BIST 9.717
DOLAR 32,53
EURO 34,92
ALTIN 2.435,52

Örgütlü Toplumdan Linç Toplumuna!

Türk milliyetçiliğinin ırkçılık olmadığını hala anlayamamış ne çok milliyetçimiz varmış meğer!

Madımak yobazlığının benzeri Sinop’ta hayata geçirilecek korkusu ile tüm Türkiye’nin bir kez daha yüreği ağzına geldi.

Hiç kuşkusuz Sinop’ta yaşanan linç girişimini izah etmenin mantıklı bir yolu yok.

Yaşanan bu linç girişimi can kaybı olmamasına rağmen halkların birlikte yaşama iradesine darbe niteliğinde.

Bu nedenle toplumun büyük kesiminden tepki almıştır.

Bu tür girişimler ancak ve ancak ortak akıl ile şekillenmemiş ve yönlendirmeye müsait insanlardan bindirme gruplar oluşturularak gerçekleştirilebilir ki öyle de oldu.

Türk milliyetçiliğinin ırkçılık olmadığını hala anlayamamış ne çok milliyetçimiz varmış meğer!

Aslında böylesi provokatif yönlendirmelerle yaşanan trajedilerin yabancısı da değiliz. Daha önce de ABD menşeli CIA operasyonları ile örneklerini sıkça yaşadığımız trajedilerin sayısı bir hayli fazla.

Bu da onlardan biri olabilir mi?

***

Neyse ki korkulan olmadı ve linç girişimi amacına ulaşamadı.

İyi ama bütün bunları yaşamak zorunda mıyız?

Bu tür yönlendirmelerle bir araya gelen yığınların hareket tarzını nasıl tanımlayabiliriz?

Sadece tahrik edilmiş grupların sürü psikolojisi ile hareketi mi demeliyiz?

Zira sürü psikolojisinde de akıl emareleri bulunmaz. Sadece tahrik ile hareket etme söz konusudur ve mantık aramak nafile çaba olur.

Şayet ortak akıl ile hareket etme kabiliyetiniz yoksa bu örgütsüz toplum olduğunuza işarettir.

Örgütlü toplum olmak her türlü baskının, dayatmanın ve tabi ki kötü niyetli yönlendirmelerin kolayca bertaraf edilmesi demektir.

Sağlıklı demokrasilerde örgütlü hareket edebilmek aynı zamanda toplum duyarlılığının da bir göstergesidir.

Haksızlığa, baskıya karşı direnç ve ortak akıl demektir.

Onun içindir ki toplum üstünde baskı kurmak isteyenlerin ilk hedefi örgütlenmiş topluluklar olmaktadır. Buradaki amaç ortak akıl ile hareket edilmesinin önüne geçebilmektir.

Örgütsüz toplumlarda bireysel çıkarlar ön plana çıkar. Sınıfsal kimliğini kaybetmiş insanların örgütlü sermayenin her nevi istismarına maruz kalması kaçınılmazdır.

Siyasal olarak anlamı ise hedef saptırmak, gündem değiştirmek ve emperyalizmin taleplerine cevap verecek toplumsal değişime zemin hazırlamaktır.

Son on yıl içinde sendikaların yüzde 600 oranında dağıtılmış olmasının altında yatan sebep budur. Çünkü sendikal birliklerde etnik köken, dil, din, mezhep farklılığı gözetilmez.

Sadece emek-sermaye dengesini sağlamak ve sınıfsal aidiyetin farkındalığıdır amaç.

1994 yılında hız kazanan özelleştirme furyası ile ülkemizdeki sendikal yapı kan kaybetmeye başlamış, son yıllarda hayata geçirilen taşeronlaşma ile de sendikaların beli tamamen kırılmıştır.

Bunun sonucu olarak; emek - sermaye ilişkisi, sermaye-sömürü şeklinde değişim göstermiştir.

Kamuya ait ekonomik değerlerin tamamına yakınının sermayenin emrine tahsis edilmesi ise nüfusun büyük çoğunluğunu içinde barındıran emek sınıfının üzerine olağan üstü yük getirmiştir.

Böylece emek toplumu sadaka toplumu haline getirilebilmiştir.

Sadaka toplumu ise sadaka dağıtıcıların yönlendirmelerine koşulsuz boyun eğecek eğilimler gösterir.

Buna bir de bilinçten uzak ve sadece söyleme dayalı dindarlığın yaygınlaştırılmasını eklerseniz varın sonucu siz düşünün.

“Dövene elsiz sövene dilsiz” Söylemi mecazi anlamının aksine tepkisizliğin, sindirilmişliğin, boyun eğmenin mihenk taşı olarak yalnızlaştırılmış insanlara dinsel öğreti olarak benimsetilmiş ve baskılara sessiz kalmanın aracı haline getirilmiştir.

***

BDP’nin Karadeniz çıkarması elbette ince hesap edilmiş radikal bir girişimdir. Ancak yasal olmayan tarafı yoktur.

Şu ana kadarki söylemlerine bakıldığında BDP’nin etnik siyaset yaptığı sonucu çıkarmak mümkündür. Fakat şu an ülkeyi yöneten siyasi partinin içine düştüğü zafiyete bakıldığında BDP’nin Sinop programına gösterilen tepki daha da anlamsızlaşıyor.

Sonuç;

Tepki linçe dönüşmemeli, ne zaman neye ve nasıl tepki verileceği ortak akıl ile belirlenmeli ve hızla uzaklaştığımız demokrasinin elimizden kayıp gitmesine müsaade edilmemelidir.

Özgürlük ve demokrasi ortak talep haline getirilmelidir.

Herkesin etnik aidiyetiyle onur duyabilmesi, inancını ve yaşam tarzını hiçbir baskı olmaksızın belirlemesi ve yaşaması özgürlüğe sahip çıkmakla mümkün olabilir.

Özgürlük insanların birbirlerinin inançlarına, etnik kimliğine, mezhebine, ibadet şekline saygı ile elde tutulabilir.

Hukuk ise özgürlük ilkelerine sadık ve birlikte yaşayabilmenin kurallar bütünü olarak hayatı zorlaştıran değil kolaylaştıran özellikte olmalıdır.

Aksi halde daima birileri tarafından sunulanla yetinmek kaderimiz olacaktır.

Bize sürü psikolojisi ile ne idüğü belli olmayan amaçlara hizmet değil, ortak akıl ile sosyal refaha ve barışa ulaşmanın yolunu bulmak yakışır.