BIST 10.677
DOLAR 32,22
EURO 34,94
ALTIN 2.418,47
HABER /  GÜNCEL

internethaber.com 13 yaşında

İnternethaber 13 yaşında. İnternethaber'in 13. yaşı için ünlü yazarlar kalem oynattı. İşte 13. yaş yazıları;

Abone ol

  İNTERNETHABER -  Deneme

    5 Mayıs 2000...
    İnternethaber Türkiye'nin ilk haber sitesi olarak yayına başlıyordu.
Zaman su gibi akıp geçerken sizlerin desteği ile bugün 13. yaşımızı kutlamanın keyfini yaşıyoruz...


    Bu yola birlikte çıktık...
    3-5 derken, milyonları bulan okur kitlesi ile kocaman bir aile olduk. Her sabah sizlerle buluşmayı, sizlerin tercümanı olmayı, sizlerle interaktif yayıncılığı çok sevdik...


    Bu yolculukta 13 yıldır bizlerle olan eski dostlara teşekkür ediyor, her gün ailemize katılan yeni okurlarımıza bizi izlemeye devam edin diyoruz...

    Nice yıllara hep birlikte derken İnternethaber'in kısa bir öyküsünü Mehduh Bayraktaroğlu'nun kaleminden sunuyoruz;

   İNTERNETHABER 13 YAŞINA NASIL GELDİ?  

1968
yılı Kasım ayıydı. Henüz 17 yaşımdaydım. Sevgili babacığımın (Yattığı yer nur olsun) Edirne Devlet Hastanesi acil servisinde acı içinde ameliyathaneye alınmayı beklerken; “Benimki bir şey değil ama annenin hakkını ödeyemezsin oğlum” dedikten sonra o güzelim Trakya şivesiyle söylediklerini son nefesime kadar hatırlayacağım.
   “Anneciğin dokuz ay seni karnında taşıdığı, seninle yatıp seninle kalktığı yetmezmiş gibi bir de bir insanın ömrü hayatında çekebileceği en büyük acı olan doğum acısını çekmişti oğlum. O acıyı çekmediğim için ben annen kadar düşkün olamadım sana... İnsanoğlu zor sahip olduğu şeyin kıymetini daha çok biliyor; ölürsem anneciğini sakın üzme çocuğum”…
Babacığım o ameliyattan sağlıklı çıkmıştı ama bana da hayatımın en büyük dersini vermişti:
İnsanoğlu zor sahip olduğu şeyin kıymetini daha çok biliyor”…
*
     Bizim patronun (Hadi Özışık) sahibi olduğu İnternethaber Medya Gurubu’nun üzerine titreyişini, ona küçücük bir zarar gelmemesi için nasıl da hassas davrandığını, gecesini gündüzüne katarak; daha güçlü, daha güvenilir, daha itibarlı, daha etkin yapabilmek amacıyla nasıl da çabaladığını gördükçe, babacığımın söyledikleri döner durur kulaklarımda…
   “İnsanoğlu zor sahip olduğu şeyin kıymetini daha çok biliyor”…
Bilirim ki Hadi Özışık’ı sahibi olduğu İnternethaber Medya Gurubu’na karşı bu kadar duyarlı, bu kadar hassas ve hatta zaman zaman en sevdiği dostlarına karşı bu kadar kırılgan yapan; 13 yıl önce bugün çıktığı yolculuk sırasında çektiği acılar, çileler, zorluklar, yokluklar ve meşakkattir...
Hadi’nin yaşadıklarının hepsini bilebilmem mümkün değil elbette…
Ama...
Bilebildiklerim, bizzat tanık olduklarım ve kimilerini birlikte yaşadığımız çilelerini hatırladıkça; onun bütün hassasiyetlerine daha çok saygı duyuyorum…
*
2000 yılının Mayıs ayı olmalıydı.
Ağabey, internet gazeteciliği yapacağım vaktin olursa gel bir çayımı iç” dediğinde o söylediği gazeteciliğin ne olduğu bile henüz tartışılmıyordu.
Çünkü…
İnternet” denilen yolculuğa çıktığınızda gidebileceğiniz yere kağnı hızıyla ancak varabiliyordunuz. Ulusal gazetelerin kimileri internet ortamında yayın yapmaya çalışıyordu ama okumak istediğiniz haberin linkini tıkladıktan sonra sayfanın açılmasını beklemektense bakkala gidip bir şeyler alıp dönecek kadar vaktiniz oluyordu...
Yani; zordu dostlar, hem de çok zordu Hadi’nin çıktığı yolda yürümek…
Adresini sordum; Kadıköy’de bir yerdeydi.
Arabamı kullanan Yusuf’a sordum; “minibüsler o sokaktan geçiyor, park edemeyiz ama ben sizi bırakır sonra gelir alırım efendim” dedi.
  “Gidelim o zaman”…
Yusuf, Hadi’nin tarif ettiği adrese gidip, adı “Han” olan köhne bir binanın önünde durdu:
  “Burası olması lâzım efendim”…
İndim, kapıdan içeri girip merdivenlere doğru yürüdüm.
Sıvaları dökülmüş duvarda merdiven otomatiğini seçebiliyordum.
   Anahtara bastım ama ışık yanmadı. Bir kez daha denedim, yine yanmadı…
   Merdivene doğru yürüdüm. Daracık merdivenin tutmak istediğim demir trabzanları paslanmıştı. Elimi hızla çektim ama hemen yeniden sarıldım o paslı demirlere çünkü daracık merdivenler birden zifiri karanlığa dönüşmüştü.
   Az sonra Hadi’den, sadece giriştekinin değil, merdivenleri aydınlatan ampullerin de sık sık çalındığı için yerinde olmadığını dinlerken sevgili kardeşimin çıktığı yolculuğun ne kadar zor olduğunu bir kez daha anlayacaktım…
   Hadi’nin ofis kapısının önüne geldiğimde karanlıktan zili bulamadığım için kapıyı hızla yumrukladım.
Az sonra Hadi’nin bildik sesi geldi:
   “Kim o?”
   “Ben…”
Kapıyı açtığında merdiven boşluğu birden aydınlandı çünkü Hadi’nin ofisi caddeye bakıyordu.
   Sarıldık…
Her zamanki saygılı duruşuyla beni kendi odasına davet etti.
   “Kendi odasına” diyorum çünkü üç oda bir salon daireydi aslında geldiğim yer ama semt tamamen ticarileştiği için “iş yeri” olarak kullanılıyordu.
    Hadi; evin salonunu kendisine çalışma odası yapmıştı...
    Diğer odalardaki masalarda da birer bilgisayar vardı.
En güzeliyse, masaların üzerinde cam bardakların içine konan çiçeklerdi...
    Hem de kır çiçekleri...
    Öyle hoşuma gitmişti ki…
Tek hoşuma gitmeyen henüz taşındığı için düzenleyemediği tuvaleti ve mutfağıydı.
Bir iş yerinde temiz, düzenli ve bakımlı bir tuvaletle mutfağın önemini anlattım “çokbilmiş” ve hatta biraz da “ukalalaşarak”…
    Öyle saygıyla dinledi ki beni; birkaç gün sonra yeniden gittiğimde “lüks” değil ama tertemiz, yenilenmiş ve o “en parasız” haline rağmen masraf edilmiş tuvaletle mutfağı gördüğümde içimden; “bu çocuk başarılı olacak” dediğimi bugün de hatırlıyorum...
*
    Düşünüyorum da, “Allah’ın bildiğini kuldan saklamalı mıyım?
    Yok, hayır; madem dürüstlüğü “şiar” edindik o halde bu noktayı da mutlaka yazmalıyım…
Hani dedim ya odalardaki masaların hepsinin üzerinde birer “bilgisayar vardı” diye...
    İtiraf edeyim ki çok zor günler yaşayan, bazen evinin iaşesini sağlayacak parayı bulmakta zorluk çeken Hadi’nin o dört bilgisayarı nasıl aldığını merak etmiş ve incitmemeye özen göstererek:
    “Çok masraf etmişsin” demiştim…
    “Ağabey hepsi borç… Allah razı olsun güvendiler, verdiler” deyince en büyük servetin “güvenilir olmak” olduğunu söylemiştim…
     Ve Hadi o “güvenilir olma” özelliğini hep korudu, hep koruyacağından da eminim…
*
     İzninizle bir uzun atlama yapayım ve o günden 13 yıl sonrasına, bugüne geleyim hemen...
     O günlerde, merdiven aydınlatma ampulleri bile olmayan 45 - 50 yaşındaki köhne binanın köhne dairesinden bugün Barbaros’ta 400 metre karelik; Boğaz manzaralı ve kırk kişinin başlarını kaldırmadan çalıştıkları o muhteşem ofise geçiş hiç de kolay olmadı…
    Ne 13 yıl göz açıp kapayıncaya kadar ve lay lay lomla geçti…
    Ne de ampulsüz merdiven boşluklu köhne binadan günümüzün akıllı binasındaki mükemmel iş yerine yükseliş o kadar kolay oldu...
    Nasıl mı?..
    Kısaca anlatılacak bir yolculuk değil ki bu…
    Tamamını anlatmaya kalksam beş - altı yüz ekran sayfası tutacak kadar yoğun bir 13 yıl...
    Kısacık anlatsam sanki kolayca elde edilmiş bir başarı gibi gelebilir…
    Ama be sevgili dostlar;
    Şu kadarını söylemeliyim ki; on üç yıl bir kurumu hem de her gün biraz daha büyüterek ayakta tutmanın nasıl büyük bir başarı olduğunu ancak böylesi bir başarıyı yaşayanlar anlar…
    “Böylesi bir başarıyı yaşamayanlar anlamazlar” demek istemiyorum…
    Ama en başta dedim ya…
    Anaların evlatlarına babalardan çok daha düşkün oluşlarının sebebinin, çektikleri doğum acısı olduğunu her ne kadar ilk kez babacığımdan dinlemişsem de; hayat bana, babacığımın o tespitin çok doğru olduğunu bizzat yaşayarak öğretti…
    İşte onun içindir ki; sık sık “13 yıl” vurgusu yapmamı lütfen anlayışla karşılayın...


Türkiye'nin en ünlü kalemleri her gün severek okuduğunuz yazarlar, İnternethaber'i, 13. yaşgününde yalnız bırakmadı. İşte Türkiye'nin okuduğu kalemlerin İnternethaber ve internet medyası için yazdıkları.