BIST 9.916
DOLAR 32,44
EURO 34,74
ALTIN 2.438,67
HABER /  GÜNCEL

Ecevit anılarını anlatıyor

DSP Genel Başkanlığı ve aktif siyasetten ayrılan Bülent Ecevit, anılarını anlatmaya koyuldu. Yener Süsoy'la konuşan Bülent Ecevit'in anıları geçmişin perdesini aralıyor.

Abone ol

Geçtiğimiz hafta DSP Genel Başkanlığı ve aktif siyasete veda eden Bülent Ecevit, anılarını anlatmaya başladı. Hürriyet Gazetesi'nin tecrübeli röportaj yazarı Yener Süsoy'ın 'nehir röportajı'nın ilki bugün yayınlandı. İşte Süsoy'un Ecevit'le yaptığı röportajın birinci bölümü: Erbakan’la bir sanatçı dostun evinde buluştuk 47 yıl sonra politikaya veda eden Ecevit, Türkiye’nin kritik kararlarının alındığı önemli olayların perde arkasını anlattı. Sıcak ve nemli bir Ankara öğleden sonrasında Oran’daki evlerine girer girmez gördük ki, Bülent Ecevit’e emeklilik çok yaramış. Yüzünde açan güllerle bir evin içinde, bahçede bir oraya bir buraya koşuşturuyor. Kahkahalar atarken pastasından kestiği bir parçayı çayına katık ediyor. Ayrılmaz parçası, her şeyi sevgili Rahşan’ıyla göz göze geldiğinde gözleri daha bir parlıyor Karaoğlan’ın. Rahşan Hanım’la karşılıklı tavla oynarken bize hakemlik yaptı, eşinin pulları parmakla sayarak oynamasına çok güldü. Bülent Ecevit, geçmişte yaşadığı tarihe ışık tutacak gizli anılarını, gizli dünyasını ilk bizimle paylaştı. Rahşan Ecevit de ilk kez özel yaşamının kapılarını açtı, hem de önlüğünü takıp pilav pişirinceye kadar. Daha fazla söze ne gerek... İşte yepyeni bay ve bayan Ecevit. Kuzey ülkeli olsaydım siyasetle ilgilenmezdim Efendim aktif siyasetten emekliye ayrılmış bulunuyorsunuz, kendinizi nasıl hissediyorsunuz? - Tek kelimeyle özgür... Sayın Süsoy, 50 yıla yakın kendi yaşamıma bağlı olamadım. Görev duygusuyla severek, beğenerek görevlerimi yapmaya gayret ettim. Pişman değilim, memleketim için elimden geleni yaptım. Halk beni çok iyi anladı ama, bazı entelektüeller, bazı köşe yazarları anlamadı, bu da normaldir. Özellikle 12 Eylül dönemi sonunda aktif siyasete girerken çok haksız eleştirilerle karşılaştım. Bunların hiçbirinin üstünde durmadım, bana çok ağır yazı yazanların hemen hiçbirine yanıt da vermedim. Yer yer bazı vatandaşlar bana hakaret, küfür etmiş diye savcılardan yazı gelirdi, istemiyorum diye iade ederdim. Ömrümün yarım yüzyılını siyasete vermiş olmamdan dolayı hiçbir pişmanlığım yok. Bu kadar sorunlu ve sorunları biraz gayretle çözülebilecek bir ülkede öyle boş durup, başkaları kurtarsın memleketi, ben hiçbir şeyle uğraşmayayım demedik. Eğer Kuzey ülkelerinden birinin vatandaşı olsaydım kesinlikle siyasetle ilgilenmezdim, kendi zevkimce çalışırdım. Erbakan’ın inanılmaz bir hayal alemi var Çok ilginçtir, 12 Eylül öncesinde tek uzlaştığınız siyasi parti lideri Necmettin Erbakan olmuştur. - Siyasi liderlerle ilişkilerimiz genellikle uygar bir düzeyde devam etti. Özellikle 12 Eylül’den sonraki yeni siyasal düzende benim başka partilerle siyasal ilişkilerim daha da iyi oldu. Ben öteden beri siyasi partiler arasında, karşıtlar arasında uzlaşma yolları olmalı diye düşünüyordum. Fakat 12 Eylül öncesi yıllarda bunu pek sağlayamadım, çok çaba gösterdiğim halde. İlginçtir, sadece Necmettin Erbakan’la uzlaşma olanağını buldum. İkimiz de o ihtiyacı duyduk, ben kendi çevremde bu yüzden büyük sıkıntı çekmedim ama, Erbakan çok çekti. Erbakan, bir dostumuzun evinde gizlice toplanmayı teklif etti, kimse görmesin diye. Ben bir sanatçı arkadaşımızı önerdim, isimlerini lütfen sormayın, bir araya geldik ve anlaştık. Türkiye’de sağ ve solun kavgalı olduğu dönemde, ben Erbakan’la konuşmayı içime sindiriyordum, o da sindiriyordu. Erbakan, ilginç bir insan, inanılmaz bir hayal álemi var. Bir şeyler hayal ediyor ve o hayalleri gerçek sayıyor. Bu da bir iyi niyet ifadesidir ama, siyasette bazen ters tepen sonuçlar veriyor. Adnan Menderes’le hiç tanışmadık Günlerden bir gün Başbakan Adnan Menderes’in önüne, dönemin istihbarat teşkilatı MEH’ten bir yazı gelir. Yazıda Bülent Ecevit’in Ulus’taki yazılarında TCK’nın 141 ve 142. maddelerine giren ‘komünistlik propagandası’ yaptığı ifade edilmektedir. Menderes ‘Babası Fahri Bey, hem Hukuk Fakültesi’nde hocamdı, hem de doktorumuzdu. Rahmetlinin çok yakınlığını gördüm, oğlu hapse girerse vicdanım muazzep olur’ deyip dosyayı Ağır Ceza’ya göndermez. Adnan Menderes’le hiç görüşmeniz oldu mu efendim? - Celal Bayar’la birkaç defa görüştük ama, rahmetli Adnan Menderes’le hiç tanışıp görüşmedik. O zamanlar ben genç bir politikacıydım, parti üst yönetiminde bir görevim yoktu, neden benimle görüşsün ki? Celal Bey’le babamın tanışıklığı vardı, Keçiören’de otururken evimize ziyaretçi olarak geldi. Çok kibar, beyefendi bir insandı. Bana ne okumak istediğimi sorunca, kendisine Yunan dili ve edebiyatına ilgi duyduğumu söyledim. ‘Sizin değerli kızınız Nilüfer Hanım, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin bu bölümünde, acaba kendisiyle görüşüp bilgi alabilir miyim?’ dedim. Dönünce söylemiş, Nilüfer Hanım beni kabul etti, ondan gerekli bütün bilgileri aldım. Demirel ancak savaşta elini tutarım dedi Bülent Ecevit’le Süleyman Demirel kol kola girmiş olsaydı, 12 Eylül darbesi olmazdı diye düşünenler hayli çoğunluktadır. - Defalarca ısrar ettim Sayın Demirel’e, fakat bir türlü kabul ettiremedim. 12 Eylül’den önceki yılbaşında zamanın Cumhurbaşkanı Korutürk bizlere birer mektup göndermişti. Ben gereği için hazır olduğumu bildirdim ama, Sayın Demirel’e kabul ettiremedim. Cumhurbaşkanlığına vekalet eden rahmetli Çağlayangil bizi buluşturdu, orada yine söyledim. ‘Türkiye’de çok tehlikeli şeyler oluyor, terör aldı başını gitti. Bu sorunları birlikte çözmek için ele ele verelim’ dedim, yine kabul ettiremedim. Bana ‘Biz ancak bir savaş durumunda el ele verebiliriz’ dedi. Ben de kendisine ‘İçinde bulduğumuz durum siyahtan daha siyahtır’ dedim ama, olamadı maalesef. Bunu bir eleştiri olarak söylemiyorum, sorduğunuz için açıklıyorum. Babam mektubumdaki Türkçe yanlışlarına dikkat ederdi Siyasi yaşamınızın her milimetresi bilinir ama, çocukluk döneminizle ilgili bildiklerimiz sınırlıdır. - Onlar çok iyi ana babaydı, birbirine çok yakındılar, ben de onların tek evladıydım. Annem de, babam da benimle öğretmen gibi ilgilenirdi. Daha okuma yazma bilmediğim zamanlarda anneme ezbere şiir okurdum, annem de not ederdi. Annem ressam, sanatla ilgiliydi, babam ise çok iyi bir doktor ve hukukçu nitelikleri olan bir adli tıp profesörüydü. Babam aynı zamanda psikoloji, felsefe alanında kendini çok iyi yetiştirmişti. Çok iyi ve güzel Türkçe bilirdi, bütün bu konularda beni özenle eğitti. Londra’dayken ona sık sık mektup yazardım, mektuplarımı inceler, eğer bir sözcükte ufak bir yanlışlık yapmışsam beni hemen uyarırdı. Babam adli tıp hocası olarak köylerde bir olay olduğu vakit savcıyla beraber giderdi. Yaz tatili sırasına denk gelirse beni de götürür, yanında oturtur, köylüleri dinlememi isterdi. 27 Mayıs’ın tehlikesini bir kaç haftada anladım 28 Mayıs 1960 tarihli Ulus Gazetesi’nde şöyle diyordunuz: ‘Türkiye halkı dün sabah uyandığında, güneşin ışığı ile beraber hürriyet aydınlığına da kavuştu. Bu aydınlığı ona Türk Ordusu bir büyük müjde olarak gecenin karanlığında sessiz sedasız hazırlayıp hak ettiği bir armağan olarak gün ışığı ile birlikte sundu. Sağ olasın Türk ordusu! Günaydın Türk milleti!.’ - Haklısınız, 27 Mayıs’ı ilk günlerinde genç bir gazeteci olarak destekledim, o yazıyı yazdım. Türkiye’de her şey bitti, bitiyor diyorduk, askerler ancak bu işin üstesinden gelebilir diye düşünüyordum. Fakat birkaç haftaya kalmadan askeri müdahalenin çok tehlikeli olduğuna inandım ve 27 Mayısçılara karşı Ulus Gazetesi’nde ağır bir mücadele açtım. Bu arada bir gazeteci arkadaşım bana bir grubun ‘Ülkü Birliği’ adlı bir proje hazırladığını, amaçlarının Nazi Almanyası’nda bile görülmemiş bir totaliter rejim kurmak olduğunu duyurdu. Bu projenin içinde olanlardan birinin de rahmetli Alparslan Türkeş olduğu açıkça söyleniyordu. Bunu duyar duymaz konuyu hemen Sayın İsmet İnönü ve parti meclisimize götürdüm. Bu konuda gereken mücadeleye katkıda bulunayım diye bana yetki verdiler. Bir gün adını vermeyeceğim, aile dostu bir 27 Mayısçı, beni eski TBMM binasına çağırdı. Gittiğimde yanında tanımadığım biri vardı, galiba emekli bir askerdi, dik başlı, sert biriydi. 27 Mayısçı, ona durmadan ‘hocam hocam’ diyordu. İkisi de hem 27 Mayıs’a karşı neden savaş açtığımı öğrenmek istiyor, hem de aba altından sopa gösteriyorlardı. Kendilerine askeri darbeye derhal son verilmesi gerektiğini söyleyip, karşı tavrımı sürdüreceğimi söyledim. Bunu duyunca çok kızdılar, büyük bir hiddetle beni tehdit ettiler, yanlarından ayrıldım. Ulus’taki gazeteci arkadaşlarım tehdit edildiler, ama yine de yılmadan sürdürdüler kampanyayı. En ağır yazımın çıktığı sabah 14’ler sürüldü gitti, eğer bir gün daha kalsalardı benim başıma mutlaka bir şey gelecekti.