Yıl 2015… Diyarbakır’da Kurban eti dağıtırken linç edilen bir
çocuk vardı.
Yasin Börü.
Hatırlıyor musunuz?
Bir binaya sığınmıştı, yardım bekliyordu. O çocuğun kafasını
taşla ezdiler. Yetmedi, üzerinden araçla geçtiler.
Sırf "aidiyetinden" dolayı, sırf “bizden” olduğu için… O gün bu
topraklar ağladı. Ve bu millet o günü unutmadı. Terör, sadece dağda
vurmadı bu milleti. Şehirde, okulda, pazarda, karakolda...
Ceviz büyüklüğündeki ellerinde mayın patlayan çocuklarla vurdu.
Astsubay eşini pazarda sırtından vuran hainleri gördük.
Hamile kadının karnına kurşun sıkanları,
Beşiktaş’ta, Kayseri’de, Ankara Garı’nda canımızı parça parça
alanları yaşadık.
Ama yılmadık.
Çünkü bu devlet; 15 Temmuz'da FETÖ’yü,
Gabar’da PKK’yı,
İstanbul’un göbeğinde DHKP-C’yi ezdi geçti.
Sınır ötesinde; Pençe-Kilit’le, Zeytin Dalı’yla, Barış Pınar’ıyla
bir millete neler yapılmaz, gösterdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kızılcahamam’daki sözleri işte bu
yüzden tarihseldir:
“47 yıllık terör belası sona erme sürecine girmiştir.”
Bu, sadece bir cümle değil.
Bu, Yasin Börü’nün annesinin gözyaşına sürülen merhemdir.
Bu, hendek kazanlara karşı kazılan sabrın, vakarın, devlet
kudretinin ilanıdır.
Bakın artık ne oluyor?
Evlatlarımız dağa değil, düğüne gidiyor.
Köyler yeniden inşa ediliyor.
Kürtçe şarkılar ve mehter marşları aynı sahnede yankılanıyor.
Aynı siperde düşüp aynı camide dua ediyoruz.
Terör bitti mi? Hayır.
Ama boynu kırıldı.
O boynu bu milletin iradesi, bu devletin kararlılığı, bu liderliğin
cesareti kırdı. Beyaz Toroslar bugün hurdalıkta.
Artık analar, çocuklarını dağa göndermiyor.
Yarım asırlık terör çağı kapandı.
Birlik, beraberlik, güven ve kararlılık çağındayız artık. Ve bu
defa geri dönüş yok.
Bizi bu yoldan kimse çeviremez.
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan Kızılcahamam’da sadece bir konuşma
yapmadı.
Yıllardır bu millete acı yaşatan karanlığın fişini çekti.
"Terör bitecek. Göreceksiniz, hepsi işsiz kalacak." dediğinde, o
söz sadece bir tehdidin değil, bir devrin bittiğinin ilanıydı.
Ve şimdi Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki:
“Enerjimizi artık terörle mücadeleye değil kalkınmaya
vereceğiz.”
Yıllardır mermiye, operasyona, acıya harcanan kaynaklar…
Artık bu toprakların bereketine, gençlerin hayaline, kadınların
üretimine gidecek.
Ama o konuşmada öyle bir an vardı ki...
Salon sustu, ekran başındaki milyonlar sustu,
Ve bir çift göz, sessizce konuştu.
Sayın Emine Erdoğan Hanımefendi’nin gözyaşları…
O gözyaşları, siyasetin değil milletin vicdanının
tercümanıydı.
Yalnızca bir eş olarak değil, bu ülkenin anaları, bacıları, yetim
çocukları adına ağladı.
O gözyaşlarında şehit annelerinin sabrı vardı.
Tabut başında susan babaların içe attığı feryat vardı.
Ve elini fotoğrafa koyup, “bu muydu baba?” diye soran çocukların
sorusu vardı.
Çünkü bu ülke çok ağladı.
Bazen bir minibüs dolusu askerle,
Bazen evladının kanlı parkasıyla.
Bazen Ayşe’nin, Zeynep’in, Elif’in sessiz çığlığıyla…
Hanımefendinin gözyaşı bu yüzden ağırdı.
O gözyaşı; Ankara’nın beton zemininde değil, bu milletin kalbinde
aktı. Ve her damlası bir dua gibi yükseldi gökyüzüne.
“Artık bitsin” diye.
“Artık bu ülke sadece kalkınmayı konuşsun” diye.
“Bir daha hiçbir çocuk babasını şehit resminden tanımasın”
diye.
Ve şimdi artık yeni bir dönem başladı.
Silahlar sustu, devletin sesi yükseldi.
Ve bu millet, devletiyle omuz omuza yürümeye devam edecek. Çünkü
biz:
Yasin’in duasını, Aybüke’nin türküsünü, Eren’in cesaretini
unutmayanlarız.
Çünkü biz:
Devleti diz çökmediği için, milletçe başımızı dik tutanlarız.