BIST 10.392
DOLAR 32,29
EURO 34,92
ALTIN 2.389,06
HABER /  GÜNCEL

Yunanlı gazetecinin Türkiye yazısı

Yunanistan'da Dawtown adlı dergiyi çıkaran Petros Kostopoulos'un nefis Türkiye yazısı...

Abone ol

''Bu makaleyi garip bir yerde yazıyorum. Saat 19:30 ve ben İstanbul'da bir otobüsün içindeyim. Otobüse bineli 45 dakika oldu, daha 1.5 saatlik yolumuz var, anlayacağınız çıldırmak işten bile değil. İstanbul'da olmamın nedenin Olimpiyakos'un maçını seyretmek olduğunu anlamışsınız. Tabii ki içinizden Panatikaikos ve AEK'yi tutanlar 'oh olsun hıyara' diyebilir. Şayet Olimpiyakos yenilirse sevinciniz daha fazla olacak. Fakat ben de sizin takım yenildiği zaman bu deyimi aynen iade etmek üzere hazır olacağım. Ne de olsa dergi benim, ne istersem onu yazarım! Özetle, yaklaşık 6 saat (üç saat gidiş, üç saat geliş) otobüste olmamın sebebi Türklerin de bizim modele uyarak, önce şahane bir stad yapıp 2012 olimpiyatlarına adaylık koymaları ve yol yapmayı sonraya bırakmaları... ''Yolu s...et, stadı yapalım da sonrası kolay '' felsefesi tabii ki beni çok güldürdü. Çünkü (maç dahil) bu 8 saatte insan New York'a varıyor. Fakat burası doğu ve zamanın akışı başka. Bütün bunları yazmamın asıl nedeni İstanbul'un şahane bir şehir ve Türkler'in (en azından benim tanıdıklarımın) çok iyi insanlar oldukları sonucuna varmam. Hatta bizden bile iyi olduklarını söyleyebilirim. Bana öyle geliyor ki, biz de 20 yıl önce böyleydik: Güleryüzlü, samimi, eğlenceli, misafirperver (adamlar üstlerine basasın diye halı oluyor!). Yani çok güzel insanlar. Bizimle aynı tarzda sohbet ederler. Güzel kadınlara hayran olurlar ve onları severler. Hep onlardan bahsederler. Bizim gibi dert ve ihtiraslarım beraber taşırlar. Fakat maalesef bizim gibi onlar da bir gün bu hislerini yavan bulacaklar. Köprüyü geçtiğimizde bir sürü fakir insana rastladık. Bazılar düşünceli ve asık suratlıydı. Burada orta sınıf yok, insanlar ya çok zengin ya da çok fakir... Bu fakirliğe rağmen, otel ve restoranlarda asık suratlı personel göremezsiniz. Hepsi sizi memnun edebilmek için devamlı ve içten gülümser. İstanbul'da hâlâ şahane semtler var. Fakat Türkler de kalkınma uğruna bizim yaptığımız gibi bunları mahfetmek için çabalıyor. Güneş batarken Galata Köprüsünü'nü geçtiğin zaman arkana bakarsan göreceğin manzaradan beyin felcine uğrarsın. Başka çağa gittiğini sanırsın. Burada arkadaşım Tito ile beraberim. Tito İstanbul'da doğup büyümüş. Onun Türk arkadaşları ile olan ilişkisini ve İstanbul'a her gidişimizde bizi nasıl karşıladıklarını görünce atılan 'milliyetçilik' nutuklarını anlayamıyorum, ''İki halkın kardeşliği'' krizine tutulmuş değilim, fakat düşmanlığı anlamak zor. Türkleri tanımıyorsanız, onlar hakkındaki kolayca olumsuz fikirlere kapılabilirsiniz. Ama tanıyınca bunları nasıl düşündüğünüze şaşarsınız. Biz de misafirperveriz fakat onların misafirperveliğindeki 'asalet' çoğumuzda yoktur. Bizim grupta 5 kişiyiz. Bu 5 kişi için en aşağı 10 Türk ailenin programı değişti. Adamların kibarlık ve hovardalığı bizde çok az kişide bulunur. ''Sadece iyi taraflarından bahsediyorsun'' diyeceksiniz. Evet, şu anda yalnızca iyi tarafları görüyorum... Yüzyıllar boyunca İstanbul, çok kozmopolit bir şehirdi. Oryantal bir New York diyebilirim. İstanbullular politikacıların oynadığı oyunları bilir ve din hususunda fanatik değillerdir. Kendimi bildim bileli İstanbul'a gitmek istemezdim. Okulda okuduğum kitapların etkisiyle şehrin Türkler'e ait olmasından rahatsızlık duyardım. Şimdi bir Türk şehri olduğunu benimsedim, başka türlüsü de olamaz zaten. İnsanın böyle bir milliyetçiliğe kapılması için çok hasta olması lazım. Ayrıca Yunanlı olarak en fazla hüsnükabul gördüğümüz yer İstanbul. Burada bulduğunuz yakınlığı ne Paris'te ne Londra'da bulursunuz. Bizimle otobüste olanlar fanatik Galatasaraylılar. Buna rağmen Olimpiyakos bir gol atıp havaya fırlarsam, kafama bir sandalyenin atılmayacağından eminim. Halbuki Leoforos'ta (Panathinaikos'un Stadı) havaya fırlasam canıma okunacağından hiçbir şüphem yok. Bunlar başka türlü heyecanlar çünkü. Kendini bilmezin biri çıkıp Fatih Sultan Mehmet'in panosunu stadda sergilemiş, böyle bir hıyarı bizim stadların birinde de bulabilirsiniz. Sporun politika ile hiçbir alakası yok. Sporda yalnız duygu var. Ben öyle hissettim, öyle gördüm ve öyle de hazmettim. Üstelik büyük de bir kârım oldu. Çünkü harika bir kebap reçetesi aldım: İşin sırrı koyun kıymasının içine başka tip bir koyunun kuyruğundan yağ katmak. Valizimde 2 kilo kuyruk yağı, 3 kilo ekmek kadayıfı, 4 kilo kaymak ile Atina'ya döneceğim. Bir de 2-3 gol atıp maçı kazanırsak değmeyin keyfime. Fakat dediğim gibi, bu ayrı bir mesele...''