BIST 10.083
DOLAR 32,37
EURO 34,78
ALTIN 2.438,72

Çıplak sahillerden uzakta, tefekkür iklimine bürünmek "Bir Yaz Örtüsü..."

Bugün yine göğün tüm güzelliği yerinde. Mavi gerdanında takılı bir gerdanlık gibi, göz kamaştırıyor Güneş. Civan perçemlerinden dökülen şebnemlerle, serinliyor ruhum. Olana, olmayana, naçar kalınana meydan okurcasına ters açılıyor laleler. Sabahın ilk sıcaklığından beslenirken, Begonyalar; bense büyük hayallere dalıyorum.

Duvağı yeni açılan bir gelinin yüzündeki o masum ve utangaç gülümseme gibi penceremden odama sızan Güneş, içimde kelebekler uçururken; sehpanın üzerinde yarım kalmış kahvemi de ısıtmaya yetiyordu. Kışın, tıpkı bir gelin duvağı gibi toprağı örten kar, artık kalkmış ve toprak bahar yağmurlarıyla iyice beslenmiş halde. Toprağa, daha yakınım artık ve toprakla, samimi bir temas içindeyim.

Benim için Güneş ve toprağın birebir muhabbetine şahit olmak, muhteşem bir duygu. Yürümeyi çok seviyor oluşum bu yüzden. Çünkü, ten besininden ziyade; ruhumu besleyen tarafıyla ilgileniyorum Güneş’in. Toprakla, Güneş’in arasındaki muhabbet, besliyor beni. Aradığım sıcaklığı, Güneş’te; özleyişi ise, toprakta buluyorum. Benim için Yaz; insanı, baştan ayağa onaran bir mevsim… İçimde, kıştan kalma buzların eridiği bir mevsimdeyim ve yine içimde biriken kalabalıklardan tenhaya çıkmak üzere bir yol bulabildiğim giz mevsimindeyim…

Yaz mevsiminde haliyle piyasaların da içi ısınıyor. İçi ısınmak dedimse, bunun masumane bir durum olduğunu düşünmeyin çünkü bu sıcaklığın kökeninde; tamamen çıkar ilişkisine dayalı, temeli çürük bir ideoloji yatıyor. Kadınları etkilemek uğruna, türlü rekabete girenler sebebiyle, yaz ayları yalnızca; moda, deniz, plaj, eğlence ve lüks otellerin palmiye ağaçları gölgesinde, tüketilmek üzere tasarlanıyor. Netice itibariyle, yalnızca maddi bir kazanımın söz konusu olduğu ve gitgide mahiyetinden uzaklaşıldığı, bir çöl mevsimi kalıyor elimizde. Ama benim için yaz; olağanca hikmetiyle, bir rahmet mevsimi olmaya devam ediyor.

Bugün yine göğün tüm güzelliği yerinde. Mavi gerdanında takılı bir gerdanlık gibi, göz kamaştırıyor Güneş. Civan perçemlerinden dökülen şebnemlerle serinliyor ruhum. Olana, olmayana, naçar kalınana meydan okurcasına ters açılıyor laleler. Sabahın ilk sıcaklığından beslenirken, Begonyalar; bense, büyük hayallere dalıyorum. Çam ağaçlarının gölgesinde yürürken, büyük düşünmenin bedeli olsa gerek ki; arada bir başıma düşen kozalaklarla adeta gerçeğin perdesi aralanıyor. Ve sağ tarafımda toprağın dokusunu renkleriyle süslemiş, Güller gülüyor yüzüme “daha yolculuk bitmedi!” dercesine.

İçimde yaptığım hesapların hayata uymayışıyla, sükut-u hayale uğrasam da; kabul görmemiş onlarca davranışımın, keskin yanlarını törpülüyorum. Yol, bir hayli uzuyor. Kaderden yana rızanın ehemmiyetiyle, ayaklarım yere daha sıkı basıyor ve “yolda yaşanan her şey yolcunun imtihanıdır.” derken biraz afallasam da rıza makamında bülbüllerin ahenkli ötüşlerini duyumsuyor kalbim. Kimseler hissetmese de, farkındayım; gözlerimde biriken neşenin, ruhumdaki filizleri nasıl büyüttüğünün. Bu vesileyle kendime, her daim ferasetli olmam gerektiğini hatırlatıyorum. Çünkü, yürüyebilmem için; uyanık olmaya sağ ve salim kalmaya ihtiyacım var. Ben bir kadınım. Kalbi, fesleğen dokunuşuyla kokular salan bir kadın!

Güneş, tüm görkemiyle gök kubbede süzülürken; behice yüzlü bir kadın kadar da naif dokunuyordu fikirlerime. Yağmur getirmeyen rüzgarlar gibi, hırçınlığına şahit olmadım hiç. Hani demiştim ya; sadece bir beden besini değil; ruha şifa veren bir yanı da vardır Güneş’in, diye. İşte bu sebeple, bedenimin açıkta bıraktığım tek yanı düşüncelerim oluşundan, mesrurum. Böyle düşünmem, kimilerine dert olsa da; bana derman olduğu, aşikâr. Çünkü, sakınıyorum kendimi. Korkumun değil, inancımın gereği olarak sakınıyorum. Güneş’i gören her çiçek, farklı açılıyor nihayetinde. Ben fikirlerimin üzerini örtmüyor; bilakis şimdi olduğu gibi, onları büyüterek yürütüyorum.

Az ilerde, bir park konuşlandırılmış. Aralıksız yorulanlar, dinlensin için. Fakat ben, bu bankı da hızlı adımlarım sebebiyle, ıskalıyorum. Dinlenecek takati bulabilmem için, iyice yorulmam gerektiğini hatırlatıp, teselli ediyorum kendimi. Ardına bakmadan yürümenin, Peygamber sünneti olduğunu bilerek adımlıyorum. İnsan, geçmişinin tanığı; geleceğinin, yabancısıdır. Tanık olduklarımı, yabancısı olduğum bir çıkmaza sokmadan, ardıma bile bakmadan yürüyorum. İnsan, git gide aşinası oluyor tüm bilinmezliklerin.

Kaçış yok!

Hayat bir yerde öğretiyor insana, tüm bilmediklerini. İçinde bir ukde kalmadan göçmek, ne mümkün; hep bir eksiktir hayat!

Yabancılık yok!

Elbet bir gün tanıştırıyor seni, yabancısı olduklarınla. Ellerinden tutup getiriyor kaç arşın uzaklıktan ve dokunduruyor hayatına. Alışıyorsun! Hatta öyle ki; kaynaşıveriyor bir ruh, diğer bir ruhla ve sırça köşkünde ağırlanıyor hayatın.

Yorulmak yok!

Iskalayacak bir bankın kalmamışsa, yorulmamalısın bu hayatta. Eh, yorulmak bilmezmiş gibi yiğitlik taslamanın sonu da; ya devrilmek olur bir labut gibi, ya da sabrı öğrenirsin usul usul. Büyük konuşmak, veballi iştir. Büyük düşünmekse, daha temkinli… Bu yüzden, büyük düşünmeyi yeğlemişimdir her zaman.

Güneş’ten aldığım enerjiyle, dolup taştığımı hissediyorum. Arada bir yüzümü serinleten rüzgâr da iyi gelmiyor değil hani! Güneş ve toprak arası muhabbeti körüklüyor adeta. Sonra sırasıyla; yılgınlık, umutsuzluk ve korku birikintilerinden geçiyorum. Yer altından çıkardığım desenleri, gökyüzüme döşüyorum bir bir. Notlar düşüyor benliğime! Göğümde yükseldiğimi hissediyorum.

“Gözünü kaldır da bu azim kainatı bina eden zatın azim sanatına bak. O’nun kudretini, celalinin azametini, iradesinin nüfuzunu ve hikmetinin sağlamlığını anlamak için kainatın büyüklüğünü delil olarak kullan.” Demiş Gökyüzüne bakmanın faydalarında, İmam Gazali.

Şikâyet yok!

İnsan, yürüdüğü yoldan razı olmayı bilmeli. Çünkü, razı olmak; sevmekten ileri gelir. Yolu seveceksin ki, yoldaki eza ve cefalardan da şikâyet etmeyeceksin. Öğrendiğim o kadar şey var ki, bu yaz yolculuğunda.

Mesela; her kadın, kendi ağacını muhakkak tanıyor. Onun gölgesinde hayat buluyor. Güneşten beslenip toprağa kenetlenen ağaç, güçlü kalabilirken; kadın da büyük bir tutkuyla sahipleniyor ağacını. Ağaç güçlü olduğundan tutunmaz insan ama tutunabildiği için güçlü kalır. Ah tutunmak! Ne derin mevzu... Şu da bir gerçek ki; kadınlar, güçlü ağaçların en iyi kaşifleridirler. Ağaç da az değildir hani. O da; tanır, tutunanını; vefasını göstermekten de çekinmez. Düşürmez gölgesini, herkesin üzerine. İkram etmez meyvesini, herkese ve göstermez en elasından gülen gözlerini, her kişiye. Bilen, bilinir elbet.

Bana onlarca nimeti veren Allah’ın emirlerine uymayı, sevgimin gereği olarak ve ilerleyebilmemin yegâne yolu olarak görüyorum. Güneş’ i gören her çiçek, farklı açılıyor nihayetinde. Öyle ki, kâinatın mevsimsel geçişlerine göre şekillendirmiyorum bedenimi. Yazın gelişini yeni ve cafcaflı elbiselerle, tatil planlarıyla değil de; ben bu rahmet mevsimini yeni ve olgunlaşmaya ihtiyaç duyan parlak fikirlerle karşılayarak, heyecanımı hep diri tutmak istiyorum.

Gericiliğin gelip geçici şeylere tamah etmek olduğunu anladığım günden bu yana; ilerlemenin, ruhu besleyecek kalıcı bir tesire muhtaçlığını hissetmişimdir hep. Hiçbir zaman ellerim cebimde volta atanlardan olmayı istemedim. Yerdeki boş teneke kutusuna, afili bir vuruşla kenara uçurmak yerine; alıp, kenara bırakmayı yeğledim hep. Taşı, ekmeği, mühim gördüğüm her nesne ve her nimeti… Çünkü toprak üzerinde vurulup incitilmeyi, kavga edilmeyi kaldırmaz da maazallah; yumuşak bağrından, gam kusar dışarıya.

İnsan, gün gelip mutlak misafiri olacağı bir evi yağmalar mı hiç? Yahut, zarar verebilir mi ona? Vermemeli elbette! Bedenimi, ruhumdan gafil bırakmamak için tüm çabam. Ondandır her yaz Güneş’ le toprak arası muhabbetle, olgunlaşması ruhumun. Bu tefekkür mevsiminde ne kadar gidersem gideyim, kendime dönüyorum. Zaten- kendine çıkmayan yol- neye yarar ki?

Gün, artık akşam olmaya meyletti. Güneş, ruhumun tepe noktasını adeta bir göktaşı gibi ışıldatıyor. Ben ne zaman ruhumun aydınlığında yumsam gözlerimi, o günün hakkını verdiğimi bilirim. Güneş’i görmek umuduyla kapatacağım gözlerimi yine bu gece. Umudum odur ki; bu gecenin sabahında da farklı bir tefekkür iklimine açılmak.

O vakit kendime rastgele!