Sayın Erdoğan Abarttı mı?
Ortadoğu'da fitili ateşlenen bir savaş, sadece toprağa düşen
bombalarla değil, dünya ekonomisinin kalbine düşen korku ve
belirsizlikle de yankı buluyor. İsrail’in İran’a, İran’ın İsrail’e
gönderdiği füzeler, sadece karşılıklı misilleme değil; aynı zamanda
tüm küresel piyasaları altüst eden ekonomik şok dalgaları
yaratıyor.
Piyasalarda yaşananlar ekonomik endişenin fragmanı gibiydi.
Petrol fiyatı bir anda %6 arttı, 80 doların üzerine çıktı. Kriz
dönemlerinde güvenli liman kabul edilen altın fırladı. Dolar da boş
durmadı; 39.43 liraya kadar tırmandı, sonra kısmi bir geri çekilme
yaşansa da piyasa diken üstünde kalmaya devam etti.
Ama esas büyük korku, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma ihtimali.
Küresel petrol arzının %20’si bu boğazdan geçiyor. Suudi Arabistan,
BAE(Birleşik Arap Emirlikleri), İran gibi büyük petrol
ihracatçılarının can damarı burası. Eğer burası kapanırsa, petrolün
120-130 dolara çıkması kaçınılmaz olur. Bu sadece benzin
istasyonunda pahalı yakıt demek değil; tüm dünyada üretimin,
taşımacılığın, gıdanın ve enerji maliyetlerinin patlaması anlamına
geliyor. Kısacası, savaş sadece Ortadoğu’da değil, soframızda,
cüzdanımızda, faturamızda hissedilecek. Var olan ekonomik zorluk
daha da katmerlenecek.
Elbette bu ekonomik hasarın büyüklüğü, savaşın süresine ve
kapsamına bağlı. Eğer çatışmalar planlandığı gibi 14 gün içinde
sona ererse, füzelerin faturası yönetilebilir olur. Ama savaş
derinleşirse, ekonomiye “yıkıcı” etki yapması kaçınılmaz hale
gelir.
Hatırlar mısınız 1 Ekim’de Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan Meclis
açılış konuşmasında “İsrail’in asıl hedefi Türkiye
olabilir” dediğinde birçok kişi kulak asmadı, hatta
durumun abarttıldını düşündüler. Ama bugün tablo ortada.
İsrail; Gazze’yi vurdu.
Lübnan’ı vurdu.
Suriye’yi vurdu.
Şimdi İran’ı vuruyor.
Sırada kim var? Hiç kimse "Erdoğan abarttı"
diyemez.
Haksız mıymış Sayın Erdoğan.
Devlet yönetmek, sadece bugünü değil yarını da
görebilmektir. Bir lider, dağın ardındaki tehdidi halk
görmeden fark edebilen kişidir. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan işte
tam da bu noktada klasik siyasetçiden ayrılıyor..
Bölgedeki her bomba, Türkiye’nin güvenliğine, ekonomisine ve
istikrarına doğrudan etki ediyor. Savaşın tam ortasında değiliz
belki ama fırtınanın kıyısındayız. Ve dalgalar çoktan kıyıya
vurmaya başladı.
Bu yüzden sadece dış politikaya değil, mutfak fiyatlarına, döviz
kurlarına, akaryakıt zamlarına bakmak bile yeterli: Bu savaş
hepimizi ilgilendiriyor.
İran-İsrail gerilimi artık sınırlı bir çatışma olmaktan çıktı;
belli ki kuralı olan ama sınırı olmayan bir savaşa dönüştü. İlginç
bir savaş denklemi oluşmuş durumda: Gündüz İsrail vuruyor,
gece İran karşılık veriyor.
İsrail, ilk vuran olmanın avantajını elinde tutarak baskın
stratejisi uyguluyor. İran ise savaş boyunca misilleme konseptine
sadık kalıyor. Ama bu denklemde bir gariplik var: İran neden hep
bekliyor?
1967’deki Altı Gün Savaşı’nı hatırlayalım. İsrail, Mısır’ın hava
kuvvetlerini daha pistten kalkamadan yok ederek savaşı kazandı. Bu
askeri tarih açısından çok net bir ders: “Baskın
basanındır.” İran eğer bu dersin gereğini yerine
getirirse, belki İsrail’i sahada durdurabilir. Fakat şu anda
İsrail’in vurmasına izin veriyor, sonra füzelerini gönderiyor.
Stratejik bir eksiklik mi, yoksa istihbarat zafiyeti mi?
Savaş; istihbarat masalarında, bilgisayar ekranlarında, ajanlar
arasında da sürüyor. Bu çatışmalar, İsrail istihbaratının İran’ın
kalbine sızdığını gösterdi. Devrim Muhafızları komutanlarının
yerleri nokta atışıyla tespit edildi, İran Genelkurmay Başkanı
hedef alındı.
Bunlar tesadüf değil.
İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın şu itirafı bu durumu
özetliyor:
“İsrail’e karşı koymak için kurduğumuz birimin başındaki
kişinin Mossad ajanı olduğu ortaya çıktı.”
Ancak bu sadece İran’a özgü değil. İsrail, Türkiye’ye de sızmaya
çalıştı. MOSSAD ajanları, Türk topraklarında faaliyet gösterirken
MİT’in başarılı operasyonlarıyla yakalandı, yargıya teslim edildi.
Türk istihbaratının bu başarısı, yalnızca casuslukla mücadele
değil; aynı zamanda ulusal güvenliğin geleceğini koruma
meselesidir.