BIST 10.644
DOLAR 32,20
EURO 35,01
ALTIN 2.500,70

Batı, imar etmede değil, târumâr etmede mahirdir

ABD Başkanı Biden’ın geçtiğimiz hafta “ABD ordusunun Afganistan’ı modern bir demokrasiye dönüştüremediği açık…” ifadelerini kullanarak yaptığı açıklama ile birlikte dünya gündemi bir anda değişiverdi. ABD, 20 yıldır işgal ettiği Afganistan topraklarından çekildi.

Birçok ülkeyi etkileyen/etkileyecek olan bu karar, dünya kamuoyunda hararetli bir şekilde tartışılmaya başlandı. Bunda en büyük pay, Uluslararası ilişkilerin girift bir hal alması ve tek bir taşın dahi oynatılmasının dünyadaki tüm dengeleri değiştirebilecek potansiyele sahip olmasıydı. Afganistan da Asya Kıtası'nın önemli taşlarından biriydi. Bu nedenle ABD’nin çekilme kararı, dünya kamuoyunda ‘mutlak bir yenilgi’ olarak görüldü ve pek çok kesimi oldukça memnun etti. Söz konusu karar fırsat kollayan diğer ülkelerin de ellerini ovuşturmasına neden oldu.

Bu nedenle Afganistan’ın durumu, küresel dünya düzenin bir gereği olarak  ‘ekonomi bağlamında’ değerlendirildi. Birçok ülkenin kurmayları, konunun ekonomik boyutunu tartışmak üzere acil kodu ile bir araya geldi. 20 yıllık trajedinin insani boyutu kimsenin umurunda değildi. Tüm kesimlerin odaklandığı tek bir nokta vardı; pastadan alınacak pay!

11 Eylül saldırılarından hemen sonra Başkan Bush, ABD’nin Afganistan’ı neden işgal etmesi gerektiğine dünyayı ikna etmeye çalışırken; “Taliban’ın askeri kapasitesini sonlandırmak” ifadelerini kullanmıştı. Gelinen noktada ABD, bırakın askeri kapasiteyi sonlandırmayı tüm askeri teçhizatını dahi Afganistan'da bırakarak ülkeden ayrıldı.

Biden’ın Afganistan’dan çekilme ile ilgili açıklamasında dikkat çeken ifade ise; “ABD Ordusunun, Afganistan’ı modern bir demokrasiye dönüştüremediği…” kısmıydı. Buradan hareketle aslında sorulması gereken soru şu; ABD’nin modern bir demokrasiye dönüştürdüğü ülke neresi? Hatta “modern’i” çıkartıp soruyu daha da kolaylaştırıp, kısaltalım; ABD’nin demokrasi getirdiği ülke neresi?

***

Bugün kapitalist ülkelerin ekonomik iştahının adı, dünyanın en sevdiği kavramlar olan; demokrasi, özgürlük, insan hakları kavramları üzerinden şekillendiriliyor ve pazarlanıyor. Bu kavramları en etkin şekilde kullanan ülkelerin başında da şüphesiz ABD geliyor. ABD’nin, kültürel-ticari-düşünsel ürünleri batı tarafından modern ve model olarak önümüze konuluyor. Bu ürünler sayesinde üretilen; ‘özgürlükler ülkesi’, ‘süper güç’, ‘yenilmez ülke’ imajları, ilk defa Vietnam’da yaşanan hezimet sonrasında sarsıldı. Gerçek sarsıntı ise ABD’nin tüm dünyaya bu saikler üzerinden pazarladığı “popüler kültür” ve onun ayrılmaz parçası olan ticari ürünlerde yaşandı. Çünkü bu ürünlerin pazarlanması ve gelir elde edilmesi  “yenilmez ülke” imajının varlığına/devamlılığına sıkı sıkıya bağlılık gösteriyordu.

Amerikan deyimiyle “Get out of hand” yani işler yolunda gitmedi ve kontrolden çıktı! İtiraflar birbiri ardına geldi. Afganistan’da hayatını kaybeden ABD askeri sayısı 2500 olarak açıklandı. Maddi kayıp olarak ise milyarlarca dolardan bahsediliyor. Diğer yandan tahmin edilemez derecede yıkıma uğramış ve onarılamaz bir ülke imajı da var. ABD, baş aktörünün Afganistan olduğu tarihi ve psikolojik bir yenilginin kurbanı oldu. Çünkü ABD, savunma bütçesi kadar para ayırdığı Hollywood film ve sinema endüstrisi ürünlerinde, tek bir askeri için dahi tüm dünyayı karşısına almaya çekinmeyecek özgüven ve cesarete sahipti. Bu sefer öyle olmadı. Bu tutarsızlığın elbette sonuçları olacaktı.

ABD senatosunda 2010 yılında müzakere edilen “Amerikan tarihine dair eğitimin görüşülmesi” toplantısında bir senatör; “Amerika demokrasisinin gücü ve dünyadaki mevcudiyetimiz, çocuklarımızın, Milletimizin mazisine dair güçlü bir kavrayışa sahip olmalarına bağlıdır.” diyordu. Anlaşılan o ki Vietnam ile derinden sarsılan şimdi ise Afganistan’da yıkılmaya yüz tutan ABD imajı için ülkedeki tarih müfredatının da Hollywood ürünlerinin de yeniden güncellenmesi gerekecek.

Diğer yandan trilyonlarca dolarlık rezervi ve stratejik/jeopolitik konumundan dolayı,  daha uzun yıllar boyunca Batı’nın Afganistan’a nefes aldırmayacağı öngörülebilir. Çünkü Batı’nın, imar etmede değil, târumâr etmede mahir olduğunu biliyoruz. Bizim ise kadim medeniyetimizin öz suyu gereği; “imha için değil, ihya için” daha çok çabalamamız gerekecek. Bu nedenle Mustafa Kutlu’nun; “Sabahı beklemeyiniz dostum, geceden yola çıkınız.” öğüdünü tekrar tekrar hatırlamakta fayda var.