Güneş birkaç günlüğüne de
olsa göz kırptı ya işveli, evrendeki yarım toplarını bulan aşıklar
taşındılar sokaklara... Kendi ‘güneş’lerine adaklar adayanlarsa bir
telaş içindeydi ki sormayın gitsin...
Havadaki aşk kokusu
sohbetleri de üzerini kaplayınca elimi atıverdim Cogito’nun 1995
basımı, “Aşk” sayısına… Önce 19.yy’ da yaşamış
Danimarkalı düşünür Sören Kierkegaard’ın, nişanlısı Reigine’ye yazdığı mektuplardan birini
okudum:
“ Regine’m
Şu anda seni düşünüyorum
ve eğer bazan sana, gizleniyormuşum gibi geliyorsa, bu, seni az
seviyor olmamdan değil de artık bazı anlarda yalnız kalmam
gerektiğinden böyle. Ama sen, hiç de bu yüzden düşüncelerimin
dışında kalmış, unutulmuş değilsin; tam tersine senin o capcanlı
varlığınla doluyum ben. Senin o sadık yüreğini ne zaman düşünsem
yeniden neşeleniyorum, sen çevremde
gezinip duruyorsun, geri kalan her şey de silinip gidiyor ufkumdan,
sonsuza doğru uzanan ve artık bir tek sınırı olan ufkumdan. İşte o
zaman ben sana kavuşuyorum ve dalgalanmakta olan düşüncem huzuru
sen de buluyor. Senin S.K.’ın”
Sonra da Napoleon
Bonaparte’ın Josephine’e yazdığı bir mektubu…
“Seni sevmeden bir tek gün
bile geçirmedim, bir tek gecem bile geçmedi seni kollarımla
sarmadan; yaşamımın ruhundan beni uzak tutan zafer ve tutkuya lanet
etmeden bir tek fincan çay bile içmedim. İşlerin arasında,
orduların başında, savaş alanlarını aşarken benim tapılası
Josephine’im hep kalbimde tek başına duruyor, zihnimi meşgul
ediyor, düşüncemi alıp götürüyor. Senden, Rhone’un sel suları kadar
hızla ayrılmamın nedeni seni daha çabuk yeniden görmektir.(…)
BONOPARTE - Nice, 30 Mart 1794”
Birinde sanki aşkın
hezeyanlı tabakası süpürülmüş de, bu tabakanın altındaki sakin,
ölçülü, dengeli bir sevgiye ulaşılmışlığın hissiyatı hakim…
Diğerinde ise tutkulu bir aşkın hırçınlık süslü yansımaları. Tabii
her aşkın dinamiği öylesine farklı ki birbirinden… Ve bir o kadar
sahibine münhasır…
İnsan sırtını
verebilmelidir bazen kahramanlık öykülerine, bir şiire, ya da
böylesi içten iki mektuba… Güç verir çünkü, cesaretlendirir. Tarihleri, duyguların
zamansızlığını hissettirir.
Bazen de acımaya devam
eden yaralara iyi gelir!
Evet, artık sonlarına
yaklaşsak da hala kış aylarında olduğumuzu hatırladık bu gün. Güneş
tekrar yuvasına döndü, aşıklar ve aşık olmayı bekleyenler de
kabuklarına çekildi.
Olsun, güneş aşkı
hatırlattı.
Aşkın bir adım sonrasını
düşünmeden, sadece bir bakışın,
sarhoş edebilmeye muktedir bir gülüşün, belki derin bir
suskunluğun, bir kahve içimlik sohbetin peşinden gidenleri
sevdiğini..
‘Bir gün giderse elimi
kolumu nereye koyarım’ telaşına düşüp yaslanılan ‘kalkan’lardan hiç
mi hiç hoşlanmadığını…
Kahramanı kim olursa
olsun, ister öncü bir düşünür, ister savaş meydanlarının en güçlü
kumandanı da, ya da bakkal Mehmet
Efendi… Aşkın her zaman insan coğrafyasındaki tek iktidar
olduğunu.
Havada aşk kokusu
vardı…