BIST 9.960
DOLAR 32,40
EURO 34,79
ALTIN 2.435,44
HABER /  GÜNCEL

Prof. Dr. Zafer Karaer gündemi yorumladı

Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zafer Karaer gündemi yorumladı.

Abone ol

İNTERNETHABER.COM/NİYAZİ SOLAK: Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zafer Karaer'in gündemi yorumlar nitelikteki o enfes yazısı;

DEĞERLİ OKUR,
Bağımsızlık noktasında ortak paydada bir araya getirdiğim 95. Yılında andığımız “Amasya Genelgesi” ile ülkemizde üniversite ve akademik anlayış üzerine 2004 yılında yazdığım ve "Penceremden Üniversite Gerçekleri ve Ülkem" adlı kitabımda 2008 yılında “İlim, ilim bilmektir; İlim, kendin bilmektir...” başlıkla yayımladığım yazımı, güncelleştirerek sizlerle paylaşmak istedim.. Saygılarımla... Zafer KARAER

BİR ÜLKENİN BAĞIMSIZLIK-ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜ

“AMASYA GENELGESİ”
Kurtuluş, Bağımsızlık, İstiklal Savaşının başlangıcı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolda ilk belgeli adım olan; Mustafa Kemal tarafından aydınlığın, karanlığa, gündüzün geceye en uzun olduğu gün 1919’da 21’i 22 Haziran’a bağlayan gece “Aydınlık Türkiye” için yaveri Cevat Abbas Bey’e yazdırdığı (8 karardan ilk 4’ü Esas olup; 1.Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir. 2. İstanbul hükümeti aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gösteriyor. 3. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. 4. Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak için, her türlü baskı ve kontrolden uzak milli bir heyetin varlığı zaruridir…) Amasya Genelgesinin 95. Yılında başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere tüm fikir ve silah arkadaşlarını, bu uğurda gazi ve şehit olanları, tabii ki genelgenin 3’üncü maddesinde ifade edildiği gibi (Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.) bağımsızlığa inanan ve uğruna her şeyini feda eden milleti minnet, şükran ve rahmetle anıyorum.

NOT: Amasya Genelgesi ile ilgili yazım gecikmeli olduğu için özür dilerim…

BİLİMSEL BAĞIMSIZLIK-ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜ

“İLİM, İLİM BİLMEKTİR; İLİM, KENDİN BİLMEKTİR...”

“Bilime Hizmet Etmek; Bilimin Hizmetkârı Olmak!” başlıklı yazımda; Bilim yoluna dünyayı, evreni kâinatı tanıma, bilinmeyenlerini ortaya koyma ve hükmetme adına herkesin girebileceğini, bu yolun genellikle çok uzun, zaman zaman çetin ve sarp olduğunu: birçok engellerle ve bilinmeyenlerle dolu olabileceğini; Bu yüzden bilim yolunda sabır, sebat, sadakat, sevgi ve saygıya ve de tabii ki bilgiye ihtiyaç olduğunu; Yolun her mili, hatta nano metresi bu bileşkelerle uzun zaman diliminde kat edilebileceğini; Çoğu kez bir insanın ömrünün buna yetmediğini; Mutlak surette refakatçilerin, takım arkadaşlarının, yol arkadaşlarının el ele, omuz omuza olması gerektiğini ifade etmiştim.

Türkiye’de bilim yolu özellikle YÖK’le (1982) birlikte getirilen 2547 sayılı kanunun Yükseltilme ve Atanma ile ilgili maddelerine göre; sadece ve sadece “PUAN” almak için girilen ve yürünen bir yol olmuştur. Çünkü ülkemizde bilim yoluna genellikle akademik kariyer yapmak; yani yardımcı doçent, doçent, sonunda profesör olmak için girilmekte ve hedeflenen her bir unvan için çalışmalardan belirli sayıda puan toplanması gerekmektedir. Burada çalışmaların ülkeye ve dünyaya katma değeri ya da özgünlüğü dikkate alınmamakta, sadece rakamsal, sayısal toplam değer önemli olmaktadır. Yani araştırmalarda nicelik değil, nitelik esas alınmaktadır. İşte bu durum gerçek bilim yolundan sapmalara, bilimsel özgürlük ve özgünlüğün engellenmesine ve de bilimsel sömürüye zemin hazırlamaktadır.

Bu noktada; sapkın bilim yolunda, bilimsel bağımsızlık, özgürlük ve özgünlük nasıl engellenmekte ve de bilimsel sömürü nasıl gerçekleşmektedir? YÖK’ün ilk yıllarından son birkaç yılına kadar atanma ve yükseltilme için gerekli olan puan, genellikle nasıl kategorize edildiği anlaşılmayan, yurt dışı kökenli tekel olmuş, çoğu paralı dergilerde çalışmaların yayımlanması ile alınmaktadır… Bu dergilerde yayın anlayışı ise; genellikle direkt ülke problemlerine yönelik çalışmalar; sadece Türkiye’yi ilgilendirdiği gerekçesiyle yayımlanmamakta, buna karşılık ülkeye katma değeri olmayan veya ithal moda-magazin türden çalışma konuları çok fazla irdelenmeden hemen yayına kabul edilmektedir. Bu suretle ülkedeki araştırıcılar farkında olmadan memleket sorunlarını çözümlemekten ve özgün çalışma yapmaktan uzaklaştırılarak moda-magazin türden ithal çalışma konularına yönlendirilmektedirler. Böylece bilim ihracatçısı gelişmiş ülkeler dolaylı olarak ülkedeki çalışmaları ve tabii ki düşünen beyinleri de ele geçirmektedirler. Yani yüklenmiş programla eylemleri sınırlı bir robot veya işlem hacmi belirli bir bilgisayar gibi ülke bilim insanlarını kontrolleri altında tutmaktadırlar. Bu durum akademisyenleri bilimsel özgürlükten ve ülkenin problemlerini çözümü noktasından uzaklaştırmaktadır.
Diğer taraftan moda-magazin türden çalışma konusu ihraç eden gelişmiş ülkeler, bu çalışma konularında kullanılacak materyallerin de (makine teçhizat, laboratuar sarf malzemeleri, teşhis kitleri, ilaç v.b…) genellikle pazarlayıcısı olduklarından, aynı zamanda ülkeyi Pazar olarak ta ele geçirmektedirler. Böylece bilim yolu puan için kategorize dergi yayını üzerinden sömürü yoluna dönüştürülmektedir..

Son yıllarda hangi amaçla olduğu pek bilinmeyen bir şekilde ülkemizdeki yerli dergilerden bazıları İngilizce (!) yayınlattırılarak puan kazandıran kategorize dergi sınıfına alındılar. Bir an! bu dergilerle özgün ve ülkeye katma değer sağlayan çalışmaların önü açılacak, böylece bilimsel özgürlüğe kavuşulacak düşüncesiyle ümitlendik!.. Ama ne gezer; hedef yine bilim yerine kısa sürede unvan ve bunun için de gerekli olan puan olduğundan; daha uzun süreli ve bilhassa proje kökenli özgür, özgün ve ülke sorunlarına çözüm getiren çalışmalar düşünülmediğinden bilimsel özgürlük kazanımı ve bilimsel sömürüden kurtuluş da hayal olmuştur.
Ülkemizde bilim yolunda “PROFESÖRLÜK” dönemi; hedefte unvan olmadığı için puan ve takvimin aranmadığı, bu yüzden bilimsel özgürlük ve bilimsel sömürüden kurtuluş ilanının en kolay yapılacağı dönem olarak akla gelebilir. Ancak! Sonuç yine hayal kırıklığı olmuştur. Çünkü bu dönemde profesörlerin büyük bir kısmı profesörlüğün üstünde kazanılacak bir unvan olmadığından “Unumuzu eledik…” anlayışı yüzünden ve bir kısmı da yıllarca ülke gerçeklerinden uzak sadece unvan almak için puana yönelik çalışma alışkanlıklarını terk edemediklerinden bilimsel özgürlüğe kavuşamazlar ve bilimsel sömürüye alet olmaktan kurtularak bilimsel devrimi gerçekleştiremezler.

Peki! Öyle ise; Bilimsel bağımsızlığa, özgürlüğe nasıl kavuşulur? Ya da bilim yolunda çalışma gündemi ülke ve dünya gerçeklerine göre özgür ve özgün olarak nasıl belirlenebilir? Tüm bu soruların cevabı büyük Türk düşünürü Yunus EMRE’ nin “İlim, ilim bilmektir; İlim, kendin bilmektir; Sen kendin bilmezsen, ya nice okumaktır….” sözlerindeki satır aralarında aranmalıdır. Burada ilmin dolayısı ile bilimin kendini tanımaktan geçtiğini, kendini tanımayanın ilim yapamayacağını, bunun için önce“Ben kimim ve insani görevlerim, sorumluluklarım neler?”. Kimliğime bağlı olarak “insanlık için, dünya için ne yapabilirim?” gibi belki de hayatta ki en zor sorunun cevabı aranmalıdır. Aslında zor olan bu sorunun cevabını düşünce insanı Hz. Mevlana’nın “Okumayı öğrendim, okuma yazmayı öğretti, yazma da kendimi öğretti bana” sözlerinde arayarak, kolaylıkla bulabilir. Görüldüğü gibi insanın kendine, özüne giden yol okuma ve yazmakla kat edilmekte ve bu şekilde kimlik ve kişilik kazanılmakta; şahsiyet sahibi olunmaktadır,
…Ve İşte! O zaman; kazanılan kimlik ve kişilikle görev anlayışı ve yol haritası belirlenebilir. İşte! O zaman; bilim yolunda sahte hedefleri görmek mümkündür. İşte! O zaman; ipotek altındaki zincirlenmiş, sınırlanmış düşüncelerden kurtulmak mümkündür. İşte! O zaman; özgün, direkt ülke ve dünya sorunlarını çözümleyen çalışmalar yapmak mümkündür. İşte! O zaman; fikri ve vicdanı hür bilim insanları olmak mümkündür. İşte! O zaman; bizzat özdeyiş olarak ifade ettiğim “Bilim ve ilimde hedef günceli yakalamak değil, gündemi oluşturmak olmalıdır!” sözünde ki gündemi oluşturmak mümkündür. Sonuç olarak; işte! O zaman bilimsel bağımsızlığa özgürlüğe kavuşmak, bilimsel sömürüden kurtulmak mümkündür…

Bütün “…Ve İşte! O zaman” ları yaşama, hayata geçirmek için; 2547 sayılı kanunun Yükseltilme ve Atanma ile ilgili maddelerinin acilen tekrar ele alınarak; bilim yolunun sadece ve sadece “PUAN” almak için girilen ve yürünen yol anlayışının, kimlik ve kişilik kazanılan; şahsiyet sahibi olunan bir yol anlayışına dönüştürülmesi gerekmektedir. Yoksa! Bugüne kadar geçen her yıl bir önceki yılı aradığımız gibi bugünleri de ararız…

Bütün bunları sağlıklı, özgür düşünen, ülkesini seven ve ülke menfaatlerini kendi menfaatlerinden öncelikli tutan genç bilim insanlarının çoğalması amacıyla yazıyorum.
Tüm okuyuculara saygılarımla... (2004-2014)