BIST 10.215
DOLAR 32,35
EURO 34,85
ALTIN 2.381,71
HABER /  GÜNCEL

Dumanlı, medyada tarafsızlık istedi

Başbakan Erdoğan'ın ABD gezisi, medyada büyük yankı uyandırdı. Pozitif ve negatif eleştiriler, Ekrem Dumanlı'nın dikkatini çekti. Dumanlı, medyayı tarafsızlığa çağırdı.

Abone ol Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD gezisi medyada büyük yankı uyandırdı. Ekrem Dumanlı, medyada yer alan eleştirilere köşesinde yer verdi. Dumanlı, tarafsız medya istedi. Dumanlı'ya göre

Yazı : Ekrem Dumanlı
Kaynak :


Başbakan Erdoğan’ın Amerika seyahati, insanların dış politikaya yaklaşımındaki şuuraltını da ortaya çıkarmış oldu.


Bir grup insan, Türkiye’ye yabancı bir devletin gözüyle; üstelik tepeden bir nazarla bakıyor. Bu ters bakışı meşrulaştırmanın yolu, tenkitleri hükümete yönlendirmekten geçiyor. Bu anlayış, neredeyse yabancı gücün eline bir sopa almasını ve Türk siyasetini kıyasıya dövmesini bekliyor. Bu arzunun temel içgüdüsünde halk iradesine karşı duyulan intikamı sezmek de mümkün. Medya tarafından kuşatılmış halk, dayatmalara boyun eğmiyor ya; o halde onun seçtiği “hükümet(ler) bir şekilde te’dip edilmelidir”. Zihniyet bu!

Türkiye’ye başkalarının gözüyle tepeden bakma, yeni bir durum değil; ancak, bu bakışın kendini bu kadar pervasızca açığa vurduğu da vâki değil. “Yabancı kaynaklardan edindiğim off the record bilgilere göre…” diye başlayan konuşmalarda, kişinin hangi safta yer aldığını anlamak çok zor. Diyelim ki bazı kişilerin özel durumu nedeniyle bir saf tutması gerekmiyor ve gerçeğin kendisine ulaşmak asıl maksattır; o zaman pozitif gelişmeleri de resmetmek gerekmiyor mu?

Gazetecilik gibi, akademisyenlik gibi mesleklerde objektif bir duruş sergilemek çok önemli. Bu çerçevede konuşan/yazan birilerinin topyekün negatif ya da pozitif analizler ortaya koyması, onların tarafsız olmadığını ispatlar. Hele bir de bu milleti, bu milletin kurumlarını hafife alma, aşağılama, küçük görme gibi marazî bir yaklaşım ortaya konuyorsa, yorumcular üzerindeki kuşkular daha da artar. Ortada ya kişilik bozukluğu vardır; ya da saf bağlama güdüsünün yanlış bir tezahürü.

Birey, bir ülkeyi, devleti, hükümeti vs. sever ya da sevmez; o, kendi bileceği bir şey. Ancak uluslararası ilişkiler üzerine kafa yoranlar, bilgi aktarırken veya analiz yaparken duygularını bir kenara bırakmak zorundadır. Çünkü uluslararası ilişkilerin mahiyeti, sübjektif kriterlerin reddine dayanır.

Yukarıda söz ettiğim yaklaşımın tam tersine bir üslup da söz konusu. Bazılarına göre de Türkiye, başta AB ve ABD olmak üzere hiçbir ülke ile iyi ilişki kurmamalı, kendini modern bir Ergenekon’a hapsetmelidir. Bu düşünceye göre Türkiye, herkesle kavga etmeli, münasebetleri muhtemel bir savaş psikolojisi üzerine kurmalıdır. Ezkaza hükümet, bir ülkeye seyahat tertip etse, zirve toplantısı yapsa, bu insanlar ülkenin satışa çıkarıldığı zehabına kapılır…

Her iki ruh halinden de sağlıklı politikalar üretilemez. Birinci yaklaşım biçiminde yabancı hayranlığının, gurura, kibre dönüştüğü açık. Öyle ki hayranlık duyduğu dünyadan Türkiye’ye atılan olumlu bir adım en önce bu tip insanları huzursuz eder. Onlara göre müstahak olduğumuz ceza sebebiyle ilişkiler hep sorunlu kalmalıdır. “Türk tarafı”nın tokatlanmasından bir Türk’ün sadist bir zevk almasının başka bir anlamı olabilir mi?

İkinci yaklaşım biçiminde de eziklik psikolojisi hakimdir. Her ne kadar hamasi argümanlar kullanılsa da, özünde “süper güç” kavramı karşısında “parçalanma”, “kullanılma” gibi endişeler vardır. Bu korku, maziye sığınmakla geliştirilen epik söylemler kadar, istikbal hakkındaki korkunç kehanetlerden de beslenir…

Yabancı düşmanlığı (özellikle ABD ve AB düşmanlığı) üzerine söylem geliştirenler, uluslararası ilişkilerin dayandığı bütün gerçekliği yok sayarak hır gür çıkarmayı, dengeli politikalar kurmaya tercih eder…

Türkiye’de hükümet(ler) çoğu kez keskin söylemlerin ortasında kalıyor. Bir taraf, ülke yönetimini AB’ci, ABD’ci olmakla suçlarken; diğer taraf da bu güçlerle ilişkilerin bozulmasından hükümet(ler)i suçluyor. Her iki marazî yaklaşımın da kesiştiği tek nokta, ihanet suçlamasıdır. Hal böyle olunca sağlıklı bir dış politika oluşturmak mümkün olmuyor. Türkiye’nin bu kadim hastalıktan kurtulup politik gerçekliğe daha soğukkanlı yaklaşması gereki-yor. Tabii bazı takıntılardan kurtulmak ön şartıyla…