BIST 9.645
DOLAR 32,59
EURO 34,83
ALTIN 2.414,75
HABER /  GÜNCEL

Beni Mustafa Kemal Kurtardı

Aşk, ihanet, savaş ve gözyaşı dolu bir yaşam öyküsü

Abone ol

İnternethaber özel / Dilek Yaraş

İlk şiirleri kendi dili Hırvatça’dan önce Türkçe’de yayınlanan Eleonora Damyanovic Luthander’in yaşam öyküsünde Mustafa Kemal’in apayrı bir yeri var.

Öykümüz Eski Yugoslavya’da başlıyor. İçinde aşk, ihanet ve gözyaşı olan bu öyküde bir ülkenin parçalanmasının insan ruhunda açtığı zararları, Batı dünyasının iki yüzlülüğünü göreceksiniz.

Eleonora, üniversiteyi bitirtiği günlerde, Belgrad’da görev yapan İsveçli bir gazeteciye aşık olur evlenir. Sene 1975.

Başlangıçta mutlu bir evlilikleri vardır. Kocasının görevi nedeniyle dünyanın çeşitli ülkelerini dolaşırlar. 1985 yılında kızlarını Emma’nın kan kanserine yakalanması üzerine zor günler başlar. Küçük Emma’nın tedavisi için Stochkolm’e yerleşmek zorunda kalırlar. Emma, tedavi olur ve iyileşir ama bu iki yıllık çok çetin bir süreçtir... Bu süreçte evliliğin çatırdamaya başladığını farkeder Eleonora.

’’Aslında, kocam daha İsveç’e yerleşir yerleşmez değişmeye başladı. Eskiden bana karşı çok saygılı ve sevecen olan o adam gitti. Onun yerine beni küçük görüp yok sayan ve ezmeye çalışan bir adam geldi.’’

Emma’nın amansız hastalığıyla boğuşma, ikinci çocukları Joakim’in doğumu, bebekliği derken kocasındaki değişimleri pek önemsemez Eleonora.

Ama, hastalık yenilip de günlük hayatın rutinine geri dönüldüğünde evliliklerinin çökmekte olduğu yadsınamayacak bir gerçektir artık ve Eleonora kocasından boşanmak için mahkemeye başvurur.... Mahkeme, Emma’nın velayetini babaya verir. Küçük Joakim, henüz anne sütüne muhtaç olduğu için anneye kalır.

Mahkeme kararından sonra Emma, gece yarılarına kadar çalışan babasının yanında kalmaya başlar. Henüz dört yaşındaki küçük kız, gündüzlerini kreşte, akşamlarını ise çocuk bakıcısının ellerinde ana-baba sevgisinden yoksun geçirir.

Bu arada Eleonora da boş durmaz elbette. Mahkemeye başvurarak kızının velayetini geri almaya çalışır. Ama baba çok nüfuzlu bir gazetecidir ve Emma’yı annesine vermemeye kararlıdır:

‘’Mahkemeyle uzun süre boğuştum ama bir türlü onları kızıma bakabileceğime ikna edemedim. İş öyle bir noktaya geldi ki kadınlığımı bile bana koz olarak kullandılar. ‘Kadınlar regl günlerinde sinirli olurlar. Erkeklerin böyle günleri olmadığı için onlar daha dengelidirler.’ dediler.’’

İsveç kurumlarıyla başa çıkamayacağını anlayan Eleonora en sonunda ne yapar eder kızını ve oğlunu alıp Yugoslavya'ya  kaçar ve Hırvatistan’daki turistik (Gdinj) adasında bulununan evine yerleşir. Sene 1988.

Gdinj adası yepyeni bir başlangıç olur Eleonora ve çocukları için. Belediye başkanından balıkçısına kadar bütün ada sahip çıkar anne ve iki çocuktan oluşan bu üç kişilik Sırp ailesine.

Tam herşey yoluna girmiş görünürken bu sefer de Sırbistan ile Hırvatistan arasında savaş patlak verir. Eleonora da savaşın yol açtığı işsizlik ve yoksulluktan nasibini alır. Mecburen evinin odalarını adayı ziyarete gelenlere kiralamaya başlar. Zor günler başlamıştır yine...

İşte o zor günlerde ilginç bir kiracısı olur Eleonora’nın:

‘’Başlangıçta benim için herhangi bir kiracıydı sadece. Yetmiş beş yaşında, yakışıklı, kibar ama sıradan bir emekli... Meğer Yugoslavya’nın en büyük Türk’ünü ağırlıyormuşum evimde de haberim yokmuş.’’

Eleonra’nın sıradan bir emekli sandığı kiracı, Yugoslavya’daki Türklerin en çok saydığı insan, Tito’nun sağ kolu, Tan ve Birlik dergilerinin sahibi, devlet tiyatrosunun şef dramaturgu, bilim akademesi üyesi ve Atatürk hayranı Mustafa Kemal Karahasan’dan başkası değidir.

’’İnsanların ve ülkelerin en zor dönemlerinde hep bir kurtarıcıları olur. Sizin ülkenizi kurtaran Mustafa Kemal Atatürk’tü; beni hayatımı kurtaran da Mustafa Kemal Karahasan...’’ diyor Eleonora...

Karahasan, Eleonora’nın şiir yazdığını öğrenince bu şiirleri okumak ister...

’’Bütün gece sabaha kadar şiirlerimi okumuş. Ertesi sabah bana şiirlerimi çok beğendiğini ve bunları Türkçe’ye çevirerek kendi çıkardığı Birlik ve Tan dergilerinde yayımlayacağını söyledi... Bu sözlerinin ardından, benim kendimi ciddi olarak şiire vermem gerektiğini ve şairlerin insanlığa karşı sorumlu olduklarını anlattı.’’

Karahasan’ın bu sözleri Eleonora’nın hayatındaani bir dönüşüme yol açar ... Kendisini kader kurbanı, çaresiz bir kadın olarak görmekten vazgeçer.

O bir şairdir ve hayatını dilediği yöne çevirecek güce sahiptir.

1993 ve 94 yıllarında ardarda iki şiir kitabı yayınlarınr. Her iki kitap da kendi dili olan Sırpça’da değil de Hırvatça’da yayınlanır. Eleonora için bunun hiç önemi yok:

‘’Ha Sırpça ha Hırvatça... Şiir her dilde şiirdir. Üstelik o küçük adadaki Hırvatlardan hiçbirisi beni Sırp olduğum için dışlamadı. Tam tersine himayelerine aldılar ve kendilerinden biri olarak gördüler... Sırp uçakları adayı bombalarken hepberaber saklanıyorduk. ‘Bana bomba atmayın ben Sırp’ım’ diyecek halim yoktu ya... Savaş öyle saçma ki...’’

1994 yılında İsveç’e dönmeye karar verir Eleonora:

‘’Savaştan dolayı hayat çok zordu. İsveç’te hakları olan çocuklarıma o sıkıntıyı yaşatmaya hakkım yoktu. Kızım da, 12 yaşını doldurduğu için İsveç’e dönmemizin önünde bir engel kalmıyordu artık. Çünkü, İsveç’te 12 yaşını dolduran her çocuk kiminle yaşayacağına kendisi karar verebilir.’’

İsveç’e döndüklerinde Emma, babasını arar ve orada olduğunu haber verir...
‘’Eski kocam, haberi alır almaz kapımıza sosyal görevlileri dikti... Emma’yı benden alamadı ama yıllarca, o yetişkin bir kız olana kadar her fırsatta beni sosyal kurumlara şikayet edip yalan ve iftiralarla çocuklarımı elimden almaya çalıştı... Bu mücadeleler sırasında öyle yıprandım ki savaş sırasında bile kendimi ölüme o kadar yakın hissetmemiştim.’’

Eleonora, İsveç’in daha önce tanık olmadığı ikinci yüzünü yaşamaktaydı bu dönemde...

’’Eskiden, başarılı bir gazeteciyle evli, lüks bir pakettim. Hiç kimse beni göçmen olarak görmüyordu. Çevrem kocamın arkadaşlarıyla doluydu ve hepsi beni çok seviyordu. Boşandığım anda ise, birden bire kullanılmış göçmen kadınların atıldığı bir çöplükte buldum kendimi. O güne kadar İsveççemi çok hoş bulanlar, birden dili yeterince iyi kullanamadığımı farketmeye başladılar.’’

İsveç’te içine düştüğü bunalımlı günlerden yine şiirle çıkar Eleonora, hem de bu sefer de doğrdudan İsveççe yazdığı şiirlerle...



Emma ve Joakim, başarılı ve mutlu gençler olarak toplumdaki yerlerini aldılar... Mücadeleyle geçen o zor yılların ardından hayatının en ahenkli dönemlerini yaşadığını söyleyen Eleonora, hayatın tüm güçlüklerine çocukları ve şiirleriyle karşı koyduğunu vurguluyor. Hayat boyu, derin hayal kırıklıkları yaşamış ama insanlara olan sevgisini ve inancını hiç bir zaman kaybetmemiş güçlü bir kadın o.