BIST 10.219
DOLAR 32,21
EURO 34,86
ALTIN 2.444,47
HABER /  GÜNCEL

Topbaş ölü atı mı kamçılıyor?

İstanbul'un bugünkü görüntüsüyle 'kültür başkenti' olup olamayacağını sorgulayan Hilmi Yavuz'dan çarpıcı benzetme...

Abone ol

"İngilizce bir deyim vardır: 'Flogging the dead horse!';- 'ölü atı kırbaçlamak!' İstanbul'u, bırakınız bir kültür başkenti olmayı, modern ve Avrupalı bir kent (!) haline getirmenin, ölü atı kırbaçlamaktan ne farkı var, söyler misiniz?"

Yukarıdaki kavurucu tespitler ünlü şair Hilmi Yavuz'a ait... Aynı zamanda İstanbul'un 'ilk Kültür İşleri Daire Başkanı' ünvanına sahip olan Yavuz, bugünkü İstanbul'un mevcut haliyle '2010 Avrupa Kültür Başkenti' olup olamayacağını bakın nasıl sorguluyor:

- 'İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti' etkinliklerinin hayata geçirilme sürecinin başlamasına çok az süre kaldı.

Yekta Kara'nın yönetiminde hazırlanan görkemli bir açılışla başlayacak olan bu etkinliklerle İstanbul'un tarihi, doğası, arkeolojisi, folkloru ve entelektüel mirası ile temsil edilmesinin amaçlandığı biliniyor. Yılmaz Kurt gibi, yakından tanıdığım çok değerli bir yöneticinin başında bulunduğu 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın koordinasyonunda yapılan çalışmaların fiilen 2011 yılının ortalarına kadar devam edeceğini öğreniyoruz. Kısaca, bu etkinliklerin hayata geçirilmesi 2010 yılıyla sınırlı kalmayacak.

Pek iyi de, bu etkinliklerin öznesi olan İstanbul kentinin durumu nedir? Şehrin kendisi, Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazır mıdır? Daha da önemlisi, İstanbul, bırakınız başkent olmayı, bir Avrupa kenti midir? Öyle ya, İstanbul, bir Avrupa kenti olmalı ki, onun başkent olabilme ihtimali sözkonusu olabilsin! Başka bir deyişle, önce İstanbul'un bir 'Avrupa kenti' olduğuna ilişkin varsayımın kanıtlanması gerekiyor.

Bir kere 'Avrupa kenti' olmaktan neyi anlıyoruz;- plazalarımızı mı, metromuzu mu, Modern Sanat Müze'mizi mi? Avrupalılık, modernlik demekse eğer, bir kentin 'modern' oluşunun ölçütleri neler? 'Avrupa Kenti' olmak, salt binalar, müzeler, modern ulaşım teknolojileri vb. mi demek? Yoksa Dünyanın hiçbir metropolünde görülmeyen bir lakaydî ile kentin en büyük meydanını, Taksim Meydanı'nı (hem de parkın önünde!) bir mahşerî otobüs garajına, o durakların kalabalığına dönüştürmek mi? Şehrin en işlek caddesinin döşemesini, kış ortasında, iki defa değiştirerek, gelip geçenleri çamurlara bata çıka yürümek zorunda bırakmak mı? Sinyalizasyon sistemi mükemmel işlerken trafik lambalarının önüne trafik polisleri dikmek mi?

Bakınız, mademki, bir Avrupa kentinden söz ediyoruz, hangi Avrupa kentinde, kentin merkezindeki en büyük meydanında bir otobüs garajı vardır? Sanat tarihi doktoru bir Büyükşehir Belediye başkanı (Sayın Topbaş'tan söz ediyorum elbet!), Avrupa Kültür Başkenti ilan edilen İstanbul'un Taksim Meydanı'nın, herhangi bir taşra kasabasının meydanından farksız bir köylülükle sunulmasından rahatsız olmamakta mıdır? Belli ki, hayır!

Sadece Taksim Meydanı mı? Bu kentin yaya kaldırımları, park eden otomobillerden dolayı, fiilen ortadan kalkmıştır. İngiltere'de sanayileşmenin sloganı, ekip biçilen tarlaların yünlerinden yararlanılacak koyunlar için mer'alara dönüştürülmesi üzerine işsiz kalan köylüleri kastederek söylenen 'koyunlar, insanları yedi' sloganı idi. İstanbul'da bugün, bu sloganı değiştirerek söylersem, 'otomobiller, insanları yemekte'dir. Ve daha bir sürü yabansı görünümler! Söyler misiniz, bu koşullarda, İstanbul'un neresi 'modern', neresi 'Avrupalı'dır, Allah aşkına?

Bu kentin heykelleri nerede? Var olan heykellerin göz göre göre yok edilmesi, acaba Sanat Tarihi doktoru olan 2010 Avrupa Kültür Başkenti Belediye Başkanını tedirgin etmekte midir? Belli ki, hayır!

Bir kere daha ifade edeyim: 'Avrupa'nın Kültür Başkenti', İstanbul için son derece iddialı bir yakıştırmadır. Yılmaz Kurt'un başında bulunduğu 2010 Ajansı'nın iyiniyetli ve özverili çalışmaları sonucunda kabul edilen projeler, şehircilik açısından asla 'Avrupalı olmayan bir kenti, İstanbul'u, nasıl bir Avrupa kentine dönüştürebiliriz', gibi biraz da ironik bir gayretten ibaret görünüyor. İngilizce bir deyim vardır: 'Flogging the dead horse!';- 'ölü atı kırbaçlamak!' İstanbul'u, bırakınız bir kültür başkenti olmayı, modern ve Avrupalı bir kent (!) haline getirmenin, ölü atı kırbaçlamaktan ne farkı var, söyler misiniz?