BIST 10.209
DOLAR 32,42
EURO 34,79
ALTIN 2.401,93
HABER /  GÜNCEL

Özür dilensin mi dilenmesin mi?

Öyle bir karışık konu ki.. Vicdani bir mesele mi? Yoksa halkı toptan suçlamak mı? İşte iki farklı görüş..

Abone ol

1915 yılında yaşanan olaylara ilişkin başlatılan "özür diliyorum" kampanyası gündemin ilk sıralarında. Zaman yazarları Mümtaz'er Türköne neden özür dilemediğini ve Şahin Alpay da neden özür dilediğini anlatıyor.

Bu aslında toplumda var olan iki kutbun da hissiyatını özetlemesi açısından önemli. On yıllarca tartışıldı halen sonuç alınamadı. Her iki yazar da kendi gerekçelerinde haklı gibi. Görünen o ki bu tartışma çok ama çok uzun yıllar sürecek gibi.. Her iki yazardan kısa ama öz bölümler aktarıyoruz. Yorum sizlerin..

Şahin Alpay (Zaman): Niçin 'özür diliyorum'?

Elbette ki Osmanlı Ermenilerinin başına gelenlerde hiçbir şahsi sorumluluğum yok. Ama yurdumda yaşanan ve devletçe üzeri örtülen, tabu kılınan bir trajediden, bir insan ve Türk olarak büyük üzüntü duyuyorum. Bildiriyi imzalamamın başta gelen nedeni, bundan kaynaklanan bir vicdani vecibe. İkinci olarak, Türkiye'nin demokrasisini güçlendirmesini, kötülüklerin tekrarlanmaması için tartışılmayan, aydınlığa kavuşmayan konu kalmamasını istiyorum. Üçüncü olarak, milliyetçilikler çağı gelene kadar yüzyıllarca dostluk içinde yaşayan Türkler ve Ermeniler, Türkiye ve Ermenistan arasında dostluğun yeniden tesis edilmesini önemsiyorum. Türkiye tarihiyle yüzleştikçe, Ermenistan'ın ve Ermeni diasporasının da tarihiyle yüzleşeceğine inanıyorum. İşaretleri şimdiden görülüyor: "Biz Türkiye kadar özgürce tartışamıyoruz... Biz de öldürülen Türk ve Müslümanlar için özür dilemeliyiz... Ermeni arşivleri açılsın..." sesleri yükseliyor.

Mümtaz'er Türköne (Zaman): Niçin 'özür dilemiyorum'?

Önce iki cümleden mürekkep bildiriyi hatırlayalım: "1915'te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felaket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum..." İlk cümlenin altına imza koymak, bu hadiselerin dışında kalan üçüncü kişi olmak anlamına geliyor. "Duyarsız kalmak" insanî, özellikle vicdanî olmayan bir durum. "İnkâr etmek" ise hem taraflara hem de üçüncü kişilere yönelik anlamsız bir suçlama. Çünkü "Felaket"i inkâr eden kimse yok. Sadece felaketin boyutları, soykırım olup olmadığı ve suçluları konusunda bir tartışma var. Peşinden gelen ikinci cümlenin varacağı yer ise "bireysel özür" değil bir "acıya saygı" ifadesi olmalıydı. Bildirinin maksadı ile içeriği arasındaki uçurumu da bu "özür" oluşturuyor.

Tarihle hesaplaşmak, bugüne dair sorunları çözmek içindir. Devletlerin, devletleri yönetenlerin farklı zamanlarda, farklı hesapları ve planları olur. Tarih bu hesap ve planların gereği devletlerin giriştiği katliam örnekleriyle dolu. Hiç kimsenin bugüne kadar iddia etmediği ve aklından geçirmediği bir durum: 1915'te yaşanan "Ermeni tehcir ve taktili"nin bir "Türk-Ermeni mukatelesi" olduğu iddiası. Bildiri tek tek bireylerin "kendi payına" düşen sorumluluğun sonucu olan "özür"ü vurgulayarak, "Felaket"i devletin sorumluluğundan alıp halkın sırtına yüklüyor. Ermenilerin doğumla kazandıkları etnik kimliklerinden dolayı gadre uğramaları bir "felaket". Ama, bu topraklarda yaşayanların verili kimliklerinden dolayı "sorumlu" tutulmaları ve onlardan işlemedikleri kabahatleri için özür beklenmesi adaletsizlik ve haksızlık değil mi?