Şu memleketi anlamak gerçekten zor değil.
Biraz bakınca her şey ortada…
Yıllar geçiyor, teknoloji değişiyor, hayat akıyor…
Ama bazı şeyler var ki, beton dökülmüş gibi olduğu yerde
duruyor:
Kadına yönelik şiddet.
Eskiden “bir tokat, bir tekme” diye bir kabalık hali vardı.
Yanlıştı, suçtu, terbiyesizlikti ama ne olduğunu bilirdik.
Şimdi?
Şiddetin yeni versiyonları var:
Cepte titreşimle gelen tehditler, “görüldü”ye basılmayan mesajlarla
kurulan baskılar,
Her an açılmaya hazır ifşa dosyaları…
Modern hayatın ‘şiddet paketleri.’
TÜİK’in rakamları diyor ki:
“En çok psikolojik şiddet yaşanıyor.”
Ben de diyorum ki:
Bu ülkede en kolay yapılan şey zaten psikolojik şiddet.
Bir bakışla, bir cümleyle, bir susuşla insanın içini lime lime
etmeyi biz iyi biliriz.
“Abartıyorsun” deriz…
“Kafanda büyütüyorsun” deriz…
“İyi kadın böyle konuşmaz” deriz…
O arada kadın kendi hayatında görünmez iplerle bağlanmış bir esire
dönüşür.
Bir de şu “öğrenilmiş çaresizlik” denen mesele…
Bazı erkeklerin yıllarca uğraşıp kadına öğrettiği bir ders
aslında:
“Sen gidersen kimse seni tutmaz.”
Bu bir psikolojik tuzak.
Kadın ne yaşarsa yaşasın, en sonunda dönüp kendini suçlu hissetsin
diye kurulmuş bir sistem.
Şiddetin en izsiz hali?
Psikolojik olan tabii.
Çünkü izi yok, kanı yok, MR çıkmaz, tomografide görünmez, raporu
yok…
Ama ruhu paramparça eder.
Ekonomik şiddet desen ayrı bir felaket:
“Ben bakıyorum sana” cümlesinin ardındaki çürümüş zihniyetle
mücadele ediyorsun.
Yetmedi mi?
Buyurun dijital şiddet!
Artık şiddetin internet hızı var.
Takip, tehdit, hakaret, deepfake…
Evin kapısını kilitleyince bitmeyen şiddet türü…
Ne yapacaksın?
Modemi kapatıp mı korunacaksın?
Gençler mi?
Orası ayrı bir macera.
Kırmızı bayrakların hepsi “aşkın göstergesi” zannediliyor.
Adam 40 kere arıyor: “Ne kadar tutkulu…”
Kıskançlık? “Beni sahipleniyor.”
Bu romantikleştirme işi sosyal medyada o kadar abartıldı ki,
Kontrol manyağı adamlar “efsane partner” ilan ediliyor.
Peki çözüm?
“Kampanya yapalım”, “Farkındalık artıralım”, “Eğitim
verelim”
diyee diyee yıllar geçti.
Ama hâlâ ders kitaplarında erkek patron, kadın sekreter; erkeğe
güç, kadına “iyi ol” rolü veriliyor.
Bir de iş hayatı meselesi var…
“Kadın çalışınca güçleniyor” diye seviniyoruz ama iş yerinde de
ayrı bir şiddet türleri şöleni var:
Mobbing, taciz, eşitsizlik…
Kadın evden çıkınca kurtuluyor mu?
Yok.
Sadece başka bir cephede daha savaşıyor.
Gelelim bu memleketin en görünmez duvarına:
“İyi kadın” duvarı.
Toplum şöyle bakıyor:
İyi kadın…
Bağırmaz.
İtiraz etmez.
Boşanmak istemez.
Kariyer yapmaz.
Erkekle tartışmaz.
Eşine laf ettirmez.
Dayak yese de “yuvam yıkılmasın” diye susar.
Ve sonra çıkıp soruyoruz:
“Bu kadınlar niye kurtulamıyor?”
Cevap: Çünkü biz onlara kurtulmayı ayıp diye öğrettik.
Benim tek bir temennim var:
Bu ülkede kadın konuşmaya başlarsa, Türkiye değişmeye
başlar.
Kadın susunca, memleket de susuyor.
Kadın susturulunca, memleket çürüyor.
Kadın görünmez olunca, memleket eksiliyor.
O yüzden…
Kadının sesi çıktığı gün,
Ülkenin kaderi değişim göstermeye başlar.