Sayın Cumhurbaşkanımız çok tartışılacak bir iddia ortaya attı:
“Şirket gibi yönetmeliyiz.”
Bunun alt metninden pek çok öykü çıkacaktır. Pek çoğuna Sayın
Cumhurbaşkanımız bile şaşıracaktır. Bizim kanaatimize göre bu
iddia, ONA İLİŞKİN başka bazı konularla birlikte ele alınmalı ve
muhakkak sağduyu ile değerlendirilmelidir.
Biz, İLİŞKİN OLAN konulardan üç tanesini
seçeceğiz.
Birincisi, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığının, AK Partililer ve
diğer parti taraftarları nezdindeki algısı.
İkincisi, Başbakanımız Sayın Davutoğlu ve Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme eski Bakanı Sayın Elvan tarafından geçtiğimiz haftalarda
lansmanı gerçekleştirilmiş olan Mega Proje.
Üçüncüsü, SONAR’ın geçen hafta ilan ettiği,
“araştırma” adı altındaki senaryo. Yani,
“CHP’ye yakınlığı ile bilinen” notu ile 11 Mart
2015 tarihinde, İnternethaber’de yayınlanan araştırma. Buna göre AK
Parti 243, CHP 133, MHP 116, HDP 58 milletvekili çıkarıyor. Oylar
ise AK Parti %40, CHP %27.1, MHP %18, HDP %10.1, Vatan P. %3, Diğer
%1.8.
En sondan başlayalım. Bu sonuç mümkün müdür? Bilmem. Ama
muhtemeldir. Sistem böyle. Diyelim ki 5 siyasi parti barajı aştı.
Birinci partinin oyu %49. Diğerlerinin oyları %12 ile %13 arasında
değişiyor. Muhtemeldir ki son 4 partinin her biri 65 ile 75
arasında milletvekili çıkaracaktır ve %49 oy alan birinci siyasi
partinin milletvekili sayısı 276’yı bulmayacaktır. Değişik
vesilelerle ben de söyledim. % 42-43 oy oranına sahip
olmasına rağmen AK Parti’nin parlamento çoğunluğundan mahrum
kalması ve hükümetten gitmesi muhtemeldir.
İkinci konu Mega Proje. Gerçekten de UDH Bakanlığı çok önemli
bir proje tanıttı. Boğaza üç katlı tüp geçit yapılacak. Önümüzdeki
5 yıl içinde tamamlanacak olan proje kamu kaynaklarıyla
yapılmayacak. İstanbul trafiği açısından çok önemli. Kapsamı
itibariyle gerçekten de MEGA. Ama Sayın Bakan bu kadar muhteşem bir
projeyi olağanüstü bir tevazu ile tanıttı; alışılmış siyaset
standartlarının dışına çıkarak. Projenin takdim edilişi; proje
kadar önemlidir. Konsept, proje kadar MEGA’dır: “KÜRESEL
BAŞKENT İSTANBUL”
Sayın Başbakan, “Türkiye’nin Başkenti Ankara”
dedi: “Dünyanın başkenti İstanbul”. İlk bakışta oldukça benmerkezci
bir siyasal söylem kabul edilebilirdi, şayet, Başbakan “çünkü”
demeseydi ve eklemeseydi: “Ayasofya ile Süleymaniye, İstanbul’da
yan yana”. Konsept, medeniyetler buluşmasından daha da ötesini,
medeniyetler kaynaşmasını hedef olarak ortaya koyan bir söylemdir.
Üç katlı, modern ipek yolu aynı zamanda, üç oluktan oluşan kültür
kanallarıdır. Doğu ile Batı’nın kültürleri bu kanallarda tedavül
edecektir. Bu da demektir ki, İstanbul, dünyanın kültür
başkentidir. Mega Proje’nin hem kendisi hem konsepti
dünyada ilkti. Ama hak ettiği ilgi ve takdiri görmedi. Konuşulmadı
bile.
Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlığın kurumsal mahiyetine gelince:
Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu bilindiği gibi yürütme erkidir.
Yasal olarak da böyle, fiili olarak da. Kararlar alır ve uygular.
Kaynak toplayıp dağıtma, sarf etme yetkisini haizdir. Dolaysıyla,
Başbakanlıkla Cumhurbaşkanlığı arasındaki en önemli fark budur.
Yani, Cumhurbaşkanlığında proje üretilmez, planlanıp uygulanmaz.
Başbakanlık ve Bakanlıklar proje üreten ve planlayıp uygulayan kamu
kurumlarıdır.
Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra değişen durum esasen
budur. Cumhurbaşkanımız, Cumhurbaşkanlığı Sarayını, Başbakanlık
işlevleriyle yükümlü kılıyor gibi. Bu durum bir yönüyle iyi.
Sembolik bir görünümden ibaret Cumhurbaşkanlığı, proje menşei
haline gelmektedir. Sorunlar ve çözüm önerileri üzerine kafa yoran
kadrolar çalışmaktadır. Bir yönüyle kötü. Başbakanlık ve hatta
Bakanlıklar devletin rutin işlevlerinin yürütüldüğü bürokratik
mekanizmalardan ibaret hale gelebilir.
Nitekim yapılan bazı kamuoyu araştırmalarında, AK Parti
taraftarları, Cumhurbaşkanlığını, Başbakanlıktan daha fazla
sahiplenmektedirler. Diğer partilerin taraftarları da Başbakanlık
ve Bakanlıklardan daha fazla Cumhurbaşkanlığına muhalefet etmeye
yönelmektedir.
Kuşkusuz ki böyle bir algı seçmen nezdinde dominant hale gelirse,
en başta AK Parti taraftarları olmak üzere, öncelikle Başbakanlık
ve Bakanlıklar, daha doğrusu yürütme ile yükümlü kurumlar, seçmenin
ilgi ve takdir alanından çıkacaktır. Ama muhtemel aksamalarla
ilgili olarak hesaba çekileceklerdir ve AK Parti’ye az veya çok
muhakkak bir fatura kesilecektir. İkinci olarak, AK Partililer bile
duyarlılıklarını Başbakan ve Bakanlıklar ve hatta AK Parti’den
ziyade Cumhurbaşkanlığına yönelteceklerdir ki, bu da, önümüzdeki
seçimler için çok ciddi bir risktir. Zira seçmenin seçimlerde kendi
siyasi partisini militanca sahiplenmesi şarttır.
Başbakanlıkla UDH Bakanlığı’nın takdim ettiği Mega Proje’ye
ilgisizliğin nedenleri ve ayrıca SONAR’ın ilan ettiği araştırma
sonuçları, kanaatimce, alışılmış bakış açıları ters yüz edilerek,
bir de bu açıdan değerlendirilmeli ve hatta mercek altına
alınmalıdır.
Seçmenlerin pek çoğu televizyon izleyicisi gibidir. Televizyon, ne
geçim sıkıntısına çaredir ne işsizliğe çözüm getirir ne karı - koca
kavgasını önler ne de diploma dağıtır. Televizyon izleyicisi,
televizyon izlerken; düşünmez, çabalamaz, muhakeme etmez, asla
kendisini yormaz. Televizyon dinlendirdiği, rahatlattığı ve hiçbir
çaba sarf etmeyi gerektirmediği için caziptir.
Seçimler de öyle. Çok işe yarar ama insanlar seçimleri, hayati
derecede önemliymiş gibi algılamaz Seçmen siyasal seçimini en az
çaba ile ortaya koymak ister. Dolayısıyla, seçimin sonuçlarının
hayati olduğu gerçeği ile, seçmenin seçim yapma işini birbirinden
ayrıştırmak gerekir. Seçmen siyasal tercihini en az zihinsel çaba
ile belirlemek ister. Pek çok değişkeni bir araya getirmesini
istersek, oraya atılan oyun şuranın hanesine gideceğini
hesaplayacağını umarsak, şöyle bir oy vermenin böyle bir sonucu
olur muhakemesine onu zorlarsak, bunlar seçmeni bunaltır. Böyle
durumda, seçmen, işyerinde maruz kaldığı gerginlikle ve baskıyla
karşı karşıya olduğunu zanneder ve inadına yan çizer. Kısacası
seçimler, seçmenin işini kolaylaştıranın kazandığı bir
arenadır.