BIST 9.936
DOLAR 32,44
EURO 34,78
ALTIN 2.449,45

Paşa'nın 70'lik rakısı irticayı engellemiş!

Güven Erkaya ismini sanırım pek çoğunuz hatırlarsınız. Necmettin Erbakan döneminin en kudretli, en azametli paşalarından biriydi.

Güven Erkaya ismini sanırım pek çoğunuz hatırlarsınız. Necmettin Erbakan döneminin en kudretli, en azametli paşalarından biriydi.

Biraz daha detay vereyim ki herkes hatırlasın.

Askeri Şura toplantısı vesilesiyle, Başbakan Necmettin Erbakan'ın verdiği yemekte yanına oturan ve Erbakan'a inat üzerinde TSK'nın resmi üniforması varken rakı içen paşa...

İşte o Güven Erkaya, yakın dostu olan Emekli Büyükelçi Taner Baytok'a o hareketi neden yaptığını anlatmış, Baytok da 'Bir Asker, Bir Diplomat' adlı kitabında Erkaya'nın anlattıklarını birebir şöyle yazmış:

‘‘Askeri Şura toplantısı vesilesiyle, Başbakan'ın verdiği yemekte garsonların servis yaptıkları tepsilere baktım, alkollü içki yok. Bir garsondan rakı istedim. ‘‘Alkollü içki yok efendim’’ dedi. Israr edince garson bir kadeh rakıyı görünmesin diye peçete kağıdına sarılmış olarak getirdi. Peçeteyi çıkarıp garsona verdim. O sırada Genelkurmay Başkanı geldi. Bardağına hemen portakal suyu koydular ama ‘‘Ben şarap içeceğim‘‘ dedi. Ben de garsona, ‘‘Rakıya devam edeceğim, sen rakı şişesini servis masasına koy, kadehim boşaldıkça doldurursun’’ dedim.Yemeğe geçilmeden evvel medya mensupları içeri alındı. Ben rakının etrafındaki bardakları kenara çektim.’’

Demek ki neymiş?

Paşam, o gün üzerinde TSK'nın resmi üniforması varken 70'lik rakı şişesini diplemese, laiklik avuçlarımızın arasından pııııır pıııır pııııır diye uçup gidecekmiş!

İçtiği rakı fena çarpmış olmalı ki, henüz ayılamamış. Ayılmış olsa, altına imza attıkları diğer kepazelikleri de hatırlardı.

Erbakan'ı halkın gözü önünde 8-10 askere dövdürerek itibar kaybı yaşatma planları yapan rütbelileri...

Konferans verip ülkesinin başbakanına "Pezevenk" diyen paşayı...

Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları sırasında, Refah Partili Gölcük Belediye Başkanı'nın ırzına, namusuna, "Karını niye getirmedin, görürdük!" diyerek dil uzatan mahlukatları..

Hiç söylemediği, "İmam Hatipler bizim arka bahçemizdir" sözünü Erbakan'a hangi alçakların nasıl malettiğini..

Ali Kalkancı'nın, Müslüm Gündüz'ün nasıl kiralandığını, Fadime Şahin'in nasıl kullanıldığını hatırlamıyor!

Erbakan kürsüye çıkıp şu konuşmayı yapacaktı günün birinde:

“Bu kelimeleri kullanmak bile istemiyorum ama bunların terörizmi karşısında herkes bu gerçeği görsün diye bu tabirleri kullanmaya mecburiyet duyuyorum. Türkiye'nin şu anda bir şeye karar vermesi lazım. Türkiye Refah Partisi'yle Adil Düzen'e geçecek, bu kesin. Geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı olacak; 60 milyon buna karar verecek. Biz diyoruz ki bu geçişi tatlı yapalım. Bu geçişi barış içinde yapalım. Biz barışçıyız. Biz huzurcuyuz. Bizim yolumuz kardeşliktir."

Ertesi gün gazeteler Erbakan'ın "Kanlı da olsa kansız da olsa biz iktidara geleceğiz" dediğini yazarak aleni bir iftirada bulunacaklardı. Paşa, hangi gazete patronlarına "Bu sözleri bu şekilde verin" diye talimat verdiklerini de hatırlamıyor.

Ne talihsiz günlerdi...

3-5 çapulcu yazarın kışkırtması, askeri coşturmaya yetiyordu. Alınan her karar bedenleri tutuşturuyor, milyonların içinde bir yer cız ediyor, ama kimse sesini çıkaramıyordu.

Erbakan'a çabuk pesetmenin utancını yaşatmaktı amaç. Yılların hocası ya ateş üstüne gerilmiş telde yürüme cambazlığı gösterecek, ya da rezil rüsva olarak bırakıp gidecekti.

Biliyorlardı oysa...

Erbakan cambazlık nedir bilmezdi.

Kaldı ki bu kez cambazların şahı da ona karşı oynanan oyunun bir parçasıydı. Adına Demirel denen bu cambaz, kendisini 6 kez gönderenlerle saf tutmuş, 7. kez gitmemek için bin bir entrika çeviriyor, Erbakan'ın çaresizliğini tüm siyasi şevhetiyle izliyordu.

O dönem mesele sadece Erbakan'ı cezalandırmak değildi. Ona oy verenleri de sokağa çıkamayacak hale getirmekti plan... Kuran Kursları, İmam Hatip Liseleri birer vebalı mekanmış gibi gösteriliyor. Sakallı, çarşaflı ve hatta başörtülüler "ep eşkere" hedefe konuyordu.

Gözü dönmüşlüğün nasıl bir şey olduğunu yaşıyordu Türkiye...

Bugün gibi hatırlıyorum.

Bana ve benim gibi tüm muhabirlere, "Sokaktaki çarşaflı, türbanlı ve sakallıların fotoğraflarını çekin, gönderin" diye emirler geliyordu gazetelerden. O fotoğrafların altına şeriat ve irtica sözleriyle döşeniyor, askeri darbeye gidecek yolun güzergahı adeta bu manşetlerle çiziliyordu.

Asker hükümeti tez elden devirmelerine imkan saglayacak haberler göremedikçe celalleniyor, gazete yöneticilerinin başları adeta yerlere değiyordu.

Telin altındaki ateş Erbakan'ın ayaklarının altını yakmaya başlamıştı bile...

Ya olması gereken olacak, ya ölmesi gereken ölecekti!

Olması gereken oldu ve Erbakan önce siyaset dünyasından, bir kaç yıl sonra da fani dünyadan göçtü, gitti.

Ve ne oldu biliyor musunuz?

Erbakan'ı, dili göbeğine sarkana kadar kovalamak isteyen o devrin paşaları, hocanın cenazesine eksiksiz katıldı.

Sağlığında, "Pezevenk" dedikleri, "İrticacı" diye dışladıkları, "rejim düşmanı" diye hain ilan ettikleri Erbakan için bu kez, "Büyük devlet adamıydı. Ülkeye çok hizmetleri dokundu. Acımız büyük" dediler.

Bugünlerde 12 Eylül darbesinin eli kanlı mimarı, Türkiye'nin en büyük diktatörü Kenan Evren hesap veriyor.

Erbakan iktidardan düşerken, "O Allah'ın gelsin de seni kurtarsın" demişti Çevik Bir paşa.

Sıra şimdi ona geliyor!

Erbakan o gün O'na veremediği cevabı, ilahi kudret eliyle şimdi mezarında veriyor.

"İnanmadığın Allah beni sizden, senden kurtardı. Her iki dünyada vereceğiniz hesapta seni, sizi kim kurtaracak?" diye soruyor!