Bir çocuk gitti…
Adı Matia Ahmet.
Henüz hayatın baharındaydı.
Bir pazar yerinde, kalabalığın içinde, canilerin vahşetiyle toprağa
düştü.
Ardında bir anne kaldı… Yasemin Minguzzi.
Her nefesi acı, her uykusu yarım.
Evladının kokusunu yastığa sinmiş hatıralarda arayan, gözyaşı hiç
kurumayan bir anne.
23 Ağustos’ta, saat 19.00’da Bakırköy Meydanı’nda olacak
Yasemin anne.
Elinde pankart yok, slogan yok.
Sadece bir çığlık var: “Oğlum Matia Ahmet için adalet
istiyorum!”
Bir çocuk öldürüldüğünde aslında bütün çocukluklar
öldürülür.
Bir anne evladını kaybettiğinde, bütün annelerin yüreği yanar.
Bugün Matia Ahmet, yarın hangi çocuğumuz?
Soruyorum size:
Bir annenin yüreğini parçalayan bu zulmün hesabı nasıl
verilmez?
Bir annenin gözyaşı yere düşerken, hepimizin omzunda yük yok
mu?
Bakırköy Meydanı o gün sadece bir meydan olmayacak.
Bir annenin feryadı, bir toplumun vicdan muhasebesi olacak.
Ve biz unutmamalıyız:
Matia Ahmet unutulmayacak.
Çünkü bu sadece Yasemin’in değil, hepimizin acısıdır.
“İşgalin Adı: Sessizlik”
Dünya, Filistin’de yıllardır süren işgalin canlı yayınını
izliyor.
Evet, yanlış duymadınız: Canlı yayın.
Bombalar gökyüzünü yırtıyor, çocukların çığlıkları ekranlardan
taşıyor, anneler yavrularının cansız bedenine sarılıyor…
Ve biz? Biz sadece bakıyoruz.
İsrail’in işgal politikası artık yalnızca bir coğrafyayı değil,
tüm insanlığın vicdanını işgal etmiş durumda. Toprağı çalıyor, suyu
gasp ediyor, hayatı söndürüyor.
Refah’ta çadırda uyuyan çocuğu yakıyor, “güvenlik” diyor.
Anne-babanın kucağındaki bebeği öldürüyor, “savunma hakkı”
diyor.
Dünyanın gözüne baka baka soykırım yapıyor.
Ama en büyük başarıları şu: Sessizliği
örgütlemek.
Dünya devletlerinin utanç verici suskunluğu olmasa, bu işgal bu
kadar cüretkâr olabilir miydi?
Birleşmiş Milletler kınama metinleriyle avunuyor. Avrupa, insan
haklarını ders kitaplarına gömmüş, çıkarına dokunmadığı sürece
gözlerini kapatıyor. Amerika ise elinde mühimmat listesiyle
İsrail’in gölgesinde sırıtıyor.
Peki ya İslam ülkeleri?
Kudüs diye slogan atıp, Gazze diye nutuk çekip, sonra oturdukları
koltuklarda viski yudumlayan liderler… Onların varlığı mı yokluğu
mu daha ağır bir utanç, karar vermek zor.
İsrail’in politikası basit: “Adım adım yut, sonra dünya
buna alışsın.”
Filistin toprakları küçük lokmalar halinde çalındı, çalınıyor. Her
lokmanın ardından “Bitti” dediler. Ama işgal hiçbir zaman bitmedi.
Çünkü işgal bir strateji değil, bir kimlik haline geldi İsrail
için.
Soruyorum size:
Bir halkın çocuklarını diri diri yakan bir devlet, “savunma
hakkından” mı söz eder?
Bir annenin kucağından bebeğini alıp bombalarla paramparça eden bir
ordu, “güvenlik” mi sağlar?
Bu mudur medeniyet? Bu mudur demokrasi?
Bütün bu vahşet karşısında en büyük suç yalnızca İsrail’in
değil.
Asıl suç, susan dünyanın.
Çünkü kurdun kuzuyu boğazladığı yerde tarafsız kalmak, kurdun
yanında olmaktır.
Günün sonunda Filistin yalnız bırakılıyor.
Ama unutmayın: Her çocuğun ahı, her annenin gözyaşı, tarihin
hafızasında saklanıyor.
Ve gün gelecek, bu işgalin adı sadece “soykırım”
olarak değil, “insanlığın en büyük ihaneti” olarak
anılacak.