Toplumumuzun her köşesinden farklı
çığlıklar yükseliyor.
Doğusundan batısından, eğitimlisinden
eğitimsizinden, varsılından yoksulundan, başörtülüsünden
örtüsüzünden, çalışanından iş arayanından…
Bu çığlıkların bir kısmı nerede durduğunu
tanımlayan, açmazlarını çözümleyemese de nedenlerini araştırabilen
bir profile ait. Sorunlarının kaynağı olarak gördüğü siyasal ve
ekonomik sistemleri sorgulayıp yorumlayabiliyor, parçası olduğu
toplumun dinamiklerini anlamlandırıp okuyabiliyor.
Bir kısmı ise biraz daha kaderci, biraz
daha “böyle gelmiş böyle gider”ci. Sıkıntılarını masum bir oyunla
TV’de biri bitip biri başlayan diziler sırasında uykuya yatırıyor
sonra da kendi uyuyarak maskelemeye çalışıyor.
Hangi kesimden, hangi bilinç düzeyine sahip
olursa olsun modern toplum insanın en
temel benzerliği “yabancılaşma” duygusu. Dış dünyanın gerçekleri
ile iç dünyanın beklentileri örtüşmediği nokta da aidiyetsizlik
başlıyor, yaşadıklarını anlamlandırma telaşı kara bir bulut olup
bireyin üstünde dolaşıyor.
“Ya dışındasın çemberin ya da içinde yer
alacaksın” hali yani.
Her birey geleneklerinin, kültürünün
şartlandırdığı davranış biçimleriyle sosyalize ediyor kendini. Bu
çerçevede kendinden beklenileni gerçekleştirememenin baskısı ile
yabancılaşma duygusu tomurcuklanmaya başlıyor.
Başkalarının mutsuzluklarının koluna girip
kendi yaşadıklarını meşrulaştırma çabaları da dalga dalga
yayılıyor.
Bir tarafta bireysel kaygılar, dış dünyanın
giderek ağırlaşan koşullarına uyumlanma çabaları, bir tarafta da
yaşamı estetize ederek bu ağırlığı minimuma indirebilme telaşı
yoruyor.
Çabalar karşılığını alamadığı noktada da
yabancılaşma duygusu iyice kendini gösteriyor.
Bu duyguyu bilinçli ya da bilinçsiz popüler
kültürün silahlarıyla eritmek bir seçenek olabiliyor. Ya da son
yıllarda hızla arttığını gördüğümüz çekip giderek küçük deniz
kasabalarına yerleşme halleri…
Bu nokta da önem kazanıyor bana kalırsa dış
dünyanın açmazlarına karşı
direnebilmek için onunla korkusuzca yüzleşmenin gerekliliği ve iç
dünyayı güçlü kılma halleri.
Bu da çoğu zaman yine hayatın içinden
beslenerek oluyor.
Sevgili hocam Prof. Dr. Ünsal Oskay’ın
dediği gibi; yeni, farklı ve uzak gibi görünen düşünceleri
izlemeye, öğrenmeye hayatın içindekileri görebilmeye belki de en
çok bugünlerde mecburuz.