BIST 10.270
DOLAR 32,36
EURO 34,79
ALTIN 2.393,32
HABER /  GÜNCEL

Akif Beki'den hakim ve savcılar için şok yazı

Akif Beki özel yetkili mahkemeleri sorguladığı yazısında çarpıcı eleştiriler yaptı: Yarın hesaplaşmamız gereken yeni travmalara göz mü yumalım?

Abone ol

GAZETECİLER.COM - Radikal yazarı Akif Beki son yıllara samgasını özel yetkili mahkemeleri topa tuttuğunda yazısında çarpıcı eleştiriler getirdi.

Beki, İstiklal mahkemelerinden sıkıyönetim mahkemelerine oradan DGM'lere varan tarihi sürecin ürettiği travmalar ortada dururken bugün de özel yetkili mahkemelerin bezner travmaları yarattığını söyledi.

ZULMÜ NİYE ALKIŞLADINIZ

Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu, Ahmet Şık, Nedim Şener gibi tutuklamaların, Genelkurmay Başkanı ve MİT müsteşarının 'Terör örgütü kurup yönetmekle' itham edilmesinin, Hrant Dink davasında ise örgüt bulamamanın birer özel yetkili mahkeme icadı olduğunu kaydeden Beki sözünü esirgemiyor:

"Bugünün tarihi yazılırken kara kaplı arşivlerimiz de açılacak. Siyasi cinayetin örgütlü suça sokulamadığı yerde kitap yazanlar suç örgütüne karışmaktan içerideydi, Hadi ödlekçe sustunuz, hadi korkudan sesiniz çıkmadı, fakat zulmü ne diye alkışladınız" denilmeyecek mi?

YENİ MAĞDURİYETLER EKLENİYOR

Akif Beki "Bugünün zaferleri, yarının travmaları" başlıklı yazısında şöyle devam ediyor:

.... 80 yıl önce açılmış yaraları sarmaya uğraşıyoruz hâlâ. Eskileriyle baş edemezken, travmalara yeni travmalar, mağduriyetlere yeni mağduriyetler eklemek hangi akla hizmettir?
Özel yetkili yargı kurumu, tartışmalı birçok karara imza attı. Görev kusuru, yetki aşımı, görevi kötüye kullanma ve benzeri suçlara konu olabilecek pek çok eylem, örgüt suçu kapsamına sokuldu, Eski bir genelkurmay başkanı, terör örgütü kurup yönetmekten tutuklu.

Örgütlü suçun sınırları muğlak, nerede başlayıp nerede bittiği savcıların insafına terk edilmiş.
Cüppeli Ahmet bile fuhuş yahut ahlaki düşkünlükten yatıyor değil. Örgütlü kadın ticareti yapmakla, fuhuş organizasyonu kurup yönetmekle suçlanıyor.

En son MİT de terör örgütü kurup yönetme ithamına maruz kaldı, Ahmet Şık la Nedim Şener karalama kitabı yazmaktan yargılanmıyor. Üzerlerine atılı suçlama, doğrudan çete üyeliği.

HRANT DİNK OLAYINDA İŞ DEĞİŞİYOR

Çete suçlamaları çığırından çıkmışken, sıra Hrant Dink cinayetine gelince iş değişiyor ama. Tetikçinin arkasında bir örgütün varlığına dair kanıt bulunamıyor. Diğer davalardaki aşırılıklardan kaçınılıyor burada. Hukuk zorlanmıyor, kanunlar aleyhte yorumlanmıyor, Fikir yürütme, yorumla sonuç çıkarma, akli delil geliştirme gibi mantık yöntemleri Dink davasında geçersiz. Mahkeme sağlam kanıt istiyor. O da dosyada yok. "Mantıksal yorumla terör örgütü suçundan mahkûmiyet kurulması ceza hukukunda mümkün değildir" diyor gerekçeli karar.
Hâkimler "Örgüt olmaması akla uzak ama somut delil sunulamadı. Şüphe, sanık lehine yorumlanır, biz ne yapalım" kaziyesine göre hüküm veriyor.

BU BENİM SINAV SORUM

KCK soruşturmasında tutuklanan yazar, çizer ve aydınların lehine yorumlanmamıştı fakat o şüphe. Özel yetkililere tanınmış geniş takdir hakkına örgütlü suç tanımındaki belirsizliklerin de eklenmesi, sayısız keyfi sonuç doğurdu böyle, Türkiye çetelerden arındırılırken, bağırsaklar temizlenirken yapılan yanlışlar, yeni mağduriyetlere kapı açtı.
Bugün bir 'özel hukuk' geçmişi inşa ediliyor. Gayesi ulvi, amacı yüksek diye, yarın hesaplaşmamız gereken yeni travmalara göz mü yumalım?  İşte bu benim sınav sorum. Peki siz, kendi sorunuza cevap hazırlayabildiniz mi bu arada?


CEMAATE DOKUNAN YANAR KORKUSU AŞILDI!
ÇOK TARTIŞILACAK BİR YORUM... DİĞER SAYFADA...[PAGE]

DOKUNAN YANAR KORKUSU AŞILDI


GAZETECİLER.COM - Habertürk yazarı Amberin Zaman günün en çarpıcı Cemaat kritiklerinden birine imza attı. MİT depremiyle başlayan sürecin sonuçlarını yorumlayan Amberin Zaman "Gülen Cemaati'ne karşı oluşan korku duvarı aşıldı" dedi.

'Dokunan yanar' sloganında karşılığını bulan bir 'cemaat korkusu'nun zamanla oluştuğunu kaydeden Habertürk yazarı, MİT krizi sonrasında hükümetin ve medyasının harekete geçmesiyle bu korkunun büyük ölçüde aşıldığını savundu.

İnsanların, geçmişte yaptıkları hataların kendilerine karşı kullanılacağını düşünmesi ya da özel hayatlarının baskı altına alınacağı endişesiyle Cemaat'e dokunmamaya özen gösterdiğini belirten Zaman, bu sürecin artık bittiğini insanların çok daha rahat bir şekilde cemaat eleştirisi yapabilir hale geldiğini yazdı.

Cemaat'i eleştirmenin meşruiyet kazandığını tespit eden Habertürk yazarı Medyada eriyen korku duvarı" başlıklı yazısında şöyle dedi:

MİT krizi ilk patlak verdiğinde birçokları Gülen hareketinin adını açıkça kullanmadan olup biteni anlamlandırmaya çalıştı. AK Parti ile cemaat arasındaki krizi steril bir dille "iddia" şeklinde sundu. Ahmet Şık, Nedim Şener'in durumları ortadayken ihtiyatlı olmakta fayda vardı.

PSİKOLOJİK BARİYER AŞILDI

Başbakan Erdoğan karşı taarruza geçip MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı korumaya alan kanunu Meclis'ten şıp diye geçirince psikolojik bariyer aşıldı. Uzun zamandır "Cemaat hakkında eleştirisel yazılar yazarsam başım derde girer. 28 Şubat veya özel hayatım üzerinden vururlar" endişesiyle yaşayanlar birden rahatladılar. Çünkü daha az korktukları Erdoğan, daha çok korktukları cemaate ilk kez alenen meydan okuyordu.
Fidan'ı sorgulamaya çağıran savcı görevden alınmış, cemaatten oldukları "iddia" edilen birçok İstanbul Emniyet görevlisi tasfiye edilmişti.

ÜRKÜNTÜ SALAN İTTİFAK

Yekvücut oldukları nispette ürküntü salan AK Parti-cemaat ittifakı artık resmen çatlamıştı.  "Daha az korktukları Erdoğan" diyorum; çünkü 1- Eleştiri dozunuzu ve kullandığınız dili ayarladıkça iktidarla fazla problem yaşamazsınız. Beceremeyince de en kötü ihtimalle işinizden kovulursunuz. Başbakan'ı kızdırdı diye içeride yatan gazeteci sanırım yok.

2- Er ya da geç Erdoğan gidecek, başkası gelecek. Oysa cemaatin düşman bellediklerinin her an bir yerinden tutturulup "terör örgütü üyeliğiyle" yargılanmaları ve cezaevini boylamaları işten değil. Ayrıca cemaatin adamları seçimle gelmediği için iktidar kimdeyse ancak onların eliyle tasfiye edilebilirler.

DOKUNAN YANAR KORKUSU AŞILDI

Yayılan "Dokunursak yanarız" korkusu, bazı Gülencilerin mutlaka işine geliyordu.
Hareket bu sayede büyük ölçüde her türlü olumsuz tartışmadan muaf tutuluyordu.
Artık dengeler değişti. Korku duvarı aşıldı. Herkes ufak ufak harekete dair yazıp çizmeye başladı. Bakarsınız gün gelir Başbakan da eleştirilere daha fazla tahammül göstermek mecburiyetinde kalır. Tabii bunu kendi eliyle hepimize vaat ettiği yeni demokratik Anayasa'yla sağlarsa Recep Tayyip Erdoğan başımızın tacı olur.


ERTUĞRUL ÖZKÖK MANYAK MI İŞBİRLİKÇİ Mİ?
DİĞER SAYFADA...[PAGE]
ERTUĞRUL ÖZKÖK MANYAK MI İŞBİRLİKÇİ Mİ?

GAZETECİLER.COM
Ertuğrul Özkök ile Emin Çölaşan arasındaki 'darbecilik' polemiğine bir katkı da Salih Tuna'dan geldi. Yeni Şafak yazarı Özkök'ü adeta yerin dibine soktuğu yazısında Hürriyet yazarına "manyak mısın, işbirlikçi mi?" diye sordu.

Tuna, Özkök'ün Çevik Bir'i demokrat gösterme çabası içinde olduğunu söylerken çarpıcı bir soru yöneltti: "Madem "28 Şubat'ın en kudretli paşası" darbe sözünü telaffuz etti diye Çölaşan'ı terslemiş, neden bunu "Gerekirse silah kullanırız " şeklinde Hürriyet'in manşetine çektin?"

Özkök'ün iddiasını "
Paşa dedi ki: Benden darbe isteme ağzını yırtarım!" diyerek tiye alan Tuna "şimdiki görevin ne?" diyerek son sorusunu soruyor.

İşte Salih Tuna'nın yazısındaki ilgili bölüm:

En tuhafı da şu: Adamın görevi nedir bilmeyiz ama hiç ihmal etmez.

Neyi ihmal etmez?

Görevini.

Görevi ne?

Bilmiyoruz.

Mesela, Birand'ın "28 Şubat" belgeselinde döktüren Ertuğrul Beyciğim bunlardan biri.

Çevik Bir'i ziyarete gittiklerinde, Çölaşan'ın Org. Bir'e, "Siz onu bırakın darbe yapacak mısınız? Yapmayacak mısınız?.." dediğini anlattı.

Ertuğrul Beyciğimin demesine bakacak olursak Çevik Paşa, "Ne diyorsunuz Emin Bey siz!" cevabını vermiş.

"Senin darbe diyen ağzını caaart diye yırtarım" demesine ramak kalmış yani. "O gün, Emin'in sorusu" başlıklı yazısında (2 Ekim 1999, Hürriyet) Çevik Bir'in "Biz söyleyeceğimizi söyledik" diye racon kestiğini nakletmişti ama hadi biz en son söylediğini esas alalım.

İnsana sormazlar mı: Madem "28 Şubat'ın en kudretli paşası" darbe sözünü telaffuz etti diye Çölaşan'ı terslemiş, neden bunu "Gerekirse silah kullanırız " şeklinde Hürriyet'in manşetine çektin?

Manyak mısın, işbirlikçi mi? Çevik Bir'i demokrat göstermekle neyden yırtacağını sanıyorsun? Dün olduğu gibi bugün de bir görevi ihmal etmiyorsun, da, şimdiki görevin ne?

AKŞAM'DAN MİLLİYET'E NURAY MERT TEPKİSİ GELDİ...
İŞTE KONUŞULAN YAZI... DİĞER SAYFADA...
[PAGE]
AKŞAM'DAN NURAY MERT TEPKİSİ

GAZETECİLER.COM - Milliyet'ten gönderilen Nuray Mert'e Akşam yazarı Serdar Akinan'dan destek geldi. Akinan, Milliyet yönetimini eleştirdiği yazısında Haluk Şahin'den alıntı yaparak "Eski ahşap konakta bir yangın alarmı daha söküldü:  Nuray Mert!" dedi.

Akinan gazeteciliğe Milliyet çatısı altında başladığını ve mesleği orada öğrendiğini söylerken gazetenin şimdilerde düştüğü durumu eleştirdi. Nuray Mert'in gönderilmesinin utanç verici olduğunu kaydeden Akinan, "Derin bir hüzün duyuyorum. Mesleğimden öksüz, ülkemden yetimim" dedi.

İşte Serdar Akinan'ın "Nuray Mert için" başlıklı yazısındaki ilgili bölüm:

"Bugün gazetenin ruhunun nasıl zedelendiğini tek başına Nuray Mert hadisesinde görmek maalesef mümkün. Editoryal kadronun ortak aklı ve vicdanı bu olaya nasıl tepki veriyor çok merak ediyorum. Hasan Cemal'in yazısı varsa bir mahcubiyeti örtmeye yeter mi? Sanmıyorum... O yazı Hasan Abi'nin vicdanıdır. Milliyet'in değil.

Benim içine doğmaktan ve büyümekten onur duyduğum, arşiv koleksiyonlarındaki sararmış nüshalarında sayısız haber ve fotoğrafımın olmasından gurur duyduğum Milliyet şimdi nerede? Sanırım çok uzaklarda...

UTANÇ VERİCİ!

Mesleğimiz adına umudumu büyük ölçüde yitirdim. Medya sermayesinin hali, sektördeki yeni oyuncuların kafa yapısı, gazetecilerin kahredici tavırsızlığı, örgütsüzlüğü ve toplumun genel itibarıyla duyarsızlığı ortada... Haluk Şahin'in twitter'da yazdığı gibi, 'Eski ahşap konakta bir yangın alarmı daha söküldü:  Nuray Mert!' Sesi tek tek kısılan bu isimler, bu eski ahşap konağın birer yangın alarmıydı... Nuray, 28 Şubat'ta doğruları söylerken de sesi birilerinin kulağını tırmalıyordu. Ne kadar haklı olduğunu ve o günlerin ülkeyi nereye savunduğunu iyi analiz etmek gerek. Şimdi ne hazindir ki Nuray Mert'in sesini, seslerine ses oldukları kıstı. Utanç verici!
Derin bir hüzün duyuyorum.
Mesleğimden öksüz, ülkemden yetimim.

FEHMİ KORU, EMİN ÇÖLAŞAN - ERTUĞRUL ÖZKÖK KAVGASINI
YORUMLADI...
[PAGE]
FEHMİ KORU ÇÖLAŞAN - ÖZKÖK KAVGASINI YAZDI

GAZETECİLER.COM - Star yazarı Fehmi Koru, Ertuğrul Özkök ile Emin Çölaşan arasında patlayan 28 Şubat polemiğine dahil oldu. Koru, Özkök'ün 29 Şubat Belgeseli'nde anlattığı anektod üzerine bağşlayan kavgayı yorumlarken ayrıntılarda gizlenen bir noktaya dikkat çekiyor.

Özkök, Emin Çölaşan ile birlikte Çevik Bir ile yaptıkları görüşmede, Çölaşan'ın darbe yapacak mısınız? diye sorduğunu aktarırken kendi sorularında 'darbe' kelimesinin geçmediğini savunmuştu. Fehmi Koru ise Özkök'ün kurnazlık yaparak aynı soruyu farlı bir ifadeyle Çevik Bir'e sormuş olduğunu belirtelek Hürriyet yazarını eleştirdi.

Koru, Özkök'ün Çevik Bir'e "28 Şubat kararlarına direniş olursa, gerektiğinde silâh kullanır mısınız?” diye sorduğunu ve "gerekirse silah kullanırız" manşetinin bu soruya verilen cevapla çıktığını hatırlaıyor.

Koru, "silah kullanmak" ile "darbe" arasında nasıl bir fark olduğunu sorguladığı yazısında şöyle diyor:

Tıpkı bugünlerde ‘28 Şubat belgeseli’nde anlatılmış bir anekdot üzerine kopan tartışmadan da şaşırmadığım gibi...

Manşetleriyle 28 Şubat darbesinin ‘post-modern’ tarzda olmasını sağlamış olan gazetenin yayın yönetmeniyle de konuşulmuş belgeselde... Onun anlattığı olay da Aslanlı Kapı’nın arkasında geçiyor... Karşılarında Büyükanıt yok, Çevik Bir var... Org. Bir Genelkurmay 2. Başkanı o sıralar... Gazete yönetimi ve yazarları olarak kendisini ziyaret ediyorlar...

Ziyarette, Genelkurmay’ın bazı yazışmalarının dağıtım listesinde olduğunu bildiğim yazar, yayın yönetmeninin belgeselde anlattığına göre, “Paşam, siz onu bunu bırakın da, darbe yapacak mısınız, yapmayacak mısınız?” diye soruyor... Muhatabının mukabelesi, “Siz ne diyorsunuz” hayreti oluyor...

Haberi dünkü Star’da vardı.

Soru sahibi bu anlatıma müthiş kızmış... İnternet siteleri aracılığıyla derhal ‘tekzip ettiği’ gibi, dünkü yazısını da iftiraya uğradığını anlatmaya ayırmış... Genelkurmay’a gitmişler; bu doğruymuş... Org. Çevik Bir’le siyasi konuları da konuşmuşlar... Kendisi soru da sormuş; ama “Darbe yapacak mısınız?” değilmiş sorusu... Ya neymiş? “Paşam” demiş soru sahibi, “Alınan bu 28 Şubat kararlarına direniş olursa, gerektiğinde silâh kullanır mısınız?”

“Darbe sözcüğü asla geçmedi” diyor; ‘silâh kullanma’ sözcükleri geçmiş... Zaten, ertesi gün, gazete “Gerekirse silâh bile kullanırız” manşetiyle çıkmış; çünkü Çevik Bir, sorusuna, “Gerekirse kullanırız” cevabını vermiş...

Anlatımı kulağa daha doğru geliyor da, iki ifade arasındaki farkı anlamakta sorunum var. ‘Silâh’ kullanılacaksa, ne için kullanılacak? Sarıkamış’ta ‘kararlılık’ tatbikatında mı, yoksa Ankara’da hükümeti devirmede mi? Hükümet devirme amaçlı silâh kullanımı ‘darbe’ değil midir? Gazetenin bir Genelkurmay yetkilisine atfen manşete çektiği “Gerekirse silâh bile kullanırız” tehdidini okuyanlar, o gün, ne düşünmüş olabilir?

Gazete 12 Haziran günü çekti o manşeti, iktidardaki Refahyol Hükümeti 30 Haziran’da (1997) istifa etti. Siyasiler de benim gibi algılamışlar demek ki...

‘Post-modern’ darbenin 15. yıldönümünde o dönemle ilgili dosya yargının ilgi alanına girdi.

Genelkurmay’da çalışan bazı sivil memurlar ifadeye çağrıldılar. Bazıları o kadar asker kişi dururken sivil memurların çağrılmasının sebebini anlayamadı. Oysa sebep gayet basit: Genelkurmay’ın Aslanlı Kapısı o dönemde en çok siviller tarafından ziyaret ediliyordu ve kayıtları da o memurlar tutuyordu.

Esas ‘belgesel’ malzemesi dava açılırsa çıkacaktır.