AK Parti artık tam anlamıyla bir lider partisi.
O liderin kim olduğunu hepimiz biliyoruz: Recep Tayyip
Erdoğan.
Cesaretiyle, kararlılığıyla, siyasi iradesiyle yıllardır Türkiye
siyasetinin rotasını çizen bir isim. Onun davası belli. Onun
mücadelesi net. O, dün ne diyorsa bugün de aynı çizgide yürüyen bir
lider.
Ama bir sorun var.
Ve bu sorun, Erdoğan’ın çevresinde
kümelenenler.
Dava mı, çıkar mı?
AK Parti denilince akla bir zamanlar samimiyet gelirdi.
2002’nin o ilk günlerinde, farklı dünya görüşlerinden ama
aynı inançla, aynı hedefle yola çıkmış bir ekip
vardı.
Kimi muhafazakâr, kimi liberal, kimi milliyetçi… Ama hepsi
“bu ülke daha iyisini hak ediyor” diyordu.
Bugün o ruhun yerinde rant peşinde koşan bir koro
var.
Kapalı kapılar ardında değil, İstanbul’un, Ankara’nın şatafatlı
salonlarında, kafelerinde “Ben AK Partiliyim” diye
bağıranlar var.
Ama o bağırtının içinde dava yok, inanç yok, samimiyet yok.
Sadece nüfuz ticareti var, rantçılar var.
İhale var, koltuk var, makam var. Samimiyet yok. FETÖ
artıkları ve maskeliler var. İşin en tehlikeli kısmı FETÖ
artıkları…Onlar siyah ya da beyaz değiller, giriler.
Bir zamanlar Erdoğan’ın düşmanlarıyla kol kola yürüyen, şimdi ise
yeni maskelerle “bizdeniz” diye ortalıkta
dolaşanlar.
AK Parti’nin damarlarına sinsice girip, o eski samimi kadroları
dışlayanlar.
Kısacası, “siyasi kılık değiştirenler.”
Peki ama AK Parti ne yapmalı?
AK Parti’nin yeniden yükselişi bir “strateji” meselesi değil,
bir ruh meselesidir.
O eski samimiyet, o ilk günlerin saf inancı yeniden
bulunmadıkça, hiçbir seçim başarısı kalıcı olmaz.
Çünkü millet her şeyin farkında.
Kimin inandığını, kimin rol yaptığını çok iyi görüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın etrafındaki çember daralıyor.
Ve o çemberin içinde kalanların çoğu artık Erdoğan’ın
davasını değil, kendi çıkarını savunuyor.
AK Parti, yeniden “dava partisi” olmak zorunda.
Bunun için de önce kendi içindeki maskeleri düşürmeli.
Gerçek inananlarla yol yürümelidir.
Yoksa bugünün alkışları yarının sessizliğine dönüşür.
Ve işte o zaman ne lider kalır ne dava…