Son günlerde, en doğru lafı HDP’li Selahattin Demirtaş sarf
etti: “Operasyonlar Kürtlerin toprak bütünlüğüne
yönelik.”
Bu lafın dışında, kim ne söylüyorsa, topu taça atıyor ya da
ofsayta düşüyor; kasten ya da kazaen, tam olarak
bilemedim.
Dostlarım, arkadaşlarım, öğrencilerim bana ne olup bittiğini
soruyorlar: Ben otorite değilim ama fikirlerime itibar edenler var,
hatır için iltifat edenler var, bir de tabi merak edenler…
Hiç evirip kıvırmadan, asist edip; lafı ortalayıp, forvete
göndereceğim:
Bu operasyonlar, terör, ölümler, bu cinnet hali; muhtemel bir
erken seçimde HDP’yi parlamento dışı bırakıp, AK Parti’yi yeniden
iktidara getirmek amacına uygun şartlar tesis etmek için
tezgahlanmaktadır?
HDP’lilerin, bazı sol grupların ve bazı CHP’lilerin fikri bu. Hatta
HDP’liler en üst düzeyde, bunun “Saray”da tasarlanan bir senaryo
olduğunu iddia ettiler. İtiraf edelim, ciddi bir taraftar da
toplamaktalar. Pek çok insanın içine, en azından kuşku
düşürdüler.
Daha da vahimi şu: Bu iddiaya yönelik hiçbir ikna edici ve
etkili argüman ileri sürülmedi. Sanki, suçluluk halet-i ruhiyesine
kapılmışlar dedirtecek bir ölüm sessizliği var. Bu kadar mı acz ve
zafiyet olur. Şunu bile anlarım: “Cumhurbaşkanlığı bir tedbir
alıyorsa, bu devletin tasarrufudur. Devletin hikmetini sual
etmeyin”. O zaman derdim ki; “AK Parti’nin
rehberliğindeki devlet de eninde sonunda İttihat Terakki’leşti,
eyvahlar olsun.”
Ama, vallahi öyle değil. Bu durumun, seçimden hemen sonra, ateşten
bir gülle gibi üzerimize düşmesi tamamen tesadüf. Ne yazık ki,
farkında olmadan, bunu itiraf eden yegane siyasetçi gene Demirtaş
oldu.
Benim anladığım şu:
Ateşten Gülle Sağanağı
Kuzey Irak’ta konuşlanan PKK ile, onun Suriye kolu PYD ve
bilmemne’lerin tümü, seçimden bir yıl kadar öncesini kapsayan bir
süreçte, bizim sınırımızda, Kürt kantonlarını bir araya getirmek
suretiyle, Kobani merkezli bir Kürt devleti kurma projesini
işletmeye başlattılar. Demirtaş bu yüzden, “Kobani bizim için,
sizin Çanakkale’niz kadar önemlidir” demişti. Yani,
“Kobani, Pan Kürtist ulusal bütünlüğün tesis edileceği
cephedir” demek istiyordu. Zira bu girişim; Irak, İran,
Suriye ve Türkiye topraklarını içine alan bir PAN-KÜRDİSTAN
hedefini içeriyordu.
Diğerleri saf dışı bırakıldığı için, buna itiraz edebilecek
durumdaki iki ülke İran ve Türkiye’dir. Sonradan deklare edildiği
gibi, nükleer enerji konusunda esneklik vaat edilerek İran teskin
edildi. Türkiye için ise sanırım hesap şuydu: Üç Kürt
kantonunun bir araya getirilmesine, Türkiye çok sert bir tepki
verdiğinde, diplomatik ve hatta askeri yolla engellemeye
çalıştığında, (Güney Kıbrıs örneğinde olduğu gibi)
Kürt kantonlar için Avrupa Birliği üyelik sürecini
başlatmak. Güvenlik Konseyi üyesi
Türkiye, bırakın karşı çıkmayı, bu körpe
Kürt devletini korumakla mes’ul olacaktı. Nitekim HDP,
zaman zaman, Türkiye “Kobani’ye neden sahip çıkmıyor” gibi
laflar etti. Hatta hatırlarsanız, sokak terörünün birincil
gerekçesi de bu iddia idi. Ancak, AB için, hesapta olmayan bir
Yunanistan pürüzü çıktı. Yunanistan’ın iflası, AB’nin kendi içine
dönmesine neden oldu. Bu durum, malum niyeti inkıtaya uğrattı ama
lağv etmedi.
Neden böyle uluslararası bir senaryo işletiliyor olsun
ki.
Benim anladığım şu:
İsrail, çok uzun yıllardır tehdit altında. İran, Arap ve diğer bazı
ülkelerin, İsrail varlığına tahammülleri yok. Net olarak görüldü
ki, İsrail kendini tehdit altında hissettikçe, Ortadoğu’da
huzuru tesis etmek mümkün değil. Son yıllardaki, AK
Parti’nin İsrail karşıtı söylemi de bu tehditin tuzu biberi oldu.
Mısır, İsrail için kısmen güvenli bir hat haline getirildi ama
Müslüman kardeşler hala potansiyel tehlike. Kuzeyde
oluşacak bir Kürt devleti, İsrail için ikinci ve çok daha güvenli
bir hat oluşturacak. Zira kurulacak Kürt
devletinin içinde kesinlikle İslamcı ve hatta dindar Kürtlere yer
yok, hayat hakkı da yok. Bu İsrail için oldukça uzun
soluklu bir güvenlik alanı ve ahalisi demek. Bu
proje başarılı olmadığı takdirde, yani İsrail’i
teskin edecek güvenlik alanları ve ahalileri inşa edilemediği
takdirde, İsrail’in vahşeti, hırçınlıkları ve militarizmi ile baş
etmek asla mümkün olmayacak ve İsrail’in bu tavrı da sürekli düşman
üreteceği için, Ortadoğu en az bir asır kadar daha huzur yüzü
görmeyecek.
Bu projenin bir diğer getirisi de sanıyorum, İsrail’e, AB
gibi, ABD’nin ikinci bir muteber partner bahşetmek. Bunun
karşılığında da, ABD gibi, Yahudi menkul zenginliğinden
AB’nin de nemalanmasını sağlanmış olacaktır; tam da, mali kriz
içinde boğulurken.
SONUÇ NE!
Lafı uzatmayalım: Bu kumpas, şu dabıl duvara bizi toslattı. Hiç
inkar etmeyelim:
1. Kendisini Kürt hissedenler, devlet hülyasından vazgeçmelidir.
Kürt ırkı diye etnik bir damar arayışı sadece şehir efsanesidir.
Olsa olsa bazı Kürt aşiretlerinden bahsedebiliriz ve Aşiretten
devlet olmaz. Bunu, İbn Haldun’dan beri biz teorik olarak
biliyoruz. Ama Irak, Suriye, Libya, Tunus, Fas, Yemen gibi
bölgelerdeki, etnik olmayan ve birer proje olarak var edilen siyasi
aşiretlerin kurduğu devletlerin, bizzat oranın insanları için neye
mal olduğunu, bize, zaman, çok hazin bir biçimde gösterdi.
Yeni bir siyasi Kürt aşiret devletinin, en fazla, kendisini
Kürt hisseden insanlar için trajik tehlikeler arz ettiği gerçeği,
yüksek sesle dillendirilmelidir. Çünkü bu proje, her
şeyden önce kendisini Kürt hisseden insanların refah, huzur ve
esenliğini hedef almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti bile,
“Türklerindir” diye kuruldu ama kurucularının içinde kaç tane “kara
bıyıklı Türk” bulunduğunu hepimiz iyi biliyoruz.
2. İsrail’i rahatsız edici dış politika izlemekten Türkiye acilen
vaz geçmelidir. Hatta İsrail için de “abi” rolüne soyunup, taraflar
arası hakem işlevi ifa etmelidir. Aksi takdirde; ne kendi içindeki
“paralel yapı”lardan arınabilir ne İsrail’in Ortadoğu için
huzursuzluk kaynağı olmasını engelleyebilir ne de Yahudi
sermayesinin duyduğu husumetin yarattığı siyasi ve diplomatik
barikatları aşabilir.
Şimdilik lafım bu kadar.