BIST 10.282
DOLAR 32,28
EURO 34,83
ALTIN 2.416,85
HABER /  GÜNCEL

Hakan'dan 'dinci İzmir'in' hikayesi

Başbakan Erdoğan'ın 'gavur İzmir' iması Ahmet Hakan'ı gençlik yıllarına götürdü. Hakan da 'dinci İzmir'in' hikayesini yazdı.

Abone ol

Başbakan Erdoğan'ın 'gavur İzmir' imasından sonra gündeme gelen tartışmalara Hürriyet yazarı Ahmet Hakan da katıldı. Hakan Bu da benim ‘dinci İzmir’ hikáyemdir diyerek 1980'li yılları anlattı.

Yazı: Ahmet Hakan
Kaynak: www.hurriyet.com.tr

İZMİR’e ilk kez 80’li yılların başında gitmiştim.

Birlikte yolculuk yaptığım arkadaşım ‘Fethullahçı’ idi, İzmir’de okuyordu ve kenti iyi biliyordu.

Arkadaşım beni, o dönemlerde İzmir’in dört bir yanına dağılan ‘Işık evleri’nden birine götürmüştü.

‘Işık evi’ diyorum ya...

Sakın aklınıza fena şeyler gelmesin.

Öyle Polanski babanın ünlü ‘Rosemary’s Baby’ filmindeki esrarengiz ve gizemli tarikatın yuvalandığı dehşetengiz apartmana benzeyen bir tarafı yoktu.

Tüyler ürperten bir ayin yuvası filan da değildi.

Bildiğiniz evdi işte.

Bezgin ve salaş öğrenci evlerinden biraz daha halliceydi o kadar.

Eşyalar lüks değildi; ama kalorifer vardı.

Evde ‘teyp’ vardı; ama sadece Gülen’in kasetleri dinleniyordu.

O evden iki şey aklımda kalmış:

BİR: O dönemlerde, yani 12 Eylül’ün başlarında, otobüs terminallerine asılan ‘arananlar’ listesinde ‘ünlü teröristler’in yanında Fethullah Gülen’in de vesikalık fotoğrafı bulunuyordu. Bu yüzden Gülen’in vaaz kasetleri, o evde, sanki illegal bir eylem yapılıyormuş gibi dinleniyordu.

İKİ: Sabah namazı saatinde küçük evdeki ‘üstat’ abiler, herkesi ‘Şakirt kalk!’ diye dürtükleyerek namaza kaldırıyorlardı. Uykulu gözlerle sormuştum: ‘Şakirt ne demek?’ diye. Said Nursi’nin yolunu takip eden öğrencilere böyle sesleniliyormuş.

***

Ertesi gün İzmir’i şöyle bir dolaştık ‘Fethullahçı’ arkadaşımla...

İlk gençliğin yaramaz ve her şeyi denemeye hazır ruh hali nedeniyle ben bir parça şehrin merkezine filan heves ediyordum; ama arkadaşım beni İzmir’in mütedeyyin yüzüyle tanıştırmaya ahdetmişti.

Arkadaşımın İzmir mihmandarlığı şu sözlerle devam ediyordu:

- Burası Hocaefendi’nin ilk görev yeri Kestanepazarı Camii’dir. Hadi orada bir namaz kılalım.

- Ha dur bak burada bizim arkadaşların kaldığı bir ev var, oraya uğrayalım.

- Bak bu dükkánın sahibi cemaattendir. Hadi gel bir selam verelim.

- Burası Bornova... Hocaefendi’nin en son görev yaptığı yer...

Mihmandarım İzmir’deki cemaat ağırlığıyla beni bir parça sıktığını fark etmiş olacak ki, bir değişiklik yapma gayretine girdi.

Değişiklik olsun diye beni götürdüğü yer:

İzmir Yüksek İslam Enstitüsü idi...

Tahmin edebileceğiniz gibi orada da cemaatten abilerle buluştuk.

***

Şunu demek istiyorum:

80’li yılların başında...

Yani ilk gençlik günlerimde yaşadığım bu İzmir deneyiminin ardından, rahatlıkla şu saptamaları yapabilirdim:

- İzmir’in müthiş bir manevi havası var.

- İzmir ışık evleri, üstatlar ve şakirtler kentidir.

- İzmir’deki dini hava hiçbir yerde yoktur.

- Hocaefendi’nin özlemini çektiği ‘Altın nesil’, İzmir’de yetişmektedir.

Evet, ‘amatör’ günlerimde yaşadığım İzmir deneyimi, beni salakça bir yanılsamanın işte böyle etkisi altında bırakmıştı.

***

Derken bir gün...

Yani yıllar sonra...

İzmir’e yeniden gittim.

Güneşli pırıl pırıl bir gündü.

Şehrin girişinde bir lastik reklamının yer aldığı panoda şöyle bir slogan vardı:

‘Şehir güzel... Kızlar güzel... Lastikleriniz neden güzel olmasın?’

Sonra kentin fazlasıyla ‘laik’ yüzünü keşfettim.

Ve içimden şöyle fısıldadım:

Anladım ki bir şehrin tek bir yüzü yokmuş.