BIST 10.159
DOLAR 32,21
EURO 35,09
ALTIN 2.472,06
HABER /  GÜNCEL

Kararını yedi yaşında vermiş

Özpetek, 7 yaşında gittiği sinema salonunda aslanın kükremesini görünce sinemacı olmaya karar vermiş.

Abone ol

Ferzan Özpetek (44) henüz 7 yaşındayken gittiği sinema salonunda o aslanın kükremesini, ardından da kafasını yana dönüp ikinci defa kükremesini izledikten sonra kararını vermişti. Sinemacı olacaktı. MGM film şirketinin gösterimdeki o filmi ‘‘Cleopatra’’ydı. Aradan zaman geçti. Seksenli yıllarda iyi bir ressamdı. Ama aklı hep beyazperdedeydi. MGM'in aslanını unutmamıştı. Bavulunu aldığı gibi aslanın arkasına takılarak Roma'ya gitti. Çünkü ‘‘Cleopatra’’ Roma'da çevrilmişti. Cinecitta sinema köyünde. Acele etmedi. Önce sinemaya yakın bir çevre edindi. Duayen Elio Petri'yi tanıdı. Her sözünü kafasının bir köşesine yazdı. Troisi, Tognazzi, Risi, Tedesco gibi ünlü yönetmenlere asistanlık yaptı. Bu tam 15 yıl sürdü. Pişti, olgunlaştı. ‘‘Solo’’ yapmaya hazır olduğunda ‘‘Hamam’’ı yarattı. Sonra ‘‘Harem Suare’’ geldi. Üçüncü filmi ‘‘Cahil Periler’’de ilk kez Roma ağır bastı. Nihayet ‘‘Karşı Pencere’’ ile patladı ve sayısını bile artık bilemediği ödüllere boğularak şöhrete kavuştu, tıpkı MGM'in aslanı gibi. Her filminiz bir öncesine oranla daha fazla seyirci çekti, daha çok hasılat yaptı ve daha çok ödül kazandı. Sizinki istikrarlı bir çıkış oldu değil mi? -Doğru. İlk filmim ‘‘Hamam’’ bütün dünyada gösterildi. Çok iyi gitti. Belki ‘‘Harem Suare’’ biraz daha az iş yaptı çünkü mayıs ayında gösterime girmişti. Ancak ‘‘Cahil Periler’’ ve ‘‘Karşı Pencere’’ hem seyirci hem eleştirmenler tarafından sevildi. Sinema düşüyle ilk Roma'ya geldiğiniz zaman günün birinde şöhreti böylesine yakalayacağınız aklınızın ucundan geçiyor muydu? -Değil o dönemde, yedi sekiz yıl önce bile aklıma gelmiyordu. Buraya geldiğimde dört yıl sinema okuyup tekrar Türkiye'ye dönerek bir şeyler yapmayı düşlüyordum sadece. Ama yavaş yavaş İtalya'ya alıştım. Yönetmenlik benim için bir rüyaydı. Başarır mıydım başaramaz mıydım? İlk filmimi çevirdiğim zaman birçok genç yönetmenle bu maratona birlikte başlamıştık. Şimdi hiçbiri ortada yok. İşte o zaman bir yabancılaşma oluyor. ‘‘Yani benden mi bahsediyorlar’’ diyorum, kulaklarıma inanamıyorum. O diğer genç meslektaşlarınızın başaramadığını sizin başarmanızı neye bağlıyorsunuz? -Benim için filmin bir büyüsü var galiba. Bence şans da var. Mesela film gösterime giriyor, bir deprem oluyor ve işi anında bitebiliyor. Bir filmin başarısını bir sürü faktör belirleyebiliyor. AKDENİZLİ YÖNETMENİN ABD'DE İŞİ ZOR Ama son filminiz ‘‘Karşı Pencere’’ için bunun söyleyemeyiz. Film olağanüstü rakiplerle gerek İtalyan ve gerekse yabancı eserlerle yarışmasına rağmen diğerlerine havlu attırdı. -Film İtalya'da şubatta vizyona girdi. Aynı anda birçok iddialı film de beyazperdeye yansıdı. Ben dezavantajlıydım. Medusa dağıtım şirketinden ayrılıp Mikado dağıtım şirketine geçtiğim için Medusa'nın dev salonlarına giremedim. Yine de ‘‘Karşı Pencere’’ seyirci ve hasılat rekoruna gitti. Filmin iki türlü başarısı var. Birincisi bir kutup yarattı. ‘‘Karşı Pencere’’ tek başına diğer filmlerle mücadeleye girdi. İkincisi, eleştirmenlerden iyi not aldı. Hollywood size ne kadar uzak? -Ben Akdeniz ülkesinden bir yönetmenim. Kuzey Avrupa değil Akdeniz kökenli bir yönetmenin Amerika'da başarılı olması çok zor. Çünkü Amerika'da yapımcı ve oyuncular ön planda. Yönetmenlerin yüzde doksanı (tabii hepsi değil) memur gibi çalışıyor. Avrupa'da tam tersi: Star sayılan yönetmen. Ama Hollywood'dan teklif almıştınız? -Evet aldım. Hollywood'da ya projelerine göre bir yönetmen bulamıyorlar ya da bu adamı bir deneyelim diyorlar ve hazırlanmış bir projeyi sana sunuyorlar. Bu zaten benim menajerim tarafından reddediliyor. Eğer İtalya dışında bir film yapacak olsam Türkiye'de çekerim. Ama şu anda İtalya'yı bırakmam çok yanlış olur. Çünkü bütün gözler bende. Örneğin ‘‘Karşı Pencere’’nin galası için Türkiye'ye gitmeden Sorrento Film Festivali'nde Altın Anahtar ödülünü alacağım. Bu, son dönemlerde şöhretin kapısını açan film adamına veriliyor. Reklam filmleri de çeviriyorsunuz? -Reklam piyasasında ‘‘Cahil Periler’’ filminden çıktıktan sonra hiç durmadan çalıştım. Türkiye'de bir kredi kartı reklamı yaptım. Ama İtalya'da çok yoğun çalıştım. Karşı Pencere sonrası, üzerime öyle bir yorgunluk çöktü ki, bu işten kaçtım. Gelen reklam filmi önerilerinin kalitesi de o kadar düşük ki. Nedense politikanın girdiği bir branş haline geldi. Ben de hoşuma gitmeyen bir reklam filmi yapmak istemiyorum. O paraya da ihtiyacım yok. Ünlü Benetton'un Oliviero Toscano sonrası imajı size emanet. Bu sanırım çok büyük bir proje ve hayli zamanınızı alacak? -Teklif geldi. Önümüzdeki eylülden itibaren büyük bir değişikliğe gidilecek. Başta radikal bir değişiklik fikri ortaya atıldı. Ama ben buna taraftar değilim. İşe birer dakikalık reklam filmleriyle başlayacağım. O filmlerden çıkacak fotoğraflar afiş olacak. Filmleriniz geçmiş ve gelecek arasında gidip gelen, ölümle yaşam arasında cebelleşen senaryolar üzerine oturuyor. -Hayatta alakasız görünen şeyler birbirini tamamlayabiliyor. Bir daire gibi. Şimdi bu oturduğum evde, yatak odamda bir Yahudi savaş sırasında Nazilerden saklanmış. İşte sana bir öykü çıkışı. Sinema benim için psikoloğa gitmek gibi. O da denmez ya, nasıl anlatayım... Aklına takılanları aktarıyorsun. Belki küçükken yaşadığım bir olay aklıma geliyor ve bunu anlatmaya çalışıyorum. Bir sürü insan tanıyorsun, seni etkiliyorlar. Sihirli tanışmaların meyvesini film haline getiriyorum. Evet, psikoloğa anlatmak istediğimi kamera arkasından itiraf ediyorum. SİNEMA SEKS GİBİBİR ANA İHTİYAÇ Bir İtalyan dergisiyle yaptığınız röportajda ‘‘Sinema seks ve beslenmeye benzer’’ demişsiniz... -Şöyle, sinema bizi doyuran bir araç. Cinsellik gibi, yemek yemek gibi, müzik dinlemek gibi, bizi besleyen ana şeylerden biri. İnsanlar toplanıyor, bir salonda gerçek olmayan bir şeyi seyrediyor ve doyuyor. Sinema, evet, cinsellik gibi, beslenme gibi bir ana ihtiyaçtır. Bunu demek istemiştim. İtalyan sinemasının uzun bir dönem sonrası tekrar doğuşunda başrolü oynayanlardan birisiniz. -Evet, İtalyan sineması son dört beş yıldır dirilmeye başladı. Burada iki yönetmenin adı ilk sıralarda yer alıyor. Ben ve Gabriele Muccino. Bunun söylenmesi hem hoşuma gidiyor hem de sorumluluk veriyor. Örnek vereyim. Bir sinema salonu sahibi çıktı karşıma, heyecanla ‘‘Sinemayı kapatacaktık. Ama filminizi görünce vazgeçtik. Salon doldu taştı’’ dedi. İtalyan halkı ‘‘Arka Pencere’’nin İtalya'yı Oscar’da Yabancı Film dalında temsil etmesini istedi. Ama Gabriele Salvatores'in filmi gönderildi. Bu konuda neler hissettiniz? -Yolda hálá durduruyorlar beni. ‘‘Karşı Pencere’’nin kazanması gerekirdi. Salvatores'e sinirlendik'' diyorlar. İnternetteki anketlerde de ‘‘Karşı Pencere’’ çok ağır bastı. Maalesef bu benim dışında bir gelişme. Oylamada kimin daha çok gücü varsa o seçiliyor. Salvatores'in arkasında İtalyan sinemasını kökten yönetenler vardı. Hiç umutlandınız mı? -Oscar aday adaylığı için mi? Tabii umutlandım canım! Ama az farkla ikinci geldim oylamada. Bir de şu var: İtalyan sinemasını bir Türk ismiyle temsil etmek! Türkiye'yi bir yabancı ismin temsil etmesi, gibi bir şey. Karşı Pencere'yle zirveye oturan yıldız Giovanna Mezzogiorno'yu Türkiye'de gösterilen ‘‘Son Öpücük’’ adlı filmde izlemiştik. Ufak tefek, güzel oyuncu, yeteneğiyle bu filmde dikkatleri çekmişti. Daha sonra Ferzan Özpetek'in ‘‘Karşı Pencere’’sindeki rolüyle zirveye çıktı ve İtalya'da ‘‘Yılın En İyi Kadın Oyuncusu’’ seçildi. Giovanna, siz Ferzan'ı, Ferzan sizi öve öve bitiremiyor. -Aslında ben yönetmenleri baba gibi görürüm. Onların beni pohpohlamasını isterim. Ferzan'ın da en iyi tarafı oyunculara insancıl yaklaşımıydı. Rolüm gereği bir pastane için evde pasta üretiyordum. Cömert Ferzan her gün onlarca pastayı sete getirtiyordu. Çekim tamamlanınca onları bir güzel yiyorduk. Zaten bu yüzden üç kilo aldım. Ben Ferzan'dan çok şey öğrendim. Eğer başarılı olduysam bunun mimarı Ferzan Özpetek'tir. Türk seyirci sizi Gabriele Muccino'nun ‘‘Son Öpücük’’ filmiyle tanıdı. Muccino, Ferzan'ın yakın dostu olduğu kadar bu yıl en büyük rakibiydi ve İtalyan Oskarları dağıtılırken 7-0 lık bir yenilgiyle havlu attı. -Ferzan ile Gabriele yeni İtalyan sinemasının iki değeri. ‘‘Ricordati di Me’’ çok güzel bir filmdi. Ama Ferzan'ın ‘‘Karşı Percere’’deki şiirsel anlatımı, gerçek bir öyküyü kusursuz yansıtması seyirci kadar eleştirmenleri de etkiledi. Bu filmde oynadığım için inanılmaz mutluyum. KARŞI PENCERE 12 ARALIK'TA TÜRKİYE'DE Karşı Pencere (La Finestra di Fronte), İtalya'da David Di Donatella ödüllerinde en iyi senaryo dahil beş kategoride ödül aldı. Ayrıca, Globo D'Oro, yani İtalya'nın Altın Küre ödüllerinde de beş ödül topladı. Filmde Raoul Bova, Giovanna Mezzogiorna, Massimo Girotti, Serra Yılmaz oynuyor. Film, evli ve iki çocuklu çift Filippo ve Giovanna'nın hikayesini anlatıyor. TÜRKİYE'DE FİLMİMİN ÇIKIŞI İÇİN ÇOK HEYECANLIYIM 15 gündür filan bayağı gerilimdeyim. İtalya çıkışı çok iyiydi, ama kendi memleketimde ‘‘Karşı Pencere’’yi beğendirebilecek miyim? Türk seyirci kitlesini düş kırıklığına uğratmamak gerekir. Aynı anda çıkan diğer filmleri de göz ardı edemem. 12 Aralık benim için yeni bir sınav olacak. İNSAN YURTDIŞINDA ÇOK VATANSEVER OLUYOR Türkiye'den özlediğim çok şey var. Arkadaşlar, akrabalar. İnsan yurtdışında çok vatansever oluyor. Başkalarına komik gelen şeyleri arıyorsun, burnunda tütüyor. Örneğin simit, peynir, yanında da demli çay... Türkiye'de yaşayanlar belki farkında bile olmaz. Ama sen arıyorsun. SERRA GİBİ DOSTU OLAN BAŞKA NE İSTER? Serra (Yılmaz) çok iyi bir dostum. Herkesin Serra gibi bir dostu olsa daha ne ister? Ama bu demek değil ki her filmimde rol alacak. Senaryo gereği bir rol için Serra tipi oluşunca onu oynattım. Serra İtalya'da çok sevilen bir oyuncu. Sokakta durdurup imza istiyorlar. Türkiye'de bu kadar ünlü olup olmadığını bilmiyorum. ‘UZAK’ OSCAR’LARDA SÜRPRİZ YAPABİLİR Uzun süredir Türk filmi izleyemiyorum. Ama ‘‘Uzak’’ filmini çok merak ediyorum. Başka bir Türk yönetmen (Nuri Bilge Ceylan) yurtdışında ödül alınca, tek başına değilsin bunu anlıyorsun. Oscar'larda sürpriz yapabilir. Çünkü filme büyük bir ilgi olduğunu biliyorum. Kaynak : Hurriyet