BIST 10.046
DOLAR 32,35
EURO 34,72
ALTIN 2.408,84
HABER /  GÜNCEL  /  EĞİTİM

Araştırma görevlilerinin sorunları

Ege Üniversitesi'nde Araştırma görevlisi olan Bekir Sıtkı KARATAŞ, sorunlarını yazdı.

Abone ol

Eğitim sektöründe yaşanan sıkıntılar had safhada. Üniversiteler ödeneksizlikten, akademisyenler ise araştırmaya para ayrılmamasından dertli. Üniversitelerin araştırma görevlileri de sıkıntı çeken kesimden... Ege Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü Araştırma Görevlisi Bekir Sıtkı KARATAŞ, araştırma görevlilerinin sorunlarını yazdı: İşte bir araştırmacının gözünden yaşanan sıkıntılar ve çözüm yolları:

A-İÇSEL SORUNLAR:

Bu genel başlık altında incelenecek olan sorunlar; hem bir özeleştiri, hem de mevcut durumda sorunu çözmede dış faktörlerden çok kendi iç dinamiklerimizin etkili olduğu sorunlardır.

1-AKADEMİK EHLİYET VE LİYAKAT

Akademik kadroya atanırken tabi olunan süreç, ilerde karşılaşılması olası bazı sorunlara gebedir. Ehliyet, liyakat ve adalet kavramlarıyla özetlenebilecek objektif kriterlere tabi tutulmadan elde edilen akademisyenlik payesi, daha sonra bu payeyi verenlere karşı bir minnet ödeme sürecini de beraberinde getirebilmektedir. Ceketin ilk düğmesinin doğru iliklenmesi sonrakilerin doğruluğunun da asgari şartı olacağı düşüncesiyle, etik anlayış ve şahsiyetli duruştan ödün verilmeden akademik hayata başlanması ileride karşılaşılabilecek kimi sorunları baştan azaltmanın da akılcı bir yolu olsa gerektir.
Aslında araştırma görevlilerinin seçimine merkezi bir sınavda başarılı olmak şartıyla bizzat beraber çalışılacak öğretim üyesi karar verebilmelidir. Öteden beri savuna geldiğimiz merkezi sınavla ilgili oldukça yeni ama bir o kadar da yetersiz bazı yeni gelişmeler oldu. Şöyle ki:
12/07/2006 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 5538 no’lu Kararnamedeki bir düzenleme ile KPDS şartının ÜDS’ye dönüştürülmesine benzer bir gözbağcılıkla, bu anlamdaki baskılar giderilmeye çalışılmış; sözde(!) adil bir sınav düzenlemesi öngörülmüştür. LES benzeri bir sınav tornasından geçirilecek tüm akademisyen aday adaylarının onlarca farklı bilim dalındaki bilgi seviyeleri, eşit bir sınavla nasıl ölçülecek ve değerlendirilecektir. Buradaki yanılsama sanırım “her eşitliğin adalet olacağı” düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
Davul ve tokmağın sahibi aynı kalmış; yalnızca tokmak bir elden diğerine geçirilmiştir. Davuldan ses getirecek olan el, senatoların veya yetkili organların belirleyeceği giriş sınavlarıyla gene bölüm ya da anabilim dalı başkanlıklarının eli olacaktır.
Sonuç önerimiz; mümkünse her anabilim dalı için bu merkezi sınavın düzenlenmesi, sınav sonuçlarına göre ihtiyaç duyulan değişik üniversitelere, başarılı olanların atanması ve atanma önceliğinde, üniversiteye öğrenci yerleştirmedekine benzer bir yolun takip edilmesi olacaktır.

2-KİŞİSEL GELİŞİM VE SOSYALİTE
Araştırma görevlilerinin seçiminde önemli ölçütlerden biri, hemen her bölümde not ortalamasıdır. Bilimsel liyakati esas alma düşüncesiyle yetinilen bu kriterle, en az bunun kadar önemli olan uyumluluk, sorumluluk, paylaşım, ekip ruhu bilinci, sosyallik gibi akademik ortamın olmazsa olmazları ise değerlendirme dışı bırakılmaktadır.
Genellikle derece yapmış bu insanlar, öğrencilik hayatında eğitim sisteminin zorunlu kıldığı yoğun ders çalışma eksenli bir hayat yaşadıklarından ve genellikle ders kitaplarından başka eserler okumadıklarından kişisel gelişim, holistik ve analitik düşünme, zihinsel ve sosyal beceriler açısından güdük kalabilmektedirler.
Bu sorun, bilimsel liyakatin asgari şart olduğu fakat yukarıda saydığım kişisel özelliklerin de dikkate alındığı, araştırma görevlisinin görev yapacağı kurum ve hatta bizzat çalışacağı öğretim üyesi tarafından, kişiyi tanımaya yönelik bir mülakat ve kısa bir süre geçici kadroda tutma gibi ikinci bir değerlendirme sürecine tabi tutulması şeklinde kısmen aşılabilse de sorun daha derinlerde; yani anaokulundan itibaren tabi olunan eğitim sistemindedir.

3-AKADEMİK HAYAT İÇİN HAZIRLIKSIZLIK:
Görevi araştırma olan kişiye, araştırma, sorgulama, analiz etme yeteneği kazandırılamadan ve elde ettiği sonuçları ifade edebilme hürriyetinin olduğu bir ortam hazırlanmadan bu görevin verilmesi veya bu göreve talip olunması aslında büyük bir ironidir. Tüm eğitim-öğrenim hayatı boyunca ezberci ve çoktan seçmeci bir anlayışla yetiştirilen bir kişiden bilimin ilerlemesinin temel gerekliliği olan araştırma, sorgulama, analiz etme ve ortaya yeni bir eser koymasını beklemek ham hayaldir. Beklenmesi gereken ise en iyi olasılıkla mevcut durumun korunması ve günün kurtarılması; yani statüko ve popülizmdir.
İnsanı fert olmaktan şahsiyet olmaya terfi ettirecek yegane yol eğitimdir. İyi kurulamamış bir sistemden iyi ürün elde etme olanağı olmayacağı bilimsel bir gerçektir. Bu mantıkla; kötü eğitim sistemleri kötü eğitmenleri, kötü eğitmenler ise kötü eğitilenleri sonuç verecektir. Bu kısır döngünün kırılması için gelişmiş ülkelerin eğitim sistemi yaklaşımının, ülkemiz gerçekleriyle harmanlanmış adaptasyonu doğru bir yolda atılacak ilk adımdır.

B-DIŞSAL SORUNLAR:
Bu genel başlık altında incelenecek olan sorunlar; hem dışa dönük bir eleştiri, hem de sorunu çözmede kendi iç dinamiklerimizin değil, dış faktörlerin etkili olması açısından kategorize edilmiştir.

1-MADDİ KOŞULLAR VEYA ÖZLÜK HAKLARI
Bu tek maddelik sorun öylesine doğurgan bir ana sorundur ki birçok yavru sorunları doğurmaktadır. Maddi olarak yetersiz olan bir araştırmacının bilim adına yorulması gereken zihni, geçim ve iaşe kaygısıyla bitap düşmektedir. Beyin göçünün önlenmesi ya da mevcut beyinlerin çalışma şevkinin artırılması için geçim sıkıntılarıyla boğuşmak zorunda kalmamak asgari zorunluluktur. Araştırma görevlilerinin özlük haklarının ve maaşlarının iyileştirilmesi başarılı, istekli ve çalışkan insanlar için üniversitelerin cazip hale getirilmesine katkısı nedeniyle oldukça önemlidir. Maddi açıdan yaşanan bu tatminsizlik; popülaritesi yüksek olan bölümlerde araştırma görevlisi bulamamak, üniversite dışında istihdam olanağı düşük bölümler için ise yalnızca bir istihdam kurumu olmak sonucunu beraberinde getirmektedir.
Yıllardır özlük haklarımızın iyileştirileceği beklentileriyle yaşatılıp her seferinde ekonomik koşul ve kriz gerekçeleriyle hayal kırıklıklarıyla baş başa bırakılmaktayız. Araştırma görevlilerinin özlük hakları “eşit işe eşit ücret” ilkesine de en fazla ters düşecek durumdadır. Bu çarpıklık, sosyo-ekonomik reformlarla eninde sonunda çözüme kavuşturulsa da “gecikmiş adaletin, adalet olmaması” açısından kaygı duymaktayım.

2-GÖREV TANIMINDA VE DEVAMINDAKİ BELİRSİZLİK
2547 sayılı yüksek öğrenim kanununun 33. maddesindeki görev tanımını ele alacak olursak; örneğin “yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevler” gibi belirsiz, her türlü yoruma açık ve muğlak bir ifadeyi nereye koymalıyız? Yetki ve inisiyatif sahibi idareciler veya öğretim üyelerince “ilgili diğer görevler” ifadesinin içinin istenildiği gibi doldurulması olasıdır.
Bu sorun için önerebileceğimiz formül ise araştırma görevlilerinin yetki, görev ve sorumluluk alanlarının ilgili yasa veya yönetmeliklerde açıkça tanımlanmasıdır. Bu tanımlamanın dışında iş dikte eden öğretim üyesi veya idarecilerinin, aksine davranan araştırma görevlilerine bir müeyyide uygulayamayacakları adil bir üniversite yönetişim sisteminin tesis edilmesidir.
Görev tanımının devamında ise mesleki garantinin olmadığı gerçeğiyle yüz yüze gelmekteyiz. Elimizde yalnızca anabilim dalı başkanından rektöre kadar uzanan bir silsile içindeki tüm yetkililerin inisiyatifine kalmış “yeniden atanabilme” hakkı (!) vardır. İlk atanma kriterlerinden bile dem vururken, yeniden atanmada ise hiç bir kriter belirtilmemiş, inisiyatif idarecilere ve bunların iki dudağı arasından çıkacak söze bırakılmıştır. Üniversitelerimizdeki teamül ise; niyet okumada maharet sahibi (!) yetkili ve idarecilerin kötü niyetlileri sezip, bir çırpıda gerekeni yapmaları şeklindedir.

3-ÖZGÜR DÜŞÜNME VE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ İFADE EDEBİLME
Aslında özgür düşünme ve bunu açıklayabilme üniversitenin olmazsa olmaz koşulu iken; öğretim üyesi, bölüm başkanı, dekan, rektör ya da YÖK başkanı gibi düşünmek zorunda olması; aksi takdirde hayat hakkının olmaması, özgür ve bilimsel düşünmeyle ülkeyi ve insanlığı daha iyiye ulaştıracak bir köprünün ayaklarına dinamit koymak demektir.
Oysa ulu önder Atatürk "Hiç bir zaman hatırınızdan çıkmasın ki Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bireyler ister. Ya fikri hür, vicdanı hür gençleri yetiştirecek çağdaş eğitimcilerin görev yaptığı çağdaş kurumlara sahip olacağız ya da; köleliğe mahkûm olup çağdaş uygarlıkların hâkimiyetine boyun eğeceğiz" tespitiyle ta Cumhuriyetin ilk dönemlerinde meselenin bam teline basmıştır. Acaba dünyanın ilk 500 üniversitesi sıralamasında tek bir üniversitemizin bile olamayışı bu gerçeği ıskaladığımızın açık bir göstergesi midir? Fikri, vicdanı ve irfanı hür olmayanların fikir ve bilim üretmesi, dolayısıyla çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabilmesi söz konusu değildir. Tam demokratik, özerk ve adil bir üniversite yönetim sistemi olmadan bu sorunların aşılması ise mümkün değildir.

4-KADRO STATÜSÜ
Üniversitelerde “daimi” ve “tahsisli” kadro olmak üzere iki farklı statüde araştırma görevlisi bulunmaktadır. Bilindiği üzere, daimi kadrodaki araştırma görevlileri doktora çalışmalarını tamamladıktan sonra da aynı kadroda “yardımcı doçentlik” kadrosunu beklemektedirler.
Tahsisli kadroda yüksek lisans veya doktora yapan araştırma görevlilerinin ise, lisansüstü eğitimini tamamlaması ile kadroları geri alınmaktadır Bu durumda lisansüstü eğitimini tamamlayan araştırma görevlisi, alanlarında kadro açılıp, “yardımcı doçentlik” sınavına girene kadar işsiz kalmakta veya eğer başarabilirse başka bir kuruma geçmekte ya da “Dr.” titriyle işsiz kalmaktadır. Bu statüdeki bir kadronun getireceği, akademisyenliği içselleştirememek, aidiyet hissinde dejenerasyon, araştırmalara odaklanamamak, geçim kaygısı vb. gibi pek çok sıkıntı kaçınılmazdır. Bu sorunun çözümü için önerilerimiz;
1. Araştırma görevlilerinin doktora eğitimi sonrası alanında “yardımcı doçentlik” ünvanını kazanıncaya kadar kadrosunun daimiye dönüştürülmesi veya post doktora statüsüyle görevine devam edebilmesi ya da alanıyla ilgili araştırma enstitülerinde geçici olarak istihdam edilebilmesi,
2. En azından doktorası biten bir araştırma görevlisine kendi bölümünde ihtiyaç yoksa bile bir kaç alternatif içerisinden seçeceği başka bir üniversitede kadro tahsis edilmesi,
3. Daha uzun vadede ve belli bir geçiş döneminden sonra olmak üzere, “araştırma görevlisi” unvanı yerine gelişmiş ülkelerde olduğu gibi “proje asistanlığı” getirilebilir.

5-TEMSİL VE ÖRGÜTLENME HAKKI
Kendi hocasından YÖK başkanına kadar olası amir-öğretim üyesi hegemonyası üniversitelerin ne yazık ki kanıksanmış bir gerçeğidir. Bu hegemonyanın kırılması için artık öğrencilerin bile üniversite idarelerinde temsili olarak da olsa söz hakkı olduğu bir dönemde, bölüm başkanı, dekan ya da rektörleri seçme hakkı verilmesi şarttır. Hatta bu seçimlere sadece temsili seviyede değil tüm araştırma görevlilerinin bizzat kendisinin katılması, daha katılımcı, demokratik, adil ve çoğulcu bir yönetimin gerek şartıdır.
Hiç değilse temsili olarak da olsa bizlerin tüm karar alma süreçlerinde söz hakkı olması; “ölümü görüp sıtmaya razı olabileceğimiz” bir ara formül olarak ivedilikle uygulamaya alınmalıdır.

6-YABANCI DİL
Kişilerin yabancı dil seviyelerini ölçen ve akademik yükselmelerde bir kriter olarak dikkate alınan yabancı dil sınavlarına akademisyeni hazırlayacak kursların üniversite imkanlarıyla oluşturulması gerekmektedir. Lisansüstü eğitim yapmayı hak eden ya da en azından hâlihazırda akademisyen olan herkesin bu kurslardan ücretsiz olarak yararlanabilmesi sağlanmalıdır.
İstisnasız bir şekilde, araştırma görevlilerinin hem yabancı dillerini geliştirmeleri hem de bilgi ve görgülerinin artırılması için makul bir süre yurt dışına gitme haklarının olması hatta zorunluluğunun getirilmesi de oldukça faydalı bir uygulama olacaktır.

7-ASKERLİK HİZMETİ:
Vatana karşı asli görevlerimizden olan askerliğin şekil, süre ve zamanlaması da erkek akademisyenler için bazı sorunları barındırmaktadır.
Lisansüstü mezunu bir akademisyen, askeri makamlarca kalifiye eleman olarak görüldüğünden diğer lisans mezunları gibi askerliğini kısa dönem yapma olasılığı oldukça azalmaktadır. Oysa araştırma görevlilerinin isteğe bağlı olarak en azından kısa dönem askerlik hizmeti yapmaları sağlanmalıdır. Böylece bilimsel gelişmelerin çok hızlı olduğu günümüzde askerlik sonrası intibak süresiyle 1 yıldan uzun bir süre bilimsel ortamdan uzak kalma handikabı bir nebze de olsa giderilmiş olacaktır.
Araştırma görevlilerinin askerlik görevlerini, temel askerlik eğitiminden sonra tıpkı öğretmenlerde olduğu gibi “asker-öğretim elemanı” statüsünde başka bir üniversitede görevlendirilmesi bir diğer çözüm önerisi. Böylece hem bilimsel gelişmelerin çok hızlı olduğu günümüzde uzun bir süre akademik ortamdan uzak kalma handikabının giderilmesi, hem akademik kariyerin henüz ilk aşamalarında bile öğretim elemanlarının mobilitesinin sağlanması, hem de bayan araştırma görevlileri ile nispeten eşit koşullarda çalışılabilmesiyle daha adil ve makul bir uygulamanın gerçekleşeceği açıktır.
Araştırma görevlilerinin kurum amirinin de uygun gördüğü zamanlar için toplam askerlik süresini bir kaç yıla yayarak, mümkünse görev yaptığı şehirde askerlik hizmetini tamamlamaları akademik ortamdan uzun süreli kopmaların engellenmesi adına yararlı bir başka uygulama olacağı kanaatindeyim. İster kısa, ister uzun dönemli olsun, askerlik görevi boyunca geliri olmayan ve genellikle ileri yaşlarda, evli ve/veya çocuk sahibi olan akademisyenlere kalifiye eleman statüsünde günün gerçekleriyle uyuşan bir maaş ödemesi yapılması son derece adil ve insancıl bir yaklaşım olarak gözükmektedir. Bahsi geçen veya geçmeyen tüm sorunların kökeni, “devleti yaşatmak için insanı yaşatmak gerek”tiği gerçeğinin atlanması fenomenine, diğer bir deyişle; insana yapılmayan yatırımın ürünlerinin toplanamadığı gerçeğine dayanmaktadır. Son söz olarak ifade etmek isterim ki: “İnsanı yetiştiremeyenin hasat zamanı ondan devşirebileceği bir meyvesi olamaz.”