BIST 10.337
DOLAR 32,27
EURO 34,69
ALTIN 2.401,83

Neredeenn nereye!!

Son birkaç senedir TV karşısına geçip haber ve tartışma programlarını izlemek tabiri caizse mangal gibi yürek gerektiriyor.

Şimdilerde ise sokaktaki insanla, esnafla konuştuğunuzda aynı etkiyi hissediyorsunuz.

İnsanlar arasında siyaset, basın, ordu, yargı derken sıra aile birliğinin bozulmasına mı geldi kaygısı yaşanmakta. 

Ama bu yazımda ne sokaktaki insanın korkularından ne yargıyı yürütmenin tahakkümü altına alma çabalarından ne de adım adım totaliter rejime yürüdüğümüzden bahsetmeyeceğim.

Özellikle Sayın Başbakanın Fatih Altaylı ile söyleşisindeki tutuklu generaller konusundaki çark edişinden hiç bahsetmeyeceğim.

Bu yazımda devletin demokrasiden uzaklaşması ve sosyal olma niteliğini kaybetmiş olmasından kaynaklanan bazı çarpıklıklardan örnekler verecek ve özellikle öğretmenlerimizin içler acısı durumuna dikkat çekeceğim.

***

Vatandaş devlet ilişkisi karşılıklı gönül birliği ve güvene dayanır.

Vatandaş için devlet; sadece dış istilalara karşı yapılanmış ortak güç anlamı taşımaz. Aynı zamanda başı sıkıştığında en adil karar verici olarak sığınabileceği koruyucu kalkan manasına da gelir.

O halde devlet; mağduriyetlerin kaynağı değil, telafi edildiği çözüm adresi olmalıdır diyebiliriz.

Eğitim durumu, ekonomik imkânı, dili, dini, mezhebi ne olursa olsun insanlar devletin daima haklının ve dahi güçsüzün yanında olduğundan emin olmak ister.

Belki klasik bir tanım olacak ama bütün bunların olabilmesi için devletin demokratik, laik ve sosyal hizmet anlayışı içinde olması gerekir.

Şayet önyargı ile okunmamışsa buraya kadar ki yazdıklarıma muhalefet edilmeyeceğini umuyorum.

Bundan sonra yazacaklarım, mevcut uygulamalarla Türkiye’nin getirildiği son noktanın özeti niteliğindedir.

Ama önce devletin vatandaşına eşit hizmet verebilmesi için tekelinde tutmak zorunda olduğu alanları sıralamak istiyorum.

Sağlık, eğitim, telekominikasyon ve kâr amacı gütmeyen sadece istihdama yönelik emek yoğun bir takım yatırımlar.

***

1980 öncesi Türkiye’sini anımsayınız; İster sosyal güvencesi olsun ister olmasın her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı devlet hastanelerinden ücretsiz hizmet alabilmekteydi.

Buna yatarak tedavi ve ilaç da dahil idi.

Sağlıkta reform dediler ve geldiğimiz nokta şu;

Anlaşmalı özel hastaneler vasıtasıyla hem devlet hazinesi ve hem de vatandaş sağlık sektöründe faaliyet gösteren imtiyazlı kesime (sermaye) talan ettirilmekte.

Oysa referandum oylanırken seçim propagandalarında “üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü” denmekteydi!

Hukuk birine farklı diğerine farklı işleyerek o söylemin aslında bir aldatmaca mıydı sorusunu hak ediyor.

Sosyal güvencesi olanlar da (SSK-Bağ-Kur) borçları nedeniyle bu hizmetten mahrum bırakıldılar.

Pirim ödeme gün sayısı neredeyse tur bindirecek kadar olmuş ama yaşı bekleyen emekli adaylarının durumundan ise hiç bahsetmeyeceğim.

Bilgisayar teknolojisinden mahrum olduğumuz dönemlerde belki kuyruklar vardı ki her alanda olduğu gibi sağlık alanında da artık internet kullanılmakta ve buna rağmen yine kuyruk var!

Sosyal güvenceniz olsa bile her muayene olduğunuzda bunun bir parasal karşılığı var. Ama şark kurnazlığıyla bu bedel hemen tahsil edilmiyor, reçetenizi yaptırmak için eczaneye gittiğinizde karşınıza çıkıyor.

Diğer anlamıyla eczacılar tahsilat memuru olarak kullanılıyor.

Daha vahimi ise; doktorun hastaya kullanması için yazdığı ilaçların büyük çoğunluğu sigorta kapsamı dışında tutulduğundan alınamıyor.

Ülkeyi yönetenlerin “artık vatandaşlarımız özel hastanelerden de faydalanabilecek” diye sitayişle bahsettiği uygulamaya bakalım;

Hastasınız ve en yakın özel hastaneye gittiniz.

Özel hastane, bedelini devletten (yani kamudan, yani yine bizden) alacağını bildiği için gerekli olan tahlillerin yanı sıra bazı alakasız tahliller yaparak daha fazla kâr etme yollarını aramakta. Hatta bazen gereksiz ameliyatlar dahi yapılmakta. Ticari kuruluş olması hasebiyle bu tür suiistimaller yazık ki kaçınılmaz.

Kaldı ki özellikle görüntüleme konusunda anlaşmalı olduğu için gittiğiniz hastaneye ödediğiniz yüzdelik oran, zaten bazı görüntüleme merkezlerinin aynı hizmet için talep ettiği ücret kadar.

Teşhis ya da tedavi için gittiğiniz özel hastanede fatura çıktığında devlet ile anlaşması yüzde kaç ise onu devletten ama serbest piyasa şartlarında belirlediği kendi fiyatıyla aradaki farkı ise yine sizden tahsil etmekte.

Özetle; Sosyal güvenceniz varsa bir nebze, yoksa hastalığınızla cebelleşmeyi hatta ölmeyi hak etmişsiniz demektir!

İşte sağlıkta reform diye bize yutturulan şeyin özeti bu.

Eğitimde durum farklı mı?

Daha önce gerçek anlamda parasız olan eğitim siyasi erki tatmin etmemiş olacak ki daha fazlasını nasıl yaparız diye belli ki hayli düşünerek “kitaplar da bizden” dediler.

Sonuç; Devletin verdiği bedava kitaplar devlete (yani kamuya, yani yine bize) pek de şeffaf olmayan ihalelerle daha pahalıya mal olmakta. Üstelik o kitapların yarısından fazlası zaten kullanılmıyor. Öğrencilere ekstradan kitap aldırılıyor!

Milli eğitim ödenek çıkarmadığı için okulun elektriği, suyu, müstahtem ve güvenlik görevlilerinin parası yine öğrenci velilerinin omzuna yükleniyor.

Elbette ihtiyaç hasıl olması halinde her türlü tadilat ve bakım ücreti de yine öğrenci velilerinden karşılanıyor.

“Acaba eğitim alanında başka bedavalar gelecek mi” diye insanları korku sarmış durumda.

Eğitim sistemiyle öylesine hoyratça oynandı ki artık eğitimciler dahi anlık değişimlere ayak uydurmakta zorlanmakta.

Devlet okullarında eğitim almak zorunda kalan çocuklar eskisi gibi ileriye dönük hayallerinden vazgeçmiş görünüyor.

Üniversite hayali yerini hangi markette kasiyer olabilirim ya da bir özel güvenlik kuruluşundan lisans kapabilir miyim beklentisine dönüşmüş durumda.

Daha doğarken yöneten ve yönetilenin belirlendiği bir sistem böyle bir şeymiş meğer.

Telekominikasyon demiştik;

Stratejik bir alan telekominikasyon.

Türk Telekom iki senelik kârı bedeline yabancılara satıldı.

Posta dağıtımı taşeronlara havale edildi ve şu hale geldi;

Eğer şanslıysanız adınıza gelen gönderiler yakın bir apartmanın kapısına sıkıştırılmıştır. Yine şanslıysanız o apartmandan sizi tanıyan biri görür de belki bir şekilde size ulaştırır.

Yani tam anlamıyla ve yine FİYASKO…

İstihdam;

Devletin kendi istatistik-i verilerini ve işsizlik oranını karşılaştırmak içler acısı durumu özetliyor zaten.

Bırakın kâr gözetmeksizin devletin yapacağı yatırımı, devleti yönetenler üniversitelerindeki öğrenci kontenjanını planlamaktan bile aciz.

Buna bir örnek de vermek isterim.

Mesela diyelim ki liseyi bitirdiniz ve idealist birisi olarak öğretmen olmayı hedeflediniz.

Varsayın ki sınavı da kazandınız.

Büyük ihtimalle eğitiminizi şehir dışında alacaksınız.

Kayıt paranızı bir şekilde denkleştirdiniz ve okula kaydınızı yaptırdınız.

Acı gerçeklerle yüzleşmeye hazır mısınız?

Önünüze çıkacak ilk zorlu engel maliyeti nedeniyle konaklama sorunu olacaktır.

Her nedense başbakanlık binlerce konut fazlası veren Toki’ye “yahu şu üniversitelerin ve öğrenci kapasitelerinin bir listesini getirin önüme bakalım” diyerek öğrencilerin barınma sorununu çözecek bir adım atmıyor.

Oysa Toki’ye bu görevin verilmesi halinde en fazla iki senede öğrenci yurdu sorunu kökten çözülebilir!

Ama işte bu hassas bir konu!

Kadıköy Belediyesi Marmara Üniversitesinin Göztepe Yerleşkesi için bu adımı atı da başına gelmeyen kalmadı. Yurt derhal kapatıldı. Belediye Başkanı da cezalandırıldı.

Öğrenciler için harcanmış olan 240 bin lira ceza olarak bizzat başkandan talep edildi.

Eğer devlet yurt sorununu hallederse üniversite çağına gelmiş gençleri cemaatler nasıl kapacak?

Onlar ki kayıt dönemlerinde köşe başlarını tutmuş ağlarına düşürecekleri gençleri salya sümük beklemekte.

Yine ölme eşeğim ölme, yurt konusu başka bahara. Tek umut sosyal devlet anlayışını benimsemiş yönetimlerin idareyi ele almalarında demekten başka bir şey gelmiyor elden.

Devlet bu konuya pek sıcak bakmasa da kendi imkânlarınızla konaklama sorununu hallettiniz diyelim.

Dört yıllık eğitim süresince tazyikli su, joplanma, tartaklanma faslını da bir şekilde atlattınız ve bir nevi gazi olarak mezun oldunuz.

Mezuniyet töreni yapılırken büyük ihtimalle ebeveynleriniz de o gururu yaşamak için sizi yalnız bırakmayacaklardır.

Tebrik etmek için kucakladıklarında muhtemelen “artık öğretmensin yavrum” diye kulağınıza gururla fısıldayacaklar.

Böylece gururunuzu okşanacak ve öğretmen olduğunuza iyiden iyiye inanacaksınız.

Tören bitecek. Elinizde öğretmen olduğunuzu belgeleyen diplomanız ile yakınlarınızla beraber evin yolunu tutacaksınız.

Öğrenci olarak gittiğiniz okuldan öğretmen olarak dönmektesiniz.

Yanılıyorsunuz…

Siz öğretmen filan değilsiniz!

O okuldan bir adet mağduriyet diploması aldınız ve henüz bunun farkında bile değilsiniz.

Daha dönüş yolunda iliklerinize kadar bunu hissedeceksiniz.

Yüzünüzdeki sevinç ve heyecan ifadesi yerini gelecek kaygısıyla solmuş, sıkıntılı yüz ifadesine bırakacak.

Zira siz de kokuşmuş sistemin bir mağdurusunuz artık.

Yöneticilerin ucu görünmeyen hastalıklı ideolojilerinin mağduru birisiniz.

Planlama konusunda acziyetin her nevini sergileyen zihniyetlerin mağdurusunuz.

Daha önceden belirlenmiş üstünlere öncelik fırsatı verecek şifre, soru hırsızlığı gibi çirkin girişimlerin yaşandığı ve dolayısıyla güvenilirliğini yitirmiş KPSS sınavı var önünüzde.

Diplomayı veren okulun “artık öğretmensiniz” dediğine bakmayın. İyisi mi bir markette kasiyerlik kapmanın çarelerini arayın.

O da olmazsa her gün zabıtalarla kovalamaca oynayacağınız seyyar satıcılığı denersiniz belki.

Bu arada 18 yaşın üstünde olduğunuz için SGK tarafından borçlanmakta olduğunuzu da unutmayın.

Devlet istihdam sorununu kökten çözmüş olduğunu düşünüyor olmalı ki sizin kendisine bildirmediğiniz bir gelirinizin olduğuna inanmakta.

İyisi mi arabadan iner inmez eve gitmeden önce kaymakamlığa uğrayın ve gelirinizin olmadığına dair deliller beyan edin.

Cehaletle savaşın bir neferi olarak çıktığınız yolda, sistematik olarak yaygınlaştırılmış cehalete yenik düştüğünüzü mü düşünüyorsunuz?

İşte bunu sakın ve asla yapmayın.

Hala hayattaysanız ve nefes alıyorsanız umut var demektir.

İktidarlar gelip geçicidir.

Size düşen, ülkede olup biteni algılamakta güçlük çeken insanlara bütün bunları bir bir anlatmaktır.

Şayet bunu yapmaya karar verdiyseniz siz artık gerçek anlamda öğretmenliğe adım atmışsınız demektir.