BIST 9.998
DOLAR 32,38
EURO 34,70
ALTIN 2.429,13
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

Bekaretin El Değmemiş Tarihi

Tarih boyunca süren bir tartışma masaya yatırılıyor.

Abone ol

Hanne Blank İletisim Yayınlarından yayımlanan başlıklı kitabında tarih boyunca süren bir tartışmayı da masaya yatırıyor.

Bekâretin El Değmemiş Tarihi / Virgin: The Untouched History. 2007’de tarihçi yazar Hanne Blank tarafından yazılan kitap, feminist çeviri ve kadın araştırmalarıyla ilgilenen Emek Ergün sayesinde artık Türkçe’de. Bekâret, hemen hemen tüm toplumlarda kadın bedeni üzerinden tartışılan bir kavram. Bakire olmadığı için intihar eden kadınların olduğu bir toplumda Emek Ergün’ün kitaba Türkiye’de yaşanan sayısız bekaret tartışmalarını eklemesi, toplumumuzda yaşayanların da bekaret kavramının içerdiği problematik ögeleri yeniden düşünmeleri için bir fırsat aslında.

Bekâretin El Değmemiş Tarihi, Bekâretbilim ve Bakire kültürü adında iki bölümden oluşuyor. Kitap, kapağından başlamak üzere birbiriyle ilintili kavramsallaştırmaları tartışmaya açıyor. Kızlık zarı bu tartışmaların merkezinde. Çünkü bekâret temsili yüzyıllardır kızlık zarı üzerinden yapılıyor. Farklı toplumlarda farklı şekillerde kutsanan kızlık zarının hikâyesi, bekâret biliminin hikâyesiymiş gibi gösteriliyor çokça. Kutsanan kızlık zarı, heteroseksüel bir evlilikle daha da kutsanıyor; erkeğin penisi vajinaya girer ve kızlık zarı ‘bozulur’, kan akar. Bekârete atfedilen senaryo budur ve kitabın kapağındaki kırmızıya boyanmış himen, bu senaryoyla dalga geçen ironik bir temsiliyettir. Blank bunu en iyi şu cümleyle anlatır:

“En azından geleneksel kurallaşmış şekliyle bekâret yalnızca heteroseksüeldir.” (Blank, s.55) Yani lezbiyen bir kadın cinsel ilişki yaşasa da ‘hetero’ olmadığından kadınlık mertebesine erişememiştir.

Kitabın ilk bölümünde, himenin kavramsal olarak varlığından bahsedilir. Blank, farklı hayvanlarda himenin işlevsel rolü olduğunu anlatırken, insandaki himenin ‘biyolojik’ bir birim olarak işlevsizliğinden söz ediyor ve “ancak insanlar ve himeni olan diğer türlerin çoğu için (bunlarda) himen aslında işlevsiz bir artıktan, vajinanın girişi oluşurken geride kalan ufacık gereksiz bir et parçasından başka bir şey değildir” diyor. Ve böyle olmasına rağmen himeni yalnızca insanların bilmesi ve himenle ilgilenmek için kendilerine kültürel, toplumsal, geleneksel kılıflar altında nedenler bulması da yine problematik öge olarak tartışılması gereken noktalardan biri.

Himenin bilimsel-fizyolojik olarak incelenmesi, kızlık zarına dair inanılmış değerlerin boş, saplantılı, kan sevici birer varlık olarak yine insanın kadın bedeni üzerinden varabileceği noktaların trajikomikliğini gösteriyor. Kana yüklenen misyonla (her kızlık zarı ilk cinsel ilişkide kanar yanılgısıyla), ilk gece suçlanmamak için vajinalarını kesen kadınlar, himen tamiri üzerinden ticaret yapan doktorlar, himen estetiği, 1544’lerde ceset kaçırılarak himenin nasıl keşfedildiği, Blank’ın bekâret tartışmasında ele aldığı tartışmalardan yalnızca bir kaçı.

BEKÂRETİN KÜLTÜREL VARLIĞI

Bakire kültürü adını taşıyan ikinci bölümde Blank, bekareti yüzyıllararası bir perspektifin ortasına koyuyor ve bugüne kadar sancılı -kadınlar açısından- bir yolculukta ilerleyişini adım adım takip etmemizi sağlıyor. Hristiyanlık öncesi bekâret algısı, M.Ö. 450 tarihlerinde kalma bir Girit Yasası’nın bakirelerin ve bakire olmayanların tecavüzü için ayrı cezalar öngörmesine kadar giden bir incelemenin yolculuğu bu. Ortaçağ düşüncesinde Mısırlılar, Yunanlılar, Romalılar ekseninde bekâret tartışmalarını getiriyor karşımıza bu yolculuk.

Hristiyanlıkta kadına bakışı ve bekâret düşüncesini de ekliyor bu tartışmalara. Din gibi toplumların algısının her daim merkezinde olan bir konuda neden sadece tek bir inanışı incelediği sorusunun akıllara gelme ihtimali olsa da, burda yeniden Blank’ın okuyuculara düştüğü nota bakmakta yarar var. Blank akıllara takılan bekâret tartışmalarının kimi taraflarının neden kitapta olmadığını “bekâret ve bakireler konusunda çok fazla bilgi olmasına ve bunların tek bir kitaba sığmayışına” bağlıyor. Bu konularda yeni açılımlara ihtiyaç olması da feminist araştırmalar tarafından daha bu konunun özne olarak inceleneceğinin sinyali aslında.

Bekaret kavramsallaştırmasında problematik öğelerden biri de kadın-erkeğin konumu. Kadınlık-erkeklik rollerinin ataerkil söylemde nasıl olduğu bir kez daha karşımıza çıkıyor Blank’ın açıklamalarıyla. “Cinsel ilişki erkekleri de kadınları da gerçek yapar ama bunun altında yatan anlam değişmeden kalır: Gerçek erkek hâkim olurken, gerçek kadına hâkim olunur.” (Blank, s.291)

Tüm dünyada bekâret tv dizileriyle, evlilik manifestosuyla, gelinlik, kırmızı kuşak, evlilik öncesi seks, bekâreti bozan fiziksel temaslar sorunsalı gibi yan ögelerle tartışılmaya devam ediyor. 20. yüzyılda da olsak bekâretin anlamı ve rolü farklı biçimlerde, farklı kimliklerde yaşamımızda hep var. Blank bu sürekliliğe şöyle bir anlam yüklüyor: “Bekâret meselelerinin ve tarihinin bütün yönleriyle ilgili bilgiler, hatta bu konuda araştırma yapılabileceğinin, bekâretin bir tarihinin olduğunun farkında olmak bile, çoğu zaman doğanın indirgenemez bir gerçeği olarak gösterilen toplumsal bir ilkeyle uğraşırken vazgeçemeyeceğimiz bir silahtır.” (Blank, s.372)

Ve- evet- yapılması gereken bekâretle ilgili kadına yönelik şiddet uygulamalarını, bakire olmadığı düşüncesiyle intihara zorlanan/intihar eden kadınları yaratan ataerkil toplumun değerlerine bu kültürel silahla karşı koymak ve soyut bir kavram olan bekâretin kültürlerimizde yeniden tanımlanma sürecini başlatmaktır.

Hanne Blank’ın yazdığı Bekâretin El Değmemiş Tarihi’ni feminist bir bilinçle çeviren Emek Ergün bu süreci başlatmış; devamlılığını sağlayıp, yanlış ölümlerin oluşmasına engel olmak da bekaret söylemleriyle ataerkilliğin yeniden üretilme biçimlerine karşı duranlara kalıyor. (Işıl Bayraktar)