Hafta sonu gazetelerin hemen her
birinde günümüz ilişkilerine, özellikle de evliliklere ilişkin en
az birkaç haber, köşe yazısı vardı. Bu haberlerden biri de bir
araştırmanın sonucuydu:
İstatistikler gösteriyor ki,
ülkemizde son yıllarda boşanmak isteyenlerin oranında %30’luk bir
artış var. Boşanmak isteyen kadınların sayısı da %10’lardan %50’ye
çıkmış.
***
Nasıl da hüzünlüdür bacalarında
mutsuzluk tüten evlerin odaları…
Yitip gitmiştir kaçamak bir öpücüğün
heyecanı, yanında uzanan bedenle her an buluşabilme serbestliğini
kazandığında. Güzellikse hayran olunan, gözler alışmıştır. Ne özlem
vardır, ne bekleyişin sancılı hazzı. Tolerans yerini
tahammülsüzlüğe bırakmıştır, uzun sohbetler kısa ve kesik ‘evet,
hayır’lara…
Kolay mıdır bunlara rağmen yakmak
gemileri?
“Bitti!” deyip her
şeye bir son verebilmek. Ve alışılmış düzenlerin bildik tanıdık
sınırlarından yeni coğrafyalara açılmak…
Belki çoktan hazırdır bavullar ama
kolay değildir son sözü söyleyebilmek. Cesaretin alevleri
hararetlenip yürekleri sarsa bile, iki laf edilmeden oturulan
sofraların derin sessizliği ağır basar.
İskambil kağıtlarından kurulmuş
evler çöker, sonra tekrar kurulur. Çöker.. Sonra
tekrar….
Aşk zaten çoktan hüzünlü
yalnızlığına terk edilmiştir. Ama yinede yangından kurtarılacak bir
şeyler bulunmaya çalışılır.
Bir süre birikmiş bulanık sularda
ışık oyunlarıyla gökkuşakları tadına vararak yaşamaya çalışılsa da
olmaz, su tekrar gerçek rengini alır.
Bazen o esnada yeni heyecanlar
edinilir. Belki gerçekten “aşk” tır yaşanan bir başkasıyla. Adı her
durumda ihanet olan!
Söylenemez bir türlü son
sözler…
Zihinlerde dolaşan çoktan kurulmuş
cümleler, dillerin mührünü çözemez.
Çünkü zordur iki kişilik kararların
sözcülüğünü yapmak, sorumluluğu tek başına üstlenmek ve son sözü
söylemek…
Son sözü söyletecek eylemler tercih
edilir bu yüzden!
Bu nedenledir ki, hep kadındır
görünürde giden…
***
Bir bitişin nedenleri tek tek
tartışılacak kadar çok elbette. Ama görünen o ki, günden güne
zorlaşıyor sanki mutlu ilişkilerin kahramanı olmak.
Bir taraftan ite kalka sürdürülen
evliliklerin sessiz trajedileri, aynı yatakta yatırdığı
mutsuzlukları çoğalıyor. Bir taraftan bu mutsuzluktan
sıyrılabilenlere paralel olarak
boşanma oranları artıyor.
Erkekler “doğamızda çok eşlilik var” diye bağırıyorlar,
kadınlar ruhsal korunmanın kadınsal elbisesini giydirdikleri
“yapsın ama bilmeyeyim” hallerine bürünüyorlar.
En kötüsü de sürgit sevgilere
inançlar azalıyor, “bir yastıkta kocamak” demode bir deyiş olmakla
kalıyor sadece. Erkekler de kadınlar da, gerek yaşadıkları gerekse
gözlemledikleriyle korkular büyütüyorlar içlerinde.
Şimdiler de dilden dile dolaşan
“Zaten evlilik insanın doğasına aykırı” genellemeleri
mi?
Bu korkularla bir arada yaşamaya
çalışan savunma mekanizmalarımızın ürettiği zorlama yargılar bana
kalırsa…