CHP’de “Başkanlık” tabelası

Tülin Türkoğlu tulindindar@hotmail.com

Sisteme Karşı Çıka Çıka… Sistemin Ta Kendisi Oldular!

CHP’nin kurultay salonuna bu kez ne heyecan var ne de o eski kıran kırana mücadele…
Çünkü ortada bir yarış yok.
Özgür Özel rakipsiz.
Kimse de “Acaba kim kazanır?” diye sormuyor.

Ama perde arkasında başka bir kavga var.
Kılıçdaroğlu ekibi diyor ki:
“İmamoğlu ve etrafındaki yolsuzluk sızıntıları CHP’yi çürütüyor. Bu isimler listede olmamalı.”

Üstelik bu söz öyle kulis fısıltısı değil.
Milletvekilleri açık açık anlatıyor:
“Seçim bölgemize gidiyoruz, seçmen karşımıza dikiliyor.
Genel başkan yardımcılarınız rüşvet iddiasıyla anılıyor, ne diyeceğiz?”

E haklılar…
Türkiye’de siyasetçi en çok neyin altında kalır?
İddianamenin.
Hele ki içinde rüşvet, para sayma, sahte fatura varsa…

Peki Özgür Özel bunları ciddiye alır mı?
Hiç sanmıyorum.
Çünkü Özel ve İmamoğlu ekibi bu itirazları sinek vızıltısı kategorisine çoktan almış bile.
Kulaklarında “hassasiyet” değil, “rahatsız etmeyin” filtresi takılı.

Ama asıl mevzu bu değil.
Asıl mesele, CHP’nin kendi tüzüğüne yerleştirmeye hazırlandığı yeni model:

CHP’nin Tüzüğüne ‘Başkanlık Ofisi’ Geliyor!

Yanlış okumadınız.
Başkanlık sistemine karşı çıkmış, her kürsüde “Parlamenter sisteme döneceğiz” diye konuşmuş CHP…
Şimdi tüzüğüne “Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi” koyuyor.

Adı her ne kadar süslü bir bürokratik terim gibi sunulsa da özü şu:
CHP kendini Başkanlık sistemine göre yapılandırıyor.

Hani Ahmet Kaya’nın meşhur sözü vardı:
“Bu ne yaman çelişki anne…”
Tam olarak öyle.

Bir zamanlar “Tek adam rejimi” diye eleştirdikleri yapıyı…
Şimdi kendi partilerinin içine monte ediyorlar.

Hem de kurultay kararıyla.

Sayın Erdoğan’ın siyasi zekâsını yıllardır överlerdi de…
İtiraf edelim, bu en büyük zaferi olabilir:
Başkanlık sistemine karşı olan CHP’yi…
Başkanlık sistemini tüzüğüne sokan parti haline getirdi.

Peki bu yapıyı kim yönetecek?

Buradan sonrası daha da ilginç.

“Başkanlık Ofisi”nin içinde görev yapacak kişiler aynı zamanda Parti Meclisi üyesi olacak.
Yani PM’de oy kullanacak, listeleri belirleyecek, üstüne bir de partinin “gölge bakanları” olacaklar.

Bu ne demek biliyor musunuz?

CHP’de Çift Başlılık Artık Resmileşiyor.

Zaten fiilen vardı.
Özgür Özel’in her perşembe Silivri yolunu aşındırmasının bir sebebi vardı.

Talimatlar nereden geliyordu?
Silivri’den.

Şimdi ne olacak?
Bu “örtülü vesayet” resmileşecek.
Tüzüğe girecek.
Etiketsiz olan etiketlenecek.

CHP artık şöyle olacak:

Silivri’deki genel başkan: Ekrem İmamoğlu

Parti binasındaki genel başkan: Özgür Özel

Bir partide iki lider…
İki ayrı merkez…
İki ayrı güç hattı…

Kısacası CHP’de çift başlılık artık anayasal güvenceye (!) kavuşacak.

Özgür Özel Neden Bu Kadar Telaşlı?

Çünkü PM önemli.
Seçime gidildiğinde vekil listelerini PM onaylayacak.

Özel, PM’nin çoğunluğunu almak istiyor.
İmamoğlu ise ofis üzerinden güç devşirip yapıyı kontrol etmek istiyor.

Bir nevi “yumuşak güç – sert güç” savaşı.

Kazanan kim olur?
O ayrı tartışma.

Ama kaybedenin kim olduğu belli:
CHP kurumsallığı.

Gelelim Kılıçdaroğlu’na…

Onun yaşadıkları ise başlı başına dramatik bir hikâye.

13 yıl genel başkanlık…

Sayısız seçim ve referandum…

Cumhurbaşkanı adayları belirleme gücü…

İmamoğlu’nun keşfi…

Mansur Yavaş’ın parlatılması…

Özgür Özel gibi isimlerin elinden tutması…

Sonunda kendi adaylığı…

Ve bugün geldiğimiz nokta:
Özgür Özel’in, Kılıçdaroğlu’na laf yetiştirmek zorunda kalması.

Bu tabloyu kim yazsa “abartıyorsun” derlerdi.
Ama hayat, siyasette en tuhaf senaryoları yazmakta üstüne yok.

Kılıçdaroğlu’nun ruh hâli tahmin edilebilir:

“Bu partiyi alavere dalavereyle elimden aldılar.
Şimdi ben de onların gökyüzünü dar edeyim.”

Özgür Özel’in ruh hâli de belli:

“Bütün mağlubiyetlerin sorumlusu sensin.
Şimdi bir de bize hendek kazıyorsun.”

Bu tabloya bakınca insanın aklına tek bir cümle geliyor:

CHP’de kavga bitmez.
Ama bu kez kavga sadece koltuk kavgası değil…
Sistem kavgası.
Güç kavgası.
Vesayet kavgası.

TALAA'L BEDRU ALEYNÂ… VE O “NASİPSİZLİK” MESELESİ

Hz. Muhammed, Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde Medine halkı onu tarihin en zarif karşılamalarından biriyle selamladı:
“Talaal Bedru Aleyna…”

Ay gibi doğan bir peygamber…
Veda Tepesi…
Bir kavmin şükrü…
Bir ümmetin heyecanı…

Bu ilahinin tek bir muhatabı vardır.
Tek.
Biri.
Başka kimse değil.
Ne papa ne kral ne başkan ne imparator.

O muhatap Hz. Muhammed’dir.

Durum bu kadar açıkken…
Papa’nın Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne gelmesinden önce Antakya Medeniyetler Korosu bu ilahiyi söyledi diye bir grup “rahatsızlık kolik” kişi yine harekete geçti.

Diyorlar ki:
“Efendim, bu ilahi Papa’ya yönelik sanılabilir.” Sanki 1400 yıllık bir ilahinin muhatabını şaşıracağız…
Sanki “Ay doğdu üzerimize” dendiğinde aklımıza Papa düşecek…

Benim aklımdan tek bir şey geçti. O da:
“Ne güzel… Peygamberimizle ilgili bir ilahi söyleniyor. Üstelik Vatikan’dan gelenler de bunu dinliyor.”

Hepsi bu kadar.

Çünkü “Talaal Bedru Aleyna”, bir duruşun, bir sevginin, bir bağlılığın ifadesidir.
Kime ait olduğu bellidir.
Kime ait olmadığı daha da bellidir.

Bu ilahiyi duyar duymaz Papa’yı hatırlayanlara ne diyelim?

Diyanetle, ilahiyle, dinî sembollerle kavgası bitmeyen tipler bir yana…
Bu defa mesele bambaşka:

“Kutsala karşı vukufsuzluk” değil sadece…
“Kutsalın coşkusuna karşı nasipsizlik.”

Bazıları bu ilahiyi duyunca Hz. Muhammed’i (sav) değilde…
Papa’yı düşünüyor.
Bu durum, sîretin eksikliğindendir.

Kısacası “Talaal Bedru Aleyna”yı Papa’ya bağlamak…
İlahinin ruhundan değil, o yorumun sahibinin ruh hâlinden kaynaklanır.

Nasipsiz işte.