanmadıkları kişilerin işine son verirler, faşizmdir bu.

- Bir yandan da 'Adı duyulmamış ve haklarına sahip çıkılmayan birçok gazeteci var, Nuray Mert'e neden üzülelim' diyorlar.
Elbette onlara da üzülüyoruz. Bazen ismi çok bilinenin şahsında başkalarını da savunuyorsundur. Hayat 'ünlü'ler üzerine dönüyor.

- Kimi okursunuz, seversiniz?
Ertuğrul'u severim hala.

- Hala?
Siyasi yazılarını değil ama popüler kültür yazınca çok hoşuma gidiyor. Yılmaz Özdil severim.

ÖZKÖK İLE AYDIN DOĞAN AYRILMAZ

- Ertuğrul Özkök'ün durumu ne Allah aşkına, gidiyor mu?
Ertuğrul istifa etmiş sözde, yok böyle şey. Onlar Aydın Bey'le ayrılamazlar. Aydın Bey ona 'şerefsiz' demedi. Ertuğrul da 'yapmadım' dedi zaten.

- Yapmadı mı, siz yakınsınız?
Yapıp yapmadığını bilecek kadar yakın değilim. İşle alakalı gelişmeleri bana anlatmazdı, iyi ki de anlatmadı. Ertuğrul ile bağlantılı bir iş değil bu bahsedilen.
 

- İstemeden kırdığınız kişiler olmuş yazılarınızda, hatta yargıya intikal edenler var. Sizi üzen oldu mu yazılarıyla?
Yok olmadı, aklıma gelmedi.
 

- Zaten herkese anlayışlı olmayı anlatmaya çalışırken alınmamanız lazım.
Hakkımda söylenebilecek her şey söylendi. Anormal dendi, sapık dendi, penis yazarı dendi. Bunların hepsini güzellikle kabul ediyorum.

CEMAATÇİ DEĞİLİM

 - Cemaatçi deniyor size?
Biliyorum. Yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyorum. 

- Ne yanlış anlaşıldı?
Ben Atatürkçü, laik ve seküler cumhuriyete inanan biri olarak, cemaate itici olarak bakmıyorum. Kucaklaşıcı bakıyorum onların içine girerek, onları anlamaya çalışıyorum. Gerekirse onlar gibi davranıyorum. Namaz kılmıyorum, dindar değilim. Fetullah Gülen'e aşırı bir saygım yok, gördüm onu. İnsanları sevdim. O insanlar bize anlatıldığı gibi değiller. Şeriat istemiyorlar, siyasi bir amaçları yok. Çıkar bağlantıları var.

- Siyasi bir oluşumları, arzuları yok mu?
Hayır hiçbir şekilde yok. Bazıları onların gücünü kullanıyor olabilir. O güç de örgütlü değil. Bazı insanları küçük yaşta alıp okutuyorlar, onlar da müthiş bir vefa duyuyor. 

- Savcılardan, hakimlerden bahsediliyor.
Bu insanlar bir yerden emir alarak bir şey yapmıyor. Buna adım kadar eminim. Onlara emir verecek insanı da tanıdım emir aldığı söylenen insanları da. Böyle bir bağlantı yok. Ancak bu insanlar 'Biz büyüğümüzü koruyalım, ona kötülük yapanları içeri alalım' diye harekete geçmiş olabilirler.

- Bu da pek masum değil ama.
Bir olasılık zaten. Vefa borcu sadece.

- Cemaatçi olduğunuzu yazanlar sıradan insanlar değil. Yanlış anlaşılmak gücünüze gitmiyor mu?
Hiç gitmiyor. Sürecin bir parçası bu. Niye bana cemaatçi dendiğini biliyorum aptal olmadığım için ve neden denmemesi gerektiğini de yazıyorum. Israr ediyorlarsa kötü niyetliler demektir. Bir kısmı da Ergenekoncu onların. OdaTV'de çok yayın yapıldı benim için mesela.

- Neden böyle oldu?
Onların çoğu da arkadaşımdı eskiden. Böyle bir yol seçtiler. Tarihi bir yanılgı var. Cumhuriyetin ilk döneminde bitmiş bir ideolojinin devamı bu; halkın ve dininin bu sistem için tehlikeli olduğunu düşünüyorlar. Ne yapılırsa yapılsın her şekilde bu düşüncenin ezilmesi gerektiğine inanan Kemalist ideoloji. İşin içinden kendini Ergenekon canavarı olarak görenler çıkamıyor. Tarihe kafalarını vuruyorlar, tarihi bir yenilgi bu.


SİLİVRİ BİR KUŞAK SONRA MÜZE OLACAK
[PAGE]
SİLİVRİ BİR KUŞAK SONRA MÜZE OLACAK
GAZETECİLER.COM - Mustafa Balbay'ın cezaevinde üçüncü yılı doluyor bugün. 5 Mart 2009'da ikinci kez gözaltına alındığında Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi'ydi. Şimdiyse yazarlığının yanı sıra CHP İzmir milletvekili. Ama bu da onu 'Silivri mahkûmu' olmaktan kurtaramadı. 'Hükümsüz' bir cezanın infazını çekiyor cezaevinde. Hürriyet'in okur temsilcisi Faruk Bildirici son duruşmada ayaküstü bağırarak aktardığı sorularına, Balbay'ın da el yazısı notlarıyla verdiği yanıtları yayınladı gazetesinde.

İLK TAŞI HİÇ OFFTHERECORD GÖRÜŞME YAPMAYAN GAZETECİ ATSIN

Gazeteciliğin ilk basamağı ve en son basamağı muhabirlik. Haber müdürlüğü, Ankara temsilciliği, köşe yazarlığı görevlerini hep bu anlayışla yaptım. Bu anlamda yüzlerce haber kaynağım oldu. Türkiye'nin gündemi neyse benim gündemim de oydu. Pek çok gazeteci gibi off the record görüşmeler de yaptım. Yazılmak ve yazılmamak üzere yaptığım görüşmelere ilişkin notların tümü aynı anda kopyalanıp yeniden üretilmiş. Hemen hiçbiri kendi görüşüm olmayan bu notlardan 'terör faaliyeti' üretildi. Her türlü mesleki eleştiriye açığım ama, "Bu notlar terör faaliyeti" diyen varsa sözüm şu: Bana ilk taşı hiç off the record görüşme yapmamış bir gazeteci atsın!

GÖKDELENDEN ATILDIM

Tutukluluğumun dördüncü yılına giriyorum. Söylemeye dilim varmıyor ama bu süreçte içimdeki en büyük yara hukuka inancımın sarsılması. Silivri yargılamalarında o kadar çok hukuksuzluk var ki... En kötüsü de, bu duruma alışıldı. Türkiye tarihindeki siyasi davalara bakın: Bugün hangisine "Hukuki bir yargılamaydı" denilebiliyor? Hiçbirine... İşte Silivri de öyle olacak. Bugünün gerçeklerine bakmaktan çok, geçmişin yasını tutmayı seviyoruz. Bir kuşak sonra Silivri Müzesi bambaşka şeyler anlatacak. İnfaz sistemimize göre dört yıl hapis 10 yıllık cezaya karşılık geliyor. Bu ucu açık yargılamanın, iddianamesi, delili, klasörü bir yana tek gerçeği var: Cezaya dönüşen tutukluluk.

Başbakan dört aylık hapishane yaşamını her fırsatta dile getiriyor. Bunu hukuksuzluk, yargının siyasallaşması ve büyük haksızlık olarak anlatıyor. Bense seçim bölgesinde oyların yüzde 50'sini almış bir milletvekili olarak tutukluluğun dördüncü yılına giriyorum. Başbakan, kaldığı Pınarhisar Cezaevi'nde koğuşunu, koğuş arkadaşlarını kendisi seçti. 30 bin kişinin ziyaretine izin verildi. Bense tecritteyim. Demek ki damdan düşenin halini damdan düşen anlamıyormuş. Damdan düşen, bu yolla fazla zarar görülmediğini bildiği için gökdelenden atmak istiyormuş.

İNTİKAM

Nefret duygum yok aldığım ders çok

Bütün yaşadıklarıma karşın içimde pozitif bir enerji var. Yakın geleceğin belirsizliğine karşın ileride yapabileceğim çok şey var duygusuyla doluyum. Arada bir kendimi tartıyorum; herhangi bir intikam ya da nefret duygusu yok. "Sahiden mi, hiç mi yok?" diye soruyorum kendime ama gerçekten yok. İnsan böyle bir duyguya kapılırsa, yaşamını tümüyle ona göre şekillendirir. Daha doğrusu yaşamını bu duygular yönlendirmeye başlar. Oysa başka hayallerim var. Yıllar önce Hiroşima'da Atom Bombası Müzesi'ni gezerken orada görevli gence, "Amerikalılara düşman mısın" diye sorduğumda şu yanıtı almıştım: "Hayır, ülkelere değil, savaşa düşmanım."

ÇOCUKLUĞUM

İlk oyuncağım Türkçe'ydi

1960'ta Toroslar'ın eteğinde güzel bir kasabada doğdum. Burdur'un Yeşilova ilçesi Güney kasabası. Salda Gölü'nün az ötesinde bir tepenin eteğinde kuruluydu. Radyodan dinlediğim şarkıların sözlerini evimizin önünden geçenlere, komşularımıza göre değiştirmeye başladım. Kahkahalarla gülen, arada bozulanlar olurdu. Her tepki beni keyiflendirirdi. Sözcükler benim için bugünün yap-boz oyunu gibiydi. Bilinçli kullandığım ilk oyuncağım Türkçe'ydi diyebilirim. Çocukluğumdaki o alışkanlık gazetecilik tarzımın bir parçası oldu.

SEYAHAT

Babamın şoförlüğü beni gezgin yaptı

Babam mesleğini çok severek yapan bir kamyon şoförüydü. Gittiği yerleri ballandıra ballandıra anlatırdı. Yaz tatillerinde kardeşim Suat'la dönüşümlü olarak babamla seyahat ederdik. Böylece bende yeni yerler görme aşkı yerleşti. Gazeteciliğimin yanına koşulları zorlayıp gezginliği de koydum. İnsan görmeden öğrenebilir ama görmeden sevemez. 80 kadar ülke gezdim. 26 kitabımdan sekizi gezi notları. Başlangıçta gezilerin beni bu kadar eğitip dolduracağını düşünmemiştim. Hapiste o gezileri tekrar yaşıyorum.

HAPİSHANE

Hasret aşkımızı çoğalttı

Hapiste her şeyin öyle ya da böyle çözümünü buldum. Beden ve beyin sağlığını korumak için mevcut durumu mutlak sayıp bir yaşama düzeni kurdum. Hiçbir duygunun beni sarıp sarmalamasına izin vermedim. Hasret hariç. Çocuklarımla birlikte ikinci bir 'büyüme' hayal etmiştim. Şimdi ayda bir kez bir saatlik açık görüş en büyük bayram. Hasret, eşim Gülşah ile aşkımızı çoğalttı. Kızım Yağmur her görüşte boyunun ne kadar uzadığını gösteriyor. Oğlum Deniz haftada bir 10 dakikalık telefon hakkının niçin daha uzun olmadığını anlamıyor.

SİYASET

Kalemimi bırakmadan CHP'de olmak istiyorum

Gazeteciliği yaparken hep halkın içinde olmayı da istedim. Ankara gazeteciliği ağırlıkla kurumlarla muhatap olmayı gerektirir. Ben özellikle salon toplantılarıyla, kitap fuarlarıyla insanlarla yüz yüze gelmeye çalıştım. Bu konferanslarda bana, "Neden siyasete girmiyorsunuz" diye sorarlardı. Yanıtım şu olurdu: "Siyaseti önemsiyorum. Lütfen siz de siyasete girmeyi düşünün. Bu ülkenin iyi, işini seven gazetecilere de ihtiyacı var. Benim hayallerim Cumhuriyet'le, gazetecilikle..." Böylesine ağır bir siyasal saldırı beni siyasetin içine taşıdı. Kalemi bırakmadan CHP içinde de bütün enerjimle var olmak istiyorum. Bir Cumhuriyetim vardı, iki oldu. İkisinin de kökü, gücü ve sorunları birbirine benziyor.

CİNAYETLER

Terör saldırısına hazır, terörist suçlamasına hazır değildim

Abdi İpekçi öldürüldüğünde iletişim fakültesi ikinci sınıftaydım. O gün mesleğe ilgimde milim eksilme olmadı. Bunu, mesleğin bir gerçeği kabul ettim. Yıllar geçti. 1995'te Cumhuriyet'te Uğur Mumcu'nun sütununda yazmaya başladım. 1999'da gazetedeki oda komşum Ahmet Taner Kışlalı da, Mumcu gibi hain bir terör saldırısı sonucu katledildi. Yerini doldurmak değil, bayrağı yerde bırakmamak için sütununda yazdığım Mumcu ve yan yana çalıştığımız Kışlalı'nın katli, beni de benzer saldırıya hazırlıklı olmaya itmişti. Terör saldırısına uğramaya hazırdım ama terörist diye suçlanmaya hazır değildim. Ne yazık ki, ölüm ve hapis ülkemizde hâlâ gazetecinin meslek hastalığı. Bu hastalıkların 21. yüzyıla sıçramamasını isterdim.

HAYALİM

Duvarlarla kesilmeyen alanlarda koşmak istiyorum

"Çıkınca ilk yapmak istediğim" diye sıralayacağım o kadar çok şey var ki. Burada her yer beton ve demir. Sabah uyandıktan sonra gece yatana dek ayakkabı giymek zorundasın. Kışın hep botlayım. Ev sıcaklığını, ailemle evde olmayı özledim. Geçenlerde kızıma, çıkınca neler yapacağımızı, nerelere gideceğimizi sıralarken sözümü kesti, "Baba sen eve gel, karşımda otur yeter" dedi. Belli ki, evdekilerin de en büyük özlemi bu. Ankara'da Botanik Parkı'nda, Seğmenler Parkı'nda, ODTÜ Ormanı'nda ağaç dostlarım var. Çıkınca önümün duvarlarla kesilmediği o alanlarda koşmak istiyorum. Bir de yazı aramızda su katınca beyazlayan sofralarda sohbeti özledim.

"Hücrenin kapısı koridora, demir parmaklıklı tek penceresi de havalandırmaya açılıyor. Bakınca duvar ve gökyüzü göründüğü için ben 'gökyüzü penceresi' diyorum. İlk işim demir parmaklıkları saymak olmuştu. Tam 80 gözü vardı. Arada bir o gözlere tutunup gökyüzüne bakmak iyi geliyor. Silivri, Balkan ikliminin tam sınırıymış. Bulutlar çok hızlı hareket ediyor. İçinden ne geçiyorsa bulutlar ona benziyor..."


AKŞAM'IN NURAY MERT HABERİNE ESKİ YAZARDAN İTİRAZ
[PAGE]
AKŞAM'IN NURAY MERT HABERİNE ESKİ YAZARDAN İTİRAZ

GAZETECİLER.COM - Nuray Mert'in Milliyet'ten gönderilmesi ile sonuçlanan süreç, Akşam gazetesinde derinlemesine bir analiz ile yorumlandı. Gazetecilerden görüş alınarak genişletilen haberde Mert'in "konuşması, açıklama yapması gereken Milliyet" sözlerine de yer verildi. Ancak Akşam gazetesinin eski bir yazarından sert tepki var...

Nuray Mert, 11 Şubat'ta 'MİT olayı' başlıklı yazısını Milliyet'e gönderince, ilginç bir durum yaşandı; bir gün sonra yayınlanan köşesinin altında 'yıllık izin' notu vardı. Basın tarihinde örneği çok olduğu için hemen tahminler yürütüldü; bu yıllık izin, 'zorunlu' olabilirdi...
AKŞAM'IN ESKİ YAZARI BU HABERE BÖYLE TEPKİ GÖSTERDİ
Nuray Mert'in Milliyet'ten gönderilmesiyle ilgili derinlemesine bir haber yapan Akşam'a gazetenin eski yazarı Oray Eğin'den sert tepki geldi.

Oda TV iddianamesinin ek klasörlerinde Soner Yalçın ile telefon görüşmelerinde Akşam gazetesi yönetimine ağır sözler sarfettiği ortaya çıkan ve bu nedenle de gazeteyle ilişkisi sona eren Eğin, Nuray Mert haberi için twitterda şöyle yazdı:

Kendi yazarını susturan bir gazetenin, susturulan bir başka yazarın hakkını arıyormuş gibi yapması sadece trajik.

Anlaşıldı ki yazıları kesilmişti ama açıkça bunu söyleyen olmadığı için Mert de konuşmamayı tercih ediyordu. Milliyet'ten bir açıklama gelmeyince kendisi yaptı 'zorunlu açıklama'yı...

O açıklamadan öğrendik ki 11 Şubat Cumartesi günü Milliyet yönetiminden telefonla arayarak 'kendisiyle ilgili sıkıntılı' bir durum oluştuğunu, 'izne' çıkmasının mümkün olup olmadığını sormuşlar.

'Böyle başlayan bir sürecin nasıl sonuçlanacağını gayet iyi tahmin ettiğim halde, yönetimi zor durumda bırakmamak, konuyu hafta içinde netleştirmek üzere, daha önce göndermiş olduğum yazımın sonuna 'izne' ilişkin notun konulmasını kabul ettim' diyor. Elbette olaylar, tıpkı tahmin ettiği gibi gelişiyor ve ikinci hafta gazete, suskunluğa bürünüyor... Bu belirsizlik ortaya çıktığında kendisini aradım ve röportaj yapmak istediğimi belirttim... Açıklamasının ardından 'tepkileri değerlendirmek için' bir hafta daha beklemek istedi. Bu hafta başında buluşmak üzere kendisini tekrar aradığımda, 'söyleşiden vazgeçtiğini' öğrendim. 'Kovuldum diye ahlanıp vahlanacak, feryat edecek değilim' diyordu. 'Neden ben konuşayım ki; ben bu durumu yaşayan ilk kişi değilim. Konuşması gerekenler ülkemizin 'demokrat' yazarları.'


SAKINCALI YAZI NEREDE?

Haklı, bu durumu yaşayan ilk kişi değil Nuray Mert; son kişi de olmayacak belli ki. Ancak Nuray Mert, akademisyen kimliği ve 'arafta' duran yazılarıyla farklı bir durumu temsil ediyor. Sonuçta Mert için 'iktidar yandaşıydı' demek ne kadar anlamsızsa 'iktidar karşıtıydı' demek de o kadar anlamsız. Çünkü önceki gün ikna odalarında türbanı çıkarılmak istenen kızların yanında durmuş, dün doğrudan Başbakan'ın 'azarını' işitmiş bugün de yazı alanı elinden alınmış biri. Nuray Mert, röportaj yapmak istediğim süreçte konuşmaktan vazgeçti ama bir yandan da bu haberin yeni halini biçimlendirmiş oldu.

Tabii, bütün bu süreçte Mert'in 'basılmayacak' kadar sakıncalı yazısı herhangi bir mecrada yayımlanmadı. Gazeteci Cüneyt Özdemir, Radikal'deki köşesinde o yazıyı konuşturdu, ironik bir dille... Nuray Mert, sessiz kaldığı sürece en çok Milliyet'ten gelecek sesi bekledi ama o ses çok 'cılız' çıktı.

'Cılız' derken elbette duygusu güçlü ama sesi kısık bir yazı. Üstelik bu kişisel fikrim değil. BirGün yazarı Doğan Tılıç, bu yazıyı şöyle tarif etti: 'Yalnızca altında imzası olan yazar adına değil, memleketin 'önemli gazeteciler'inin tümü adına zavallı bir yazı.'

Akşam Gazetesi yazarı Serdar Akinan, Nuray Mert için en sağlam yazılardan birini kaleme aldı: 'Mesleğimden öksüz, ülkemden yetimim.' Medyanın 'belge ile konuşan' ismi Sedat Ergin'den, AB Başmüzakerecisi Devlet Bakanı Egemen Bağış'ın, Mert ve diğer işsiz kalan gazetecilerle ilgili sorular soran Avrupalı muhataplarına 'Ben nereden bileyim? Ya köşesi okunmadığı için ya da patronlarının beğenmediği birtakım fikirleri içindir. Ama bunun bizimle veya hükümetle bir alakası olamaz. Eğer bunu hükümeti eleştirdiğine bağlarsanız, Mert'ten çok daha şiddetli şekilde eleştiren köşe yazarlarının köşelerine devam etmesi bu argümanı çürütmektedir' dediğini öğrendik.